Trollerin hayasız lincine uğradım
Can Ataklı: Başıma bir de beni asla üzmeyen ama canımı çok sıkan başka bir şey daha geldi.
ÜZÜLDÜM
Ayıp oluyor ama Emniyet
Bazen gazeteci olarak üzülürsünüz.
Çünkü yazdığınız yazı birilerini yaralamıştır, üzmüştür.
Ya da farkında olmadan birine zarar vermişsinizdir.
Bunlar sizi üzer.
Ama bir de okuduğunu anlamayanların gösterdiği tepki vardır.
Bunlar hepsinden fazla üzer.
Çünkü “Nasıl olur, bu makama gelmiş biri yazılanı nasıl anlamaz da böyle tuhaf bir tepki gösterir?” diyerek iyice kahrolursunuz.
İşte buna bir örneği dün yaşadım.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü, hakkımda bir açıklama yapmış.
Çünkü hafta başında yazdığım bir yazıda İstanbul Emniyet Müdürü’nün polislere gönderdiği bir uyarıyı yazmıştım.
Bu uyarı; polislerin gerekmedikçe “polise mukavemet ettiği” gerekçesiyle kimse hakkında işlem yapılmaması talimatını içeriyordu.
Bu gayet normal elbette.
Normal olmayan, genelgenin “yandaş medya mensubu bir muhabirin başına gelenden sonra” yapılmasıydı.
Çünkü bir haber takibindeki yandaş medyada çalışan bir muhabir, polislerle tartışınca kendisine “polise mukavemet ettiği” gerekçesiyle işlem yapılmak istenmişti.
Ben de “Zavallı polisler, yandaş medyaya toslayınca azarı işittiler” başlıklı yazımda bunu dile getirip “Ne var ki bu kez yandaş tetikçi medyaya tosladılar. Böyle olunca da azarı yediler zavallılar.” diye yazmıştım.
Buradaki inceliği anlayamayan İstanbul Emniyet Müdürlüğü, hakkımda şu açıklamayı yapmış: “Gazeteci Sayın Can Ataklı, 25.02.2020 tarihinde kaleme aldığı ‘Zavallı polisler’ ifadesiyle başlayan ve ‘…daha önce hiç benzeri olmamış biçimde…’ şeklinde yalan ifadelerle devam eden köşe yazısının son bölümünde; İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nce, personelinin eğitimine ve halkla ilişkilerine yönelik sık sık yapılan ikaz ve hatırlatmalardan birini amacından saptırarak ilgisiz bir konuyla ilişkilendirmiştir. Adı geçen yazar, oluşturduğu bu kurgu üzerinden, saygısızca bir üslupla, ‘…böyle olunca da azarı yediler zavallılar’ şeklindeki aslında kendisini zavallı duruma düşüren ifadeleriyle İstanbul Emniyet Müdürlüğü personelini insaf ve vicdandan yoksun bir şekilde rencide etmeye çalışmıştır. Tüm halkımızın güvenliğini sağlayan emniyet teşkilatı personeline karşı bu saygısız ifadelerin ve değerlendirmelerin sebebi bilinmemekle birlikte, keyfiyeti kamuoyunun takdirine arz ederiz.”
Herhalde dikkatinizi çekmiştir.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün hakkımdaki açıklamasında yazımda kullandığım “zavallı” tanımının geçtiği cümlelerin tamamı yok. Cımbızla çekilmiş olan kelime, mecazi anlamından çıkarılıp bir de üstüne bana yönelik hakarete dönüştürülmüş.
Oysa birkaç yüz kelime ile bile olsa Türkçe konuşan herkes, kurduğum cümle içindeki “zavallı” tanımının “mağdur edilmiş, haksızlığa uğramış” anlamında ve olumlu nitelikte kullanıldığını bilir.
Ama muhtemelen “adı geçtiği için” öfkelenen İstanbul Emniyet Müdürü’nü hoşnut etmek için beni aşağılamaya çalışan bir açıklama yapmışlar.
Buna üzüldüm işte.
Bir de son günlerin moda sözünü kullanayım: Polisle arama nifak sokamazsınız. Yıllardır fedai olanlar hariç onlar beni bilir ben de onları. Zorlamayın daha fazla.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Trollerin hayasız lincine uğradım
Diğer yazıda İstanbul emniyetinin beri üzen mesajını dile getirdim.
Dün biraz bereketli gündü.
Başıma bir de beni asla üzmeyen ama canımı çok sıkan başka bir şey daha geldi.
AKP trolleri bir konuşmamdaki “lan” kelimesinden yola çıkarak bir linç kampanyası açtılar.
Tele1’deki konuşmalarımı izleyenler üslubumu çok iyi biliyorlar.
Bazı anlarda hafif argo da kullanarak ama asla hakaret etmeden, yalan söylemeden, konunun özünü çarpıtmadan çok etkili eleştiriler yapıyorum.
Bir program içinde birkaç kez ağzımdan “lan” kelimesi çıkıyor.
Ama izleyiciden gelen tepkilerden anladığım kadarıyla bunu küfür, ağır argo, hakaret olarak algılayan kişi sayısı çok az.
Çünkü o “lan”lar daha ziyade “la” şeklinde çıkıyor ağzımdan ve genellikle günlük konuşma içinde milyonlarca insanın kullandığı biçimde şekilleniyor.
Bu üslup kimi zaman güldürüyor izleyiciyi, kimi zaman etkiliyor, kimi zaman da coşturuyor.
Ama suç yok, hakaret yok.
Hafta başındaki bir konuşmamda deprem paralarının nereye harcandığını sorarken aynen şunları söyledim;
“Harcadın da ne oldu? Benim param ya. Benim param kardeşim, benim param. Eşek gibi çalışıyorum, vergimi ödüyorum. Sen ne yaptın lan? 17 yıldır oradasın yine su basıyor, depremde yıkılıyor. Bir beceremediniz be…”
Neredeyse iki yıldır ekranda ara sıra bu tonda ve üslupta konuştuğum ve AKP’lisinden CHP’lisine, Fenerlisinden Galatasaraylısına, askerinden diplomatına, adlı adsız onlarca kişi veya kuruluşa böyle üslupla seslendiğim halde troller, nedense bu konuşmamı “Erdoğan’a ‘lan’ dedi” biçiminde yansıttılar.
En komiği de hepsi birer nezaket abidesi kesilerek “bu ne terbiyesizlik, ekranda düzeysizlik” gibi kelimelerle tanımladılar.
Tabii “kibar olduğum için” sadece bunları yazıyorum, yoksa edilen analı avratlı küfrün ve hakaretin bini bir para.
Bunlara elbette aldırmam.
“Söylemedim” ya da “maksadını aşan biçimde yorumlanmış” da demem.
Ama şunu söyleyeyim; “Benim sabah sohbetlerimde pek çok kişinin hoşuna giden, bazen hafif argolu, heyecanlı, bazen komik, bazen çok komik konuşmalarımı dile dolayanlara, Erdoğan’ın “lan” kelimesini kim bilir kaç kere, tamamen hakaret amacıyla kullandığını da hatırlatmak isterim.
Elbette koskoca Cumhurbaşkanı ile aşık atacak halim yok ama troller hiç olmazsa nezaket dersi vermeye kalkarken, Erdoğan’ı güya savunurken bari bu hatayı yapmasınlar.
NOT 1: Erdoğan “lan” kelimesini kullandıktan sonra yalakaları, savunmak için “Lan argo değildir, delikanlı anlamına gelir” demişlerdi. Benim öyle derdim yok. Kıvırtmam da. Lan dedim ama bunu hakaret anlamında değil, halkın neredeyse her dakika ağzında olan bir kelime olarak kullandım.
Not 2: Savcılık, yandaşların yaygarası üzerine hakkımda “cumhurbaşkanına hakaretten” soruşturma açmış. Ne diyeyim. Hayırlı olsun…
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Sahi Amerika İdlib’de ne yapabilir?
Suriye politikasını bugüne kadar Amerika ve Rusya arasında güya denge kurarak götürmeye çalıştı AKP iktidarı.
Kamuoyuna “bunun çok akıllı politika olduğunu” anlattılar hep.
Oysa bu politika başından beri yanlıştı.
Gerçi yanlışı bu iktidar da fark etti etmesine de artık çok geç.
Batağın içine girince çıkmak o kadar kolay olmuyor tabii ki.
Denge politikası “Fırat’ın doğusu ve Fırat’ın batısı” olarak uygulanageldi hep.
Fırat’ın doğusunda, Amerika ile birlikteydi AKP iktidarı.
Fırat’ın batısına ise Rusya karışıyordu.
Sarayın aklıevvel danışmanları “iki devi birbirine kırdırdıklarını” düşündüler ve halkta da bu algıyı yaratmak için bin bir takla attılar.
Şimdi işler karıştı.
Fırat’ın doğusunda Amerika “höt” deyince tamamen susmuştuk şimdi Rusya ile papaz olundu.
Tam bu sırada Amerika, Fırat’ın batısı için yeşillenmeye başladı.
Amerika Savunma Bakanı Pompeo, demiş ki; “Rejimin yaptığı saldırılar, NATO müttefikimiz Türkiye ile çatışma riskini artırmaktadır. Başkan Trump’ın da salı günü belirttiği gibi Türkiye ile neler yapabileceğimizi görmek için beraber çalışıyoruz.”
Sahi Amerika bu bölgede hiç yok.
Nasıl bir iş birliği yapılabilir acaba?
Laf arasında “Türkiye saldırıya uğrarsa NATO’nun 5’inci maddesi yürürlüğe girer” gibi laflar ediliyor.
Hani NATO’nun “Birimize bir şey yapılırsa hepimize yapılmış sayarız” anlamına gelen maddesi.
İyi de gerçekten bir NATO müdahalesi olabilir mi?
Olursa bizim hayrımıza mı değil mi?
Bu iktidarın, içine düştüğü bataktayken bunu sağlıklı değerlendireceğine pek ihtimal vermiyorum.
BUNU YAZMAK GEREK
Enerji Bakanı ilk kez gerçekçi bir söz söylemişti
Enerji Bakanı Fatih Dönmez’in yandaş gazeteye verdiği demeci okudum geçtiğimiz gün.
Bakan diyor ki, “Üçüncü sondaj gemisi geliyor yakında, Akdeniz ve Karadeniz’de arama yapacak.”
İyi hoş da aylardır soruyorum, “Bu sondaj gemileri nerede sondaj yapıyor, şu ana kadar bulguları var mı?” diye.
Belli ki bir sonuç yok.
“Sonra bakarız” diyerek petrol buldukları noktaları işaretleyip üstünü kapatıyorlarsa bilemem tabii.
Yine “Diyelim ki petrol ya da hidrokarbon buldunuz, çıkarabilecek misiniz, Türkiye’ye taşıyabilecek misiniz ve en önemlisi satabilecek misiniz?” sorularına da cevap yok.
Ancak bakanın sözleri arasında sevindirici bir bölüm var.
Diyor ki, “Kıbrıs Rum yönetimi hariç, Doğu Akdeniz’deki tüm ülkelerle kaynakların işletilmesi ve taşınmasında iş birliğine hazırız.”
Nihayet.
Eğer bu tavrı en baştan koyabilsek ve bölgedeki tüm ülkelerle savaşacak derecede düşman olmasak, belki de şu anda çok zengin bir ülkeydik.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
HDP’ye “Öcalanlı slayt gösterisi” için soruşturma açmak kolay
İktidarın yıllardır en çok uyguladığı şey çifte standart.
Ülkeyi “benden olanlar-olmayanlar” olarak böldüler.
“Benden olanlar” ne yaparsa yapsın “onlara yakışıyor” mantığı egemen oluyor.
Ama eğer onlardan değilseniz, her şey batıyor iktidara.
Hafta sonunda yapılan HDP Genel Kurulu’nda içinde Apo’nun görüntülerinin de olduğu slayt gösterisi yapılmış.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, bunu öfkeli ve de üstüne “CHP’yi de suçlayıcı” biçimde dile getirince hemen soruşturma açılmış.
Peki Apo kısa adıyla bilinen PKK terör örgütünün, İmralı Cezaevi’nde hükümlü olan başkanı Abdullah Öcalan’ın fotoğraflarının kullanılması yasak mı?
Duruma göre değişiyor bu.
İktidarın çifte standardı burada da çalışıyor.
Eğer Kürt vatandaşların oyuna ihtiyaç varsa bırakın Apo’nun fotoğraflarının kullanılmasını, sesli görüntüsü bile yayınlanabilir.
Açılım/saçılım sırasında Apo’nun İmralı’dan gönderdiği mektup, milletvekilleri tarafından miting alanında hem Türkçe hem Kürtçe olarak arka fonda Abdullah Öcalan’ın görüntüleri ve PKK bayrakları eşliğinde okunmuştu.
Yerel seçimlerden önce İmralı Adası’na gönderilen bir kişi, Abdullah Öcalan’dan “seçimlerde oyunuzu AKP’ye verin” imasında bulunan bir mektup almıştı.
Bunu medyaya duyurmuştu ama medya ne olup bittiğini bilmediği için çekingen davranınca devreye devletin Anadolu Ajansı sokulmuş ve mektup bu kanaldan açıklanmıştı.
AKP bununla da yetinmemiş, terör örgütü liderinin yine aranan bir terörist olan kardeşini TRT ekranlarına çıkararak yine “Oyunuzu AKP’ye verin” imasında bulunması sağlanmıştı.
Ama şimdi Apo’nun adını kullanan HDP olunca işin rengi değişiyor.
Savcılar hemen harekete geçiyor.
Acaba Apo’ya mektup yazdıranlara, kardeşini devlet televizyonuna çıkaranlara da soruşturma açılabilir mi?
Güldürmeyin.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları