loading
close
SON DAKİKALAR

Terörle mücadele suç takibidir cihat değildir

Can Ataklı
Tarih: 27.01.2016
Köşe: Günlük Yazılar

Can Ataklı; Anlaşıldığı kadarıyla iktidar terörle mücadele adı altında sürdürülen şiddet politikasını topluma 'milliyetçilik' duyguları ile anlatmaya çalışırken, bulduğu gönüllülerle el altından bir tür 'cihat' uygulaması yapıyor.

Yandaş gazetelerden biri Güneydoğu’da terörle mücadele operasyonlarında görev alan “gönüllü” bazı polislerle röportaj yapmış.
Gazete mi olayı çarpıtmış, yoksa o “gönüllü” polisler gerçekten böyle mi konuşmuş elbette tam bilemiyorum, ancak söylenenler pek çok açıdan son derece vahim.
Güneydoğu’da “gönüllü” olarak bulunduklarını söyleyen bu polisler “Bizim için en büyük ödül şahadet” demişler.
Bu ne demek şimdi?
Güneydoğu’da ya da ülkenin herhangi bir yerinde teröre karşı yapılan mücadele hukuk çerçevesi içinde sürdürülen “suç takibi”dir.
Bir savaş değildir.
Hele hele “ödülü şahitlik olan” bir tür cihat hiç değildir.
Ancak belli ki iktidarın her konuda dini istismar etmesi şimdi kendini terörle mücadele alanında da gösteriyor.
Aslına bakarsanız o “gönüllü” polislerin söylediği şeyler son zamanlarda duvarlara yazılan yazılarda ip uçlarını veriyordu.
“Esedullah timleri burada” yazılı sloganların altındaki “İslam’ın gücünü göreceksiniz” ibareleri bunun habercisiydi.
“Bu konu çok vahimdir” diyorum çünkü siz hukuk çerçevesinde sürdürmeniz gereken bir suç takibini “cihat” anlayışına çevirirseniz ipin ucunu kaçırırsınız.
Suç ve ceza kavramları, yargının adaleti sağlama görevi bir kenara itilir ve kendini İslam’ın kılıcı gibi gören bir zihniyet, suçu önlemeye değil din için adam öldürmeye yönelir.
Teröre karşı mücadele “düşmanı” daha doğrusu “İslam düşmanlarını” cezalandırmaya dönüşür.
Bu takdirde terör örgütünü asla bitiremeyeceğiz gibi terör bataklığını kurutmanız da mümkün olmaz.
Üstüne bir de çok uzun yıllar asla kapanmayacak yaralar açarsınız.
Sürekli adam öldürerek kitleleri yıldırabilir ve teröristleri temizlediğinizi sanabilirsiniz bu yöntemle, ancak halkta yaratacağınız kin ve nefret eninde sonunda gelip yine sizi vurur.
Anlaşıldığı kadarıyla iktidar terörle mücadele adı altında sürdürülen şiddet politikasını topluma “milliyetçilik” duyguları ile anlatmaya çalışırken, bulduğu gönüllülerle el altından bir tür “cihat” uygulaması yapıyor.
Bu çok tehlikeli bir gidiştir.
Şu andaki psikolojik ortam nedeniyle toplumun geniş bir kesimi “yeter ki terör bitsin, daha fazla kan akmasın” düşüncesiyle yaşananları görmezden gelebilir, buna karşı yakın bir gelecekte yaşanacak asıl kıyamet nedeniyle derin bir travma yaşaması da kaçınılmaz olur.

---MERAK ETTİĞİM ŞEYLER—

Terörle mücadelede “gönüllü” kullanmak doğru mu?
Dikkatlerden mi kaçıyor yoksa kimse mi ilgilenmiyor bilmiyorum, ancak Güneydoğu’da yürütülen terörle mücadele operasyonlarında “gönüllü polis” ve hatta “gönüllü asker” kullanıldığı anlaşılıyor.
Gönüllü ne demek?
Şu; “İçinde bulunduğu toplulukta herhangi bir karşılık ya da çıkar beklemeksizin bir işi yapmayı kendiliğinden üstlenen kişi. Bu tür kişiler genellikle bu tür aktivitede bulunan Sivil Toplum Kuruluşları’nda çalışırlar.”
Bir kişi neden gönüllü olur?
Çünkü yapmak istediği aynı zamanda fikren ve ruhen bütünleştiği bir şeydir.
Teröristle mücadele devletin görevidir. Devlet bu görevini hukuk kurallarına uyarak yürütür. Suçluyu takip eder, yakalar ve adalete teslim eder.
Oysa teröristle mücadele gönüllüler aracılığı ile yapılmaya kalkılırsa operasyonlar suç ve suçlu takibinden çıkar ve cinayete dönüşür.
Gönüllü kişi terörle mücadeleyi “vatanı” savunmak olarak algılar ya da “dinin bir emri” gibi düşünür. Her iki halde de hukuk ve adalet kavramları kendine yer bulamaz.
Bu arada, konuyla ilgili bir detay daha vermek istiyorum.
Geçen hafta yazdığım bir yazıya hala cevap alamadım.
Silahlı Kuvvetler Güneydoğu’daki operasyonlarda kullanmak üzere uzman er alıyor. Bu uzman erler kurallara uygun sınavlardan geçirilmiyor. Referans olarak iktidara çok yakın bir vakıf ve dernekten gelen tavsiye mektuplarını kullanıyor. Bu kişiler arasında daha önce şiddet suçlarına bulaşmış kişiler olduğu gibi aralarında uyuşturucu kullananların da olduğu ileri sürülüyor.
Bu doğru mu değil mi?

---DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER---

Bir diktatör bozuntusu lafına sayısız hakaret geldi
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Kurultay konuşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan için “diktatör bozuntusu” dedi ya, iktidar yalakası koro harekete geçmişti biliyorsunuz.
Neymiş, “seçilmiş bir cumhurbaşkanına hakaret edilemezmiş.”
Burada temel sözcükler “seçilmiş” ve “hakaret.”
“Diktatör” ve “diktatör bozuntusu” kelimelerinin hakaret olmadığını bunların “durum saptaması” olduğunu daha önce yazmış ve “Bakalım saraydaki de bir şey diyecek mi?” diye sormuştum.
Saraydaki iki kez konuştu bu konu hakkında. Biri saraya davet ettiği muhtarlara yönelikti diğeri de Kayseri Ticaret Odası’ndaki konuşmaydı.
Peki, hakaretten çok yakınan Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’na yönelik sözlerini nereye koyacağız?
Sizlerle saraydakinin iki konuşmasından seçtiğim bazı kelimeleri ve cümleleri paylaşmak istiyorum. Hakaret nasıl olurmuş saraydaki çok güzel gösteriyor;
“Akıl sağlığını bilemiyorum, zavallı, onun seviyesine inmem, ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın, eline tutuşturmuşlar bir kâğıt, Allah ıslah etsin, Allah müstahakkını versin, onursuz, cahil, ahlaksız, yüzüne tükürülse yağmur yağıyor zanneder, namus ve şeref fukarası, teneke gürültüsü, boş konuşuyor.”
İki konuşmaya bu kadar hakaret sığdırmak her baba yiğidin harcı değildir onu da bilelim.

--BUNU YAZMAK GEREK---

Bugün meclis’te şenlik var
Bugün Meclis’te “Grup toplantıları” günü.
Liderler parti gruplarına konuşacaklar.
Her Salı günü Meclis çok şenlikli oluyor ama sanıyorum bugün daha bir başka olacak.
Çünkü herkes merakla CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun konuşmasını bekliyor.
Kılıçdaroğlu “Bir karın ağrısı var ama onu şimdi söyleyemem” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a rest çekmiş ve “Salı gününe kadar süre tanıyorum, karın ağrımız neymiş açıklasın yoksa ben kürsüde gereken cevabı vereceğim” demişti.
Sürenin dolmasına çok az kalmasına rağmen saraydan doyurucu bir açıklama gelmedi.
Erdoğan sadece Kayseri’de yaptığı konuşmada "Geçtiğimiz günlerde 'ana muhalefet partisinin genel başkanının içindeki çirkinlikleri ortaya döktü. Şimdi de 'benim karın ağrım neymiş açıkla' diye tutturmuş. Ben bu tür meseleleri konuşmaktan hicap duyuyorum. Bu senin kendi içinde bulunduğun partindeki karın ağrın. Salı gününe kadar süre tanımış bana. Sen bir defa benim rakibim olamazsın. Sen öyle bir yerde değilsin” dedi.
Bu herhalde bir cevap değil.
Bu durumda Kılıçdaroğlu bugün “karın ağrısı” konusuna açıklık getirecektir.

--BAŞIMDAN GEÇENLER—

Uğur Mumcu’yu ÇYDD ile birlikte andık
Pazar günü Akatlar Kültür Merkezi’ndeydim. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Aysel Çelikel’in isteği ile Uğur Mumcu’yu anma etkinliğine katıldım.
Dernekten burs alan öğrenciler ve derneğe gönül verenlerin katıldığı anma töreninde gençler şiirsel bir sahne gösterisi sergiledi.
Başkan Aysel Çelikel’in Uğur Mumcu’yu anlatan konuşması ve Uğur Mumcu ile ilgili bir görselin izlenmesinden sonra katılanlara Uğur Mumcu’yu ve yakın medya tarihini anlatan bir konuşma da ben yaptım.
Özellikle genç izleyicilerin merakla dinlediği konuşmamda basından medyaya geçişi ve medya sermayesindeki olağanüstü değişimi örnekleriyle sundum.
Şunu mutlaka size de aktarmalıyım; Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin katıldığım her etkinliğinden sonra gördüğüm pırıl pırıl gençler umudumu artırıyor, geleceğe korkmadan bakabileceğimiz gerçeğini bana hatırlatıyor.

--KAFAMI BOZAN ŞEYLER—

Bütün suç bir astsubaya yıkılamaz
Yürek sızlatan mülteci ölümleri sürerken, bir astsubay insan kaçakçılarına yardım ettiği için tutuklanmış.
Geçenlerde yazdığım yazıda polisin, askerin, sahil güvenliğin nasıl hiçbir şeyden haberinin olmadığını sormuştum.
İşin aslı, ne bizde ne başka ülkelerde bu tür insan kaçakçılıkları devletin içindekilerin yardımı olmadan yapılamaz.
Ancak bizdeki durum daha da farklı. Çünkü mülteci sorunu Avrupa’ya baskı olsun diye bizzat iktidar tarafından körükleniyor.
Bu nedenle durumdan vazife çıkararak alçak insan tacirlerinden rüşvet alan bir astsubayın tutuklanması fazla bir şey ifade etmez.
Önemli olan yanlış Suriye politikasıyla bir mülteci sorunu yaratan sonra da bunu “kurnazlıkla” batının önüne getirip bundan maddi yarar sağlamaya çalışan iktidardan hesap sorulabilmesidir.
Çünkü bu hesap sorulmadığı takdirde dünya kamuoyu vicdanı Türkiye’yi mahkum edecektir.
Kimse görmez ya da duymaz değildir.

Can Ataklı - Korkusuz

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları