Can Ataklı; İstanbul Valiliği dün bir genelge yayınlayarak 30 Ağustos nedeniyle yapılacak resepsiyonun iptal edildiğini duyurdu.
Bİ SORALIM BAKALIM
Milat olarak 17 Aralık hukuken nasıl anlatılacak?
Temmuz 15'ten bu yana “cemaatçi yakalamak” için girilmedik kurum kalmadı.
Önce elbette darbeye fiilen kalkışan asker içindekiler toplandı.
Hakimler savcılar darmadağın edildi.
70 binin üzerinde kamu görevlisi açığa alındı.
Bazı üniversiteler kapatıldı, bunların sahip ve yöneticileri, akademik kadrosu ve hatta öğrencileri bile tutuklandı.
Dernek ve vakıfların bir kısmı kapatıldı.
Birçok özel şirkete el kondu, ünlü patronlar ellerine kelepçe takılarak tutuklandı.
Hepsinin ortak özelliği “cemaatçi” olmalarıydı.
Peki, bütün cemaatçiler toplananlar kadar mı?
Elbette değil.
Zaten eğer “cemaatçi olmak, cemaate yardım ve destek sağlamak” esas alınırsa iktidar partisinin bütün yöneticileri ve milletvekillerinin tutuklanması gerekiyor.
Biliyorsunuz iktidar hem kendini korumak hem de sorumluluktan kaçmak için cemaatçi olma tanımına bir milat koydu.
17 Aralık bir dönüm noktası.
Çünkü 17 Aralık'ta tarihimizin en büyük yolsuzluk olayı ortaya çıkarıldı. İşin ucu iktidarın en tepesine kadar gidiyordu.
Saray o gün kararını verdi; “Cemaate her istediğini verdim. Ama kandırılmışız. Allah bizi affetsin.”
Böylelikle 17 Aralık'a kadar kendisi dahil kim olursa olsun cemaate destek vermiş, yardım yapmış olabilir. Bunlar kandırılmıştır ve Allah'tan da af dilemelidirler. Ama bu günden sonra hâlâ cemaate yardım eden olursa hepsi haindir, alçaktır, teröristtir, darbecidir.
Nitekim operasyonlar bu mantıkla yapılıyor.
İyi güzel de sarayın kendi değerlendirmesi ile milat ilan ettiği 17 Aralık hukuk açısından da geçerli sayılacak mıdır?
Düşünün, aynı şirkette, aynı üniversitede, aynı devlet dairesinde çalışan iki kişi var. İkisi de iktidardan aldıkları güçle cemaate ellerinden gelen desteği vermişler, adeta bu örgütün militanı olarak çalışmışlar.
17 Aralıktan sonra bunlardan biri sessiz kalmış diğeri ise cemaatteki kişilerle görüşmeye devam etmiş.
Şimdi biri “örgüt üyesi” sayılacak diğeri ise “kandırılmış” olacak.
Ayrıca eğer bir yapılanma terör örgütü olarak tanımlanıyorsa buna bir milat koyup “şu tarihten önce terör örgütü değildi” diyemezsiniz.
Siz deseniz bile hukuk böyle düşünmeyecektir.
Cemaatçi yapı 17 Aralık'tan sonra terör örgütü olmadı.
Bir yapı terör örgütü kabul edildiği andan itibaren geriye doğru bütün faaliyetleri mercek altına alınır ve üye olan, eylemlerine katılan, yardım/destek sağlayan herkes şüpheli durumuna düşer.
Cemaatle ilgili davalar başladığında bu gerçeği hepimiz göreceğiz.
Göreceğiz diyorum ama saray daha önce cemaat eliyle yönettiği yargıyı şimdi tamamen tekeline aldı. Hakim ve savcıların davaları hukuka uygun yürütüp yürütmeyecekleri de şüphelidir.
Dediğim, eğer hakim ve savcılar hukuka uyarlarsa ciddi sorunlar yaşayacağımızdır.
BUNU YAZMAK GEREK
Haydi hep birlikte Anıtkabir'e yürüyoruz
Bugün 30 Ağustos. Modern Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna giden yoldaki son zaferin kazanıldığı gün.
Sevr anlaşması ile dize getirdikleri Osmanlı padişahının bu ülkedeki tek belirleyici olduğunu sanan emperyalist güçlerin Türk Milleti'ne yaşam alanı bırakmamak için yaptıkları hamlelerin boşa çıkarıldığı gündür bugün.
Mevcut iktidar cumhuriyet ve değerleri ile bir türlü barışamadığı için, sudan bir bahane ile yine bu bayramı kutlamadan geçmek istiyor.
Ne çare ki tıpkı Kurtuluş Savaşı'nı verdiğimiz yıllardaki gibi ülkesini seven, uğrunda canını bile verebilecek büyük bir millet var.
Bu büyük bayramı kutlamak isteyen milyonlar bugün saat 18.30'da Ankara Kızılay'da buluşarak Anıtkabir'e kadar bir yürüyüş yapacak.
Çağrıyı CHP yaptı ama kamuoyuna duyuruda “Bu kutlu yürüyüşte sadece Türk bayrakları ve Atatürk posterleri olacak” denildi.
Bütün Ankaralıları ve imkânı olup da Ankara'ya gidebilecek herkesi bu büyük yürüyüşe katılmaya davet ediyorum.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Vali bey, o kararı gerçekten kendi inisiyatifinizle mi aldınız?
İstanbul Valiliği dün bir genelge yayınlayarak 30 Ağustos nedeniyle yapılacak resepsiyonun iptal edildiğini duyurdu.
Valilik genelgesinde “Ülkemizde son dönemde yaşanan terör olaylarında şehit olan güvenlik güçleri ve vatandaşlarımızın mukaddes hatıralarına duyulan saygıdan dolayı Zafer Bayramı 94. yıl dönümü resepsiyonu iptal edilmiştir” deniliyor.
Artık utanma arlanma da kalmadı. Her bayram aynı şey.
Valiye sormak isterim; bu kararı kendi inisiyatifinizle mi aldınız, yoksa saraydan talimat mı geldi?
Muhtemelen “Bu işlere biz karışırız” diyecektir övünerek.
O halde şunu sorayım; madem en önemli milli bayramlarımızdan birinin kutlanmamasına bile karar verecek kadar güçlü bir makamınız var, 11 polisimizin alçakça şehit edildiği 100'ü aşkın polisimizin yaralandığı gün üçüncü boğaz köprüsünün açılış törenlerine nasıl izin verdiniz? Oradaki şenlikler kutsalımızı bozmadı mı, şehitlerimizin ruhunu incitmedi mi?”
NOT: Burada sadece İstanbul Valiliği'ni yazdım ama bütün valiler aynı anda bu kararı aldılar. Kendi inisiyatifleriyle!
ŞAŞIRDIM
Şehirdışı 50 kilometre şehiriçi 70 kilometre hız limiti
Biliyorsunuz 10 günlük tatil yaptım yıllar sonra.
2014 kilometre yol katetmişim. İnanın tek trafik cezam bile yok. Ne hız limitini aşmaktan ne hatalı kullanmaktan ne de yanlış yere park etmekten ceza kesilmedi.
Kurallara uyan bir sürücü olduğumu söyleyebilirim.
Özellikle şehirlerarası yollarda, taşra polislerinin kurnazca tuzak kurduklarını da bildiğimden özellikle meskun (İnsanların oturduğu) mahallere geldiğimde tabelalara çok dikkat eder ve o limitleri asla aşmamaya çalışırım.
İstanbul Antalya arasındaki yolda onlarca meskun mahalden geçiyorsunuz.
Buralara yaklaşırken “Hız sınırı bölgesi. 50 kilometre” tabelalarını görüyorsunuz.
Gerçi meskun mahaller eskiden meskun mahaldi. Çünkü ister kasaba ister köy olsun, yol tam ortadan geçerdi, yanda kaldırım olmaz, ortada refüj bulunmaz, bu nedenle kazalar da sık yaşanırdı.
Şimdi duble yollar var, bu yollarla meskun mahaller çok güzel ayrılmış. Buna rağmen hızınızı 50'ye düşürüyorsunuz.
Ama gelin görün ki, Levent'ten Zincirlikuyu'ya doğru gidiyorsanız hız tabelası 70'i gösteriyor.
Şehir dışında, meskun mahallerden geçen korunaklı yollarda 50 kilometreye izin var ama İstanbul'un göbeğinde ise 70.
Birinden biri yanlış da hangisi?
İRONİ
Sonları yakınmış içimiz rahatladı
Terörle 30 yılı aşkın süredir içli dışlıyız.
Bu uğurda binlerce yurttaşımızı kaybettik, binlerce şehit verdik.
Bu 30 yıl içinde duymaktan usandığımız “terör akıttığı kanda boğulur, sonları geliyor, bunlar son çırpınışları, bittiklerini gördükleri için son saldırılarını yapıyorlar” gibi klişe açıklamalar dinledik hep.
Son terör olaylarından sonra cumhurbaşkanı yine aynı klişeyi kullandı; “sonları yakın” dedi.
İçim nasıl rahatladı (!) bilemezsiniz.
Ben de terör olayları artacak diye korkuyordum. Meğer sonları yakınmış. Korkacak, endişelenecek, üzülecek bir durum yok yani.
Biraz sabır. Bittiler bitecekler.
Haaa, yarın bir başka terör eylemi olursa ne mi olacak?
Ne olacağı belli değil mi?
Plak başa sarılacak; “Sonları geldi” denilecek.
İçimiz yine rahatlayacak!
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Cemaat davaları başladığında çok şenlik olacak
Saray ne dedi; “Evet bunlar ne istedilerse yaptık. Ama kandırılmışız. Milletten özür diliyorum. Allah affetsin diyorum.”
Bu sözler bir özür dileme değildir tam tersine bir suçun açık itirafıdır.
Bu itiraf 15 Temmuz'dan sonra darbeci olduğu için hakkında dava açılan herkes için hem “can simidi” olacaktır hem de “en etkili savunma aracı” olarak kullanılacaktır.
Bu nedenle cemaat davaları başladığında çok şenlikli günlere hazır olmalıyız. Çünkü bir taraftan gülerek eğlenirken diğer yandan da hukukun nasıl katledildiğini ibretle izleyeceğiz.
Şimdi örnekle anlatayım.
Diyelim ki bir kamu kurumunda çalışan bir memur “terör örgütü üyesi olmak, darbeye kalkışmak, vatan hainliği yapmak” iddiasıyla hakim önüne çıktı.
Şöyle bir savunma yapacaktır; “Yüce heyet; ben kendimi korumak için oportünist davranan, siyasi rüzgara göre tavır alan bir devlet memuruyum. Benim için önemli olan işimi korumak. Bu nedenle iktidarın gözünün içine bakarım, oradan gelen her şeyi emir kabul eder ve uyarım. Dönemin hükümeti cemaate çok yakındı. Bir dediklerini iki etmiyordu. Cemaate giren, ona yardımcı olan, onun emirlerini dinleyen herkes yükseliyor üstelik çok da para kazanıyordu. Ben de rüzgâra karşı yürümenin doğru olmadığını görerek iktidarın gösterdiği hedef doğrultusunda cemaatin yanında yer aldım. 17 Aralık'tan sonra büyüklerimiz kandırıldığını söyledi. Ben de o günden sonra cemaatle ilişkimi kestim. Suçsuzum, beraatimi istiyorum.
Ne yapacaklar hakimler bu savunma karşısında.
“17 Aralık'tan sonra cemaatle ilişkini kesmemişsin” diyebilirler de kanıt olarak ne gösterecekler?
Atılan twitleri mi, Facebook paylaşımlarını mı, cemaatçilerle oturup sohbet etmeyi mi?
Diyorum ya davalar çok şenlikli geçecek.
Saraya bağımlı hakim ve savcıların “hal-i pürmelalini” birlikte izleyeceğiz.
Can Ataklı - Korkusuz