Türköne’nin adil yargılanmasını istemek, AKP yargısının da kumpaslardan oluştuğunu itiraf etmektir
Can Ataklı: Bahçeli hiç bir adımı hesapsız atmaz, artık kendi adına mı yoksa bilmediğimiz kimi gizli ilişkilerin sonu mu bunu değerlendirmem pek mümkün olmasa da sonuçta Bahçeli’nin ortaya koyduğu konuların sonucu hep umulmadık yollara giden kapıları açtı bugüne dek.
ANALİZ
Yeni bir kumpas ifşaatı
Aslında her nasılsa dün benim de dikkatimden kaçtı, ama bu dikkatten kaçma yeni bir kumpas ifşaatının tamamen dikkatten kaçacağı anlamına gelmiyor elbette.
MHP Genel Başkanı Bahçeli, iki gün önce attığı bir tweetle 4 yıldır hapiste olan Prof. Dr Mümtazer Türköne’nin yeniden yargılanmasını istedi biliyorsunuz.
Bahçeli tweetinde “Dileğim bir haksızlık varsa bunun acilen düzeltilmesidir” diyordu.
İyi güzel de, Mümtazer Türköne dün mahkum edilmedi ki 10 yıla.
Önce gözaltına alındı, hakkında dava açıldı, dava sürdü, sonunda bir karara bağlandı.
Türköne “Terör üyesi olmamakla birlikte” diye başlayan ünlü maddeden yargılandı ve “cemaate yardım ettiği” gerekçesiyle mahkumiyet aldı.
Eğer adil yargılanmadıysa, haksızlık yapıldıysa neden bu mahküm edildiği hatta hakkında dava açıldığı gün dile getirilmedi de, artık pek çok kişi adını bile unutmuşken niye ortaya atıldı acaba?
Son zamanlarda AKP yargısı ile ilgili büyük tartışmalar var.
Muhalif kesimi kastetmiyorum, bu tartışmalar AKP içinde ve yakın çevresinde yapılıyor.
Muhalif kesime tıpkı eskisi gibi yine kumpaslar kuruluyor, haksız suçlamalar üzerinden iddianameler düzenleniyor, ortaya nasıl bir kanıt konulursa konulsun muhtemelen yukarılardan gelen talepler doğrultusunda mahkumiyetler veriliyor.
Ancak AKP çevrelerini ilgilendiren bu değil.
Onlar zamanında bizzat AKP’nin en tepe yöneticileri cemaatle işbirliği yaparken iktidarın yanında yer almış, cemaate yaptırılan kirli işlerde rolü olan ancak sonra çıkarların bozulması nedeniyle düşülen ayrılıkta cemaat tarafında kalanların başına gelenleri dert ediyorlar kendilerine.
İktidara sadakatle bağlı biçimde görev alan, ama kimi durumu fark edemediği için kimi çıkarının bu yönde olduğunu gördüğü için cemaat tarafında kalan ve sonunda hapse de düşenlerin “Bu bize yapılır mı?” feryatları son zamanlarda daha yükseldi.
İlk başlarda elbette bu kesimden çok ses gelmiyordu.
15 Temmuz’un da sıcaklığı ile AKP adına cemaatle iş tutan ama sonunda yargılananlar doğal olarak korkuyordu.
Geçen süreçte elbette olay da kendiliğinden soğuyor, bazı şeyler unutuluyor, kimi mağduriyetler çıkıyor ortaya.
Buna karşı sorun şu ki sırf bu nedenle hapisten adam kurtarmak da o kadar kolay değil.
Bahçeli kendini ortaya koyup eski dava arkadaşı Alaattin Çakıcı’yı kurtardı ama o af yasası cemaatçileri içerde bıraktı.
Şimdi sıra onlarda.
Bunu sağlamanın bir yolu da tıpkı Ergenekon-Balyoz ve benzeri davaları çökerten “kumpas” söylemini yeniden gündeme getirmek.
Bahçeli hiç bir adımı hesapsız atmaz, artık kendi adına mı yoksa bilmediğimiz kimi gizli ilişkilerin sonu mu bunu değerlendirmem pek mümkün olmasa da sonuçta Bahçeli’nin ortaya koyduğu konuların sonucu hep umulmadık yollara giden kapıları açtı bugüne dek.
Türköne’nin “adil yargılanmasını” istemek, AKP yargısının da kumpaslardan oluştuğunu itiraf etmektir.
Bu itiraf sanıyorum sadece Türköne’yi değil AKP’nin cemaati tasfiye operasyonunda araya kaynayan kendi diğer has adamlarını da kurtarma amacını taşıyor olabilir.
Bu kurtarma operasyonundan sonra yaşanacak siyasi gelişmeleri hemen tahmin etmek yanlış olabilir.
Bunun için bir süre beklemek ve yeni kumpasın çapını iyice görmek gerek.
YENİ ÖĞRENDİM
CİMER de sadece yandaşa çalışıyor galiba
Artık Türkiye’de kiminle olursa olsun, bir sorununuz varsa ilgili birimlere değil Cumhurbaşkanlığı’na başvurmak daha etkili.
Belediye ile mi sorununuz var, ya da birinden mi şikayetçisiniz yazıyorsunuz CİMER’e, oradan hemen “Kaydınız alındı” cevabı geliyor.
Sonra şikayetinizi ilgili birime iletiyorlar onlar da gereğini yapıyor.
Ancak tabii görünmeyen bir kural var muhtemelen o da “Başvuru sahibinin bizden biri olması gerek” kuralı her yerde geçerli olduğu gibi.
Ankara’da elektrik sayaçları ile ilgili şikayetini bu köşeden dile getirdiğim okurum sorunu çözemediğini belirterek “Bir de CİMER’de deneyeceğim şansımı” demişti.
Dediği gibi yapmış da.
Bakın olanı nasıl anlatıyor; “Vatandaşların istek ve şikayetlerinin doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na iletilebilmesini sağlamak amacıyla kurulan elektronik başvuru sistemi CİMER (Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi) hakkında olumlu haberler duyuyordum. Ne var ki bunun böyle olmadığını bizzat yaşayarak anladım. Şöyle ki: Sayaçlarımın sık sık ve gereksiz yere değiştirilmesi sonucu faturaların kabarık gelmesi nedeniyle Ankara Elektrik Dağıtım Şirketi Enerjisa ile tamı tamına 5 senedir çözüme kavuşmayan sorunum vardı. Bu şirketi ve bağlı olduğu EPDK’nu (Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu) 15.05.2020 günü e-devlet aracılığı ile CİMER e şikayet ettim. Başvuru alınır alınmaz Cimer bu başvuruyu saniye bile sektirmeden otomatik olarak şikayet ettiğim kuruma yani EPDK’ya aktarıyor. 1 gün sonra EPDK, ‘başvuru ilgili birimlere aktarılmıştır’ diye CİMER’e mesaj atıyor. Sonra? Sonrası yok. Başvuru tarihinden bugüne 40 gün geçti, beklemedeyim.”
Anlaşılan şikayet edilen bir kamu kurumu ile iktidarın yandaşlarından bir şirket olunca durum farklı oluyor.
OKURDAN MESAJ
Bir “doğanın dengesini bozma ve sonucu” anısı
Kene ile ilgili yazımdan sonra çok hoş mesajlar aldım. Bunlardan biri farkında olmadan doğanın dengesini bozan ve bunun sonuçlarını yaşayan bir okurumun yazdıkları.
“24 Haziran tarihli Korkusuz’da “Kene neden çıktı ortaya” yazınızı okuyunca yıllar önce Harran Ovası’nda yaşadığım bir anımı hatırladım” diyen okurum bakın yazmış;
1976 yılında Urfa-Harran Ovası’nda, Atatürk Barajı tamamlandığında Harran Ovası suya kavuşacağı için, burada sulu tarım tekniklerini geliştirmek, alt yapıyı hazırlamak amacıyla kurulan URFA BÖLGE TOPRAKSU ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ’nde ziraat yüksek mühendisi olarak çalışan ilk elemanlarından biriyim. Harran Ovası o zamanlar tam anlamı ile çöl. Sığınacak tek ağaç gölgesi, neredeyse yok gibi. Sulu tarım araştırmalarımızı başlatabilmemiz için, ovada bir istasyon kuruldu, derin kuyular kazıldı, 460 metre derinlikte suya ulaştık ve ilk denemelere başladık. Ancak, ovada başka yerde su olmadığı için, suya hasret bütün haşerat tarlalarımıza hücum etti. En çok da yılanlardan şikayetçiydik, zira hiç anlaşamadık. Hangi bitkiye elimizi uzatsak altından yılan çıkıyordu. Çalışanlarımızdan birisi, askerliğini komando olarak yapmış ve o yörenin çocuğu olduğu için de yılanlardan bizim kadar çekinmiyordu. Tuttuğunu yakalıyor yüzüp derisini alıyordu. Bu derileri eşine ayakkabı, çanta, kemer gibi eşyalar yaptırıyor, bunu görenler de istemeye başlayınca o yıl epey bir yılan katliamı oldu. Oysa hesaba katmadığımız başka canlılar da vardı. Tarla fareleri. Katliamın ertesi yılında tarla fareleri o kadar çoğaldı ki, bütün ekinlerimizi alt üst ettiler ve bize bir yılı kaybettirdiler. O yıl doğanın dengesini bozduğumuzu anladık ve yılan avını kesin olarak yasakladık. Sevgi ve saygılar. Dr. Hamdi KARAATA.
FIKRA GİBİ
Artık ne diyeceklerini şaşırdılar
İktidar ve elbette yandaş tetikçileri bir yıl önce İstanbul’da yaşanan büyük yenilgiyi hâlâ hazmemedi.
Önceki gün bu büyük yenilginin birinci yıl dönümüydü.
Şansa bakın ki İstanbul’a müthiş bir yağmur yağdı.
Bazı yerlerde seller ve su baskınları yaşandı.
Yandaş tetikçi medyaya da gün doğdu elbette.
Ama hâlâ içlerinden atılmamış olan eziklik nedeniyle fıkralara konu olabilecek biçimde yayınlar yaptılar.
Örneğin sanki hortumu İmamoğlu yapmış gibi anlattılar, su altında kalan evlerle ilgili hiçbir önlem alınmadığını ileri sürdüler, azarlar tonda “niye tedbir almadın” diye ısrarlı sorular sordular.
Bir kanal ise hepsinin üstüne çıktı bu konuda “İstanbul’un kaybolan bir yılı özel yayını” yaptı.
25 yıl boyunca Refah-AKP iktidarına bu konularda tek soru bile soramayan bu sözde gazetecilerin, İmamoğlu’nu aşağılamaya çalışan ve belediyecilik öğreten sözleri ise fıkradan bile komikti.
Zor bu yenilgi travmasının üstlerinden atılması galiba.
BUNU YAZMAK GEREK
Sayıştay raporlarını Meclis’ten tabii ki saklayacaklar
Sayıştay tıpkı Yargıtay, Danıştay gibi anayasal bir yüksek yargı kurumu.
Asli görevi Türkiye Büyük Millet Meclisi adına
kamu kurumlarının mali yapılarını denetlemek.
Sayıştay bu görevini yerine getirirken kamu kurumları ile ilgili kişi ya da kuruluşlardan gelen şikayetleri de dikkate almak ve incelemek zorunda.
Ancak Sayıştay, AKP iktidarı döneminde şikayet edilen kamu kurumları hakkındaki raporları Meclis’e sunmuyor.
Kamu kurumları hakkındaki şikayetlerin sonuçları sadece Maliye ve Hazine Bakanlığı’na bildiriliyormuş ancak.
Birgün Gazetesi’nden öğrendiğim bu habere göre CHP’li Meclis KİT Komisyonu Üyesi Deniz Yavuzyılmaz bir dilekçe ile Sayıştay’a başvurmuş ve şikayetleri sorup bunların sonuçlarının neden Meclis’e gönderilmediğini sormuş.
Sayıştay gönderdiği cevap yazısına göre son beş yılda Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT) ile ilgili 657 şikayet yapılmış.
Bunlarla ilgili davalar açılmış, çeşitli yaptırımlar uygulanmış.
Ancak Sayıştay bunları Meclis’e veremezmiş.
Tuhaflığa bakın ki bunu soran milletvekili bizzat şikayete konu olan KİT’lerle ilgili komisyonun üyesi.
Sayıştay bütün denetimleri Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yapıyor hesapta.
Ama sonuç bildirmeye gelince “olmaz” diyor.
Bana göre sebebi basit.
KİT’lerin kontrolü AKP’nin elinde. Bunlarla ilgili şikayetler ve sonuçları sadece AKP’li bakana gönderilince bunların kamuoyu tarafından öğrenilmesi mümkün olmuyor. Oysa sonuçlar Meclis’e gönderilse iktidarla birlikte muhalefetin de haberi olacak.
Türkiye işte böyle keyfi kararlarla yönetiliyor ne yazık ki.
Yazarlar
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları