Ya hiç söylemeyeceksin ya da dönüp yalamayacaksın
Can Ataklı: Hele bu kişinin Abdullah Gül tarafından göreve getirilmiş olması da bu kuşkumu artırıyor.
ANALİZ
Bir dokundum bin ah işittim
Bu köşede önceki gün eğitimdeki sorunları bir eğitimci gözüyle irdeleyen saptamalara yer vermiştim.
Yazı, okurlar tarafından olduğu kadar eğitimciler arasında da hayli ilgi gördü.
“Kindar-dindar eğitim” sarmalı ile Türkiye’nin geleceğinin karartıldığını söyleyen eğitimciler, adeta sorunları yağdırmaya başladı.
Bugün de eğitimle ilgili saptamalara satır başları olarak devam etmek istiyorum:
KADROLAŞMA: Milli Eğitim Bakanlığı’nda, Nakşibendi, Menzilci, Hakyolcu, Erenköycü, İsmailağacı olmayanların okul müdürü, ilçe müdürü ve il müdürü olmasına imkan yoktur. Bütün yönetim kadrolarına imam-hatip ve ilahiyat fakültesi çıkışlı olanlar atanmaktadır.
YEREL SİYASET: Taşradaki tüccar, müteahhit, toptancı, ziraatçı, esnaf, avukat ve mühendislerden oluşan yerel siyaset ağaları, eğitim kurumlarına kimlerin atanacağı ve kimlerin alaşağı edileceği noktasında söz sahibidir.
ATATÜRK: Son 20 yıldır okullarda Atatürkçülük, laiklik, demokrasi, adalet, hak, hukuk, bilim, felsefe kavramları üzerine konuşmak yasaklanmış haldedir. Bu konulardan bahseden eğitimciler sürülmekte, yok sayılmakta, dışlanmakta veya yerinde saydırılmaktadır.
UZAKTAN EĞİTİM: 2020 yılının mart ayından itibaren hayatımıza giren uzaktan ders anlatımı noktasında MEB teşkilatı sınıfta kalmıştır. EBA adlı site yeterli değildir. TRT’nin ders kanalları öğretici olmaktan son derece uzaktır. MEB’in ders kitapları uzaktan eğitim yaklaşımına uygun değildir.
HİJYEN: MEB, okulların dezenfektan, maske, hijyen malzemesi ihtiyaçlarının yüzde 20’sini bile karşılamamıştır.
SOSYAL MESAFE: 30-50 kişilik sınıflarla sosyal mesafe kurallarına uygun ders yapılması olası değildir. Okullarda seyreltilmiş eğitim yapılsa dahi, mekanlar yeterli değildir.
ÖĞRETMEN: MEB birçok
branşta çok az sayıda öğretmen alımı yapıyor. İhtiyacı ise iktidar partisinden onay alabilmiş ücretli öğretmenlerle karşılıyor. Asgari ücretin altında bedellerle (1200-1500 TL) öğretmenler çalıştırılıyor.
HİZMETLİ: Okulların yüzde 90’ında yeterli hizmetli (hademe, müstahdem) kadrosu yoktur. İŞKUR aracılığıyla, 8 ay süreli, asgari ücretli olarak eleman alımı yapılmaktadır. Bu alımlarda hiçbir eğitimi, yeteneği, bilgisi, enerjisi olmayan kişiler, kura ile seçilip okullara yollanmaktadır. Okulların her sene değişen yardımcı personellerle sağlıklı biçimde temizlendiği söylenemez.
TARİKAT: Her türlü tarikat vakıfları, okullarda rahatça faaliyet yürütebilmektedir. Herkesin bildiği ENSAR, TÜGVA, TÜRGEV, HAKYOL, İLİM YAYMA VAKFI vb. gibi vakıflar; seminer, kurs, tanıtım, eğitim gibi kılıflarla okullara girip çalışma yapabilmektedir.
BAŞARI: Liselere giriş sınavında, testlere verilen cevapların büyük oranda yanlış olması sebebiyle çok başarısız çocukların sınava girmesi önlenerek yapay bir başarı yükseltme işlemi yapılmaktadır.
LİYAKAT: Eğitim sektöründe liyakat tamamen öldürüldüğü yani yetersizler amir yapıldığı için gençlerde diplomaya, bilgiye karşı bir tepki oluşmuş, herkes parti kanalıyla iş bulma yoluna sapmıştır.
GÜVENLİK: Okul girişlerine konulan asgari ücretli güvenlik görevlileri, tamamen iktidar partisinin ilçe ve il yöneticileri tarafından tespit edilmektedir.
KİTAP: MEB’in 13 yıldır bedava dağıttığı ders kitapları yetersiz, yanlış, anlaşılmaz, yapay, yavan olduğundan, öğrenciler ve öğretmenler tarafından tercih edilmemektedir. Devlet, her yıl ortalama 300 milyon doları çöpe atmaktadır. Halbuki yapılması gereken, fakir öğrencilere eğitim yardımı sunmaktır. Milyonere de asgari ücretliye de bedava kitap vermek akıl alır iş değildir.
İNTERNET: MEB, okulların internet erişimi için 3 sene öncesine kadar ayda 60-70 TL ödemekteydi. “ADSL sistemi yetersiz” denilerek fiber optik teknolojisine geçildi. Okulların aylık olarak ödediği bedel 2400 TL seviyesine çıktı. Web erişiminde bariz bir hız artışı da olmadı. Her yıl milyonlarca dolar para, Telekom şirketine aktarılmakta…
SONUÇ: MEB’in bu kadrolaşma, yöntem, yaklaşım, siyaset ile Türk Milleti’ni 21. yüzyılın ihtiyaçlarına uygun olarak eğitmesi mümkün değildir.
KOMİK
Durumun en güzel özeti
Sosyal medyada “Caps” denilen uygulamaya bayılıyorum.
Caps denilen şey, bir söz ya da ifadeyi, genellikle fotoğraf ya da animasyonla süsleyip komik biçimde sunma sanatı anladığım kadarıyla.
Caps, İngilizce bir kelime, şapka, kapak anlamına geliyor.
Hani şu “kapak oldu” lafı var ya, birine bir şey söylerseniz oturtursunuz, eskilerin deyimi ile “taşı gediğine koyma”, işte oradan geliyor bir anlamda.
Erdoğan-Bahçeli ilişkisini anlatan bir “caps” çok anlamlı geldi bana.
Durum tam da bu değil mi sizce de?
Bİ SORALIM BAKALIM
Avrupa’ya göçü önleyen Yunanistan öyle mi?
Mevlüt Çavuşoğlu’nun İsveç Dışişleri Bakanı’nı azarlaması, yandaş tetikçi medyanın elbette pek hoşuna gitti.
“Küstah bakana dersi verildi” başlıkları atıldı.
Tabii haberlerin hiçbirinde İsveçli Bakan’ın ne dediği yoktu.
Tabii yandaş medyamız, İsveçli Bakan’ın, kendisini “diplomatik nezakete uymamakla” suçlayan Çavuşoğlu’na söylediği, “Umarım ülkenizdeki herkes sizin kadar fikir özgürlüğüne sahiptir” sözlerinin nasıl çok ince, buna karşı çok ağır bir diplomatik cümle olduğunun farkına bile varamadı.
Herkes o konu üzerinde dururken ben yine Çavuşoğlu’nun söylediği bir başka cümleye dikkat etmek istiyorum.
Çavuşoğlu, İsveçli mevkidaşına eleştiriler yöneltirken, “Göçmenler konusunda hassassınız, bize de teşekkür ettiniz. Peki Yunanistan göçmenleri öldürürken neden bir kere olsun Yunanistan’ı eleştirmiyorsunuz, madem bu kadar hassassınız. Neden; çünkü Yunanistan, Avrupa’ya göçmen gelmesini engelliyor, Yunanistan AB ülkesi, dayanışma ruhu var. Bizim itirazımız bu çifte standarda” dedi.
Bu cümleyi anlamadım.
Yunanistan göçü nasıl engelliyor?
Çavuşoğlu’nun kastettiği herhalde şu; Saray yönetimi Avrupa Birliği’ne haddini bildirmek için mültecileri otobüslere doldurup sınıra götürmüştü. Yunanistan da Bulgaristan da sınır kapılarına yığılan on binlerce kişiye kapılarını kapatmıştı. Bu sırada tatsız olaylar da yaşanmıştı.
Yani işin aslı, mülteciler Avrupa’ya gidemiyorsa Türkiye engellediği için.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Ya hiç söylemeyeceksin ya da dönüp yalamayacaksın
Anayasa Mahkemesi üyesi Engin Yıldırım, önceki gece Twitter hesabında ışıl ışıl yanan Anayasa Mahkemesi binasının fotoğrafını koyup altına da “Işıklar yanıyor” cümlesini paylaştı.
Bunun üzerine AKP kanadından büyük bir tepki furyası başladı.
“Işıkların yanması” sözünün geçmişte, “Darbe öncesi Genelkurmay ışıkları sabaha kadar sönmedi” haberlerini anımsattığı ve Anayasa Mahkemesi üyesinin “darbe iması yaptığı” ileri sürüldü.
Engin Yıldırım bunun üzerine önce “yanlış anlaşıldığını, yorumların maksadını aştığını” yazarak bu tweetini sildi.
Ardından Anayasa Mahkemesi’nin resmi açıklaması geldi.
Mahkemenin kurumsal kimliği adına yapılan açıklamada, “Bir üyenin attığı tweet, Anayasa Mahkemesi’nin görüşü anlamına gelmez” dendi.
Engin Yıldırım, bu gelişme üzerine bir mesaj daha attı.
Şöyle dedi; “Kasıtlı olarak hukuk veya demokrasi dışı bir olguya atıf yapmam söz konusu değildir. Hukuk ve demokrasi karşıtı her türlü girişimin karşısında olduğum izahtan varestedir. Mesai sonrası Anayasa Mahkemesi bahçesinde yaptığım yürüyüşün ardından çektiğim fotoğrafı, hukuk dışı herhangi bir imada bulunmaksızın paylaştım. Kasıtlı olarak demokrasi ve hukuk dışı hiçbir imada bulunmayacağım, şahsımı tanıyan herkesçe malumdur. Ancak insani bir yanılgı ile yanlış yorumlanmaya müsait şekilde paylaştığım mesaj dolayısıyla kamuoyundan özür diliyorum”
Anayasa Mahkemesi üyeliğine kadar yükselen biri, (tabii bu tanımı gerçek demokratik bir ülke geleneği olarak kabul ediyorum. Anayasa Mahkemesi üyeliği çok onurlu ve önemli bir görevdir. Ama yeni rejimle birlikte bu durum yine böyle mi, bilemiyorum) bir şeyi ya söylemez, söylediyse de tükürdüğünü yalamaz.
Bu nedenle Anayasa Mahkemesi üyesinin, o tweeti çok da masum duygularla atmadığına inanıyorum.
Hele bu kişinin Abdullah Gül tarafından göreve getirilmiş olması da bu kuşkumu artırıyor.
Sanki bir kaotik ortam yaratılmak isteniyor.
ŞAŞIRDIM
100 kere sahnelenen oyun, bir anda güvenlik sorunu oluverdi
İstanbul Belediyesi, tiyatrolara destek olabilmek için bir organizasyon yaptı.
Pek çok tiyatro, bu sayede izleyiciyle buluşacak.
Bu tiyatrolardan biri, oyununu Kürtçe oynuyor.
Oyun, bugüne kadar çeşitli illerde 100’ün üzerinde sahnelenmiş.
Ancak tiyatronun İBB organizasyonu ile sahneleneceği Gaziosmanpaşa’nın kaymakamı “Yasak kardeşim” demiş.
Neden?
Nedenini kaymakamın bildirisindeki şu cümleden alıyoruz;
“Yapılmak istenen tiyatro etkinliğinin, genel kamu düzenini bozabileceği değerlendirildiğinden, ilçemiz sınırları içerisinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının tasarrufu müteallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması amacıyla, 5442 Sayılı İl idaresi Kanunu’nun 32/ç maddesi ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu 17. Maddesi hükümleri doğrultusunda adı geçen ‘Teatra Jiyana Nü’ isimli özel tiyatro tarafından BORU: KLAKSON BORİZAN BİRT isimli tiyatro oyununun, Gaziosmanpaşa ilçemiz sınırları içerisinde tüm açık/kapalı alanlarda yapılmasının süresiz olarak YASAKLANMASI hususunu; tensiplerinize arz ederim.”
İşin “suyunu çıkarmak” denir ya. Başka tanım bulamadım buna.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları