Can Ataklı: İki doğal afetten sonra da pek çok eleştiri yapıldı. Çarpık kentleşmeye neden olan iktidar yerden yere vuruldu. Doğaya aykırı biçimde yapılan inşaatlar, tüneller, yollar, otoyollar gündeme getirildi.
YENİ "15 TEMMUZ" BASKIN SEÇİM HABERCİSİ
ANALİZAKP Genel Başkanı inanılmaz sözler söylüyor. “Yeni Çanakkalelere, 15 Temmuzlara hazır mısınız?” diye sordu karşısında toplanmış ahaliye.
Bir kere ikisini yan yana nasıl tutarsınız?
Çanakkale'de dünyanın bütün emperyalist güçleri birleşmiş bitirdikleri Osmanlı İmparatorluğu'nun başkentini almak üzere kapımıza dayanmıştı.
Emperyalist güçlerin anlamadığı şuydu; kendileri gibi emperyal bir güç olan Osmanlı'yı ortadan kaldırabilirlerdi ama bu topraklarda bin yıldır egemenlik süren asil bir milleti yok etmeleri mümkün değildi. Nitekim Anadolu'nun bağrından çıkan etnik ve dini farklılıklarına rağmen “tek bir millet” olarak şahlananlar geleceği de şekillendirecek muhteşem bir kahramanlığa imza attı.
15 Temmuz ise iktidar gücünü kullanarak Türkiye'yi bir din devletine dönüştürmek isteyen ancak bu yolda iktidar sahipleri ile parayı paylaşamadığı için ayrı düşen bir avuç alçağın silah kullanarak ülke yönetimini geçirmek istemesi ve başarısız olmasıydı.
Erdoğan bu iki farklı konuyu nasıl bir araya getirir, nasıl aynı şeymiş gibi anlatır anlamak mümkün değil.
Sanıyorum ikisinde de halkın kahramanlığını öne çıkarmak istiyor ama örnekleme gerçekten çok sevimsiz olmuş.
Bu noktayı bir kenara bırakalım. Halkı ikide bir “yeni darbe tehdidi” ile korkutmanın amacı ne olabilir?
“Yeni bir 15 Temmuz”dan söz etmek, en azından ilkinin “haberli darbe” olduğu konusundaki iddiaları güçlendirmez mi?
Eğer bir darbe tehdidi varsa, iktidar bunu önlemek için neden bir şey yapmamaktadır? Bağıra bağıra gelen darbe olur mu?
Bu bir oyun mu ki, yeni darbe girişimi olacak, halk yine sokağa çıkacak, darbeyi önleyecek ama ne yazık ki yine ölecektir.
Yeni darbede “kaç şehit” verileceği tahmin ediliyor acaba?
Anlaşılan AKP Genel Başkanı Erdoğan gerginlik politikasından hiç vazgeçmeyecek. Çünkü gerginlik ne kadar artarsa halkın korkusu da o kadar artıyor ve geniş kitleler çaresizlik içinde mevcut hükümetin güvencesine sığınmaya çalışıyor.
7 Haziran seçimlerinden sonra bu gerçek net biçimde ortaya çıkmıştı hatırlarsanız. AKP iktidarı ilk kez kaybetmiş olmasına rağmen toplumu “terörle terbiye” etti ve belki de tarihte ilk kez düşüşteki bir parti şaşırtıcı biçimde rekor bir sıçrama yaşadı.
AKP aynı düşüşü şimdi de yaşıyor. 15 Temmuz'un kahramanlık edebiyatına rağmen, örneğin bir adalet yürüyüşü, statlardaki Atatürk sesleri, bütün baskılara rağmen susturulamayan muhalefet iktidarı çok korkutuyor.
Bu nedenle Erdoğan'ın gücünü konsolide etme ihtiyacı var. Erdoğan'ın çevresindekiler 2019 seçimlerinin çantada keklik olduğunu düşünüyorlar ama 2019'a kadar nasıl ayakta kalabileceklerini bilemiyorlar.
Başta ekonomi olmak üzere Türkiye'nin iç ve dış sorunları dev bir yumak gibi oldu. Erdoğan 2 yıl dayanamayacağını düşünerek “baskın bir seçim” kararı alabilir. Hemen bu yılın sonunda yapılacak bir genel seçimle partisinin milletvekili sayısını (HDP ve MHP'yi baraj altı bırakarak) anayasayı değiştirecek sınıra kadar yükseltebileceğini hesaplayabilir.
Bayramdan hemen sonra kasımda yapılacak bir seçim kararı alınması bana hiç şaşırtıcı gelmez.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
YENİ BİR YAĞMUR AFETİNE KADAR HER ŞEY BİTTİ Mİ?
İstanbul kısa aralıklarla iki büyük yağmur felaketi yaşadı. Çok şükür can kaybı olmadı ama çok ağır maddi hasar oluştu.
İki doğal afetten sonra da pek çok eleştiri yapıldı. Çarpık kentleşmeye neden olan iktidar yerden yere vuruldu. Doğaya aykırı biçimde yapılan inşaatlar, tüneller, yollar, otoyollar gündeme getirildi.
Ya sonra? İktidar ve yerel yönetimler bundan kendilerine pay çıkardılar mı? Bir taraftan önlemler alınırken diğer taraftan hesap sorma mekanizması harekete geçirildi mi?
Çok basit bir şey söyleyeyim. Tamam, yağmur ve dolu çok şiddetliydi. Ama İstanbul'a “görülmemiş hizmet” diye yapılan alt geçitler, tüneller, kavşaklar sular altında kaldı. “Tsunami bile etkilemez” denilen Avrasya Tüneli kapatılmak zorunda kalındı. Metroyu bile su bastı.
Evet yağmur çok fazlaydı ama bu hizmetlerin devre dışı kalması yağmurdan değil mühendislik hatalarından oldu. Bunların hesabı soruluyor mu? “Teknoloji harikası” Avrasya Tüneli'ni yapanlara “Kardeşim bu ne böyle?” dendi mi?
Yoksa bu konuları tekrar konuşmak ve sonuçsuz biçimde kapamak için yeni bir yağmur-dolu afeti mi bekleyeceğiz?
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
FATİH TERİM TOKADIN NEREDEN GELDİĞİNİ ANLAMADI BİLE
Tatil yaparken yaşanan bazı olaylar üzerine yazamamıştım, bazılarının notlarını almışım hafta içinde geçmişte kalsa da bu olaylara değinmek istiyorum.
Bunlardan biri Fatih Terim'in bir anda kenara konuluvermesi. Terim'in Alaçatı'da bir restoranı basması gidişinin de gerekçesi oldu. Bana göre bileti aslında çoktan kesilmişti ama bu baskın hem bardağı taşırdı hem de Terim'in zayıf noktasından yakalanmasını sağladı. Bu zayıf nokta güç sarhoşluğunun verdiği şımarıklık ve maçoluk.
Şu gerçeği bilelim. Futbol Federasyonu ve Türk futbolu mevcut federasyon başkanı tarafından yönetilmez. O orada göstermelik oturur. Asıl başkan her konuda olduğu gibi Tayyip Erdoğan'dır. Erdoğan bu başkanlığını kardeşi Mustafa Erdoğan eliyle yürütür. Futbolla ilgili herkes bilir ki Mustafa Erdoğan'ın sözünden kimse çıkamaz.
Erdoğan bir süredir Terim'i gözden çıkarmıştı. Restoran baskınından sonra Terim'e karşı her çevreden eleştiri yağmuru başlamıştı. Açıkçası bunların hiçbirine aldırmıyordum. Ama bir kişi Terim aleyhine yazdı ki işte o an “Terim'in işi bitti artık” diye düşündüm.
O kişi Rüştü Rençber'di.
Fatih Terim Rüştü Rençber'in kim olduğunu hiç düşünmeden alaylı bir cevap yazdı. Ağır hakaretlerde bulundu. “Konuşmanda kullanamadığın kadar fazla kelimeyi yazında kullanmışsın, sana bunu yazdıranlar iyi bilsinler ki Terim'le oyun oynanmaz” türü üslupla Rençber'i aşağıladı.
Oysa Rüştü Rençber bana göre de o yazıyı kendi yazmamıştı. Rüştü Rençber Mustafa Erdoğan'ın en yakınlarından biri, iş ortağı. Mustafa Erdoğan futbolu
Rüştü Rençber,
Rıdvan Dilmen ve bazı başka isimlerle birlikte yönetiyor.
Rüştü Rençber'in yazısı aslında bu ekibin Terim'e bir uyarısıydı. Terim o uyarıya ağır hakaretlerle cevap vermese belki gidişi bu kadar hızlı olmayacaktı.
NOT; Fatih Terim'in işine son verilince imzalanan sözleşme gereği kendisine 3.5 milyon Euro tazminat ödenecek. Bu tazminat çok tartışıldı. Sonra konu kapandı. Merakım şu ki, bu tazminat konusu ne oldu? Ödendi mi? Yoksa zamana bırakılıp kamuoyunun unutması mı sağlanmaya çalışılıyor? Tabii son sorum, elbette sözleşme gereği hakkı olsa da Terim bu
kadar büyük bir parayı alıp cebine atacak mı?
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
“MAKSADI AŞAN BİÇİMDE” NE DEMEK?
Kafama çok takılan ve iktidar sözcüleri tarafından sıkça kullanılan bir tanım var: “Maksadı aşan biçimde.”
Ne zaman kullanıyorlar bu tanımı? İktidar yetkililerinden ya da sözcülerinden biri çıkıp abuk sabuk bir laf ediyor. Doğal olarak eleştiri oklarına tutuluyor. İktidar panikliyor. Lafı eden hemen çıkıyor “Sözlerim maksadını aşan biçimde kullanıldı, çarpıtıldı” diyor. Böylelikle kendini kurtardığını sanıyor.
Aslında kurtarıyor da. Çünkü onca eleştiri medyada neredeyse hiç yer bulmuyor. Sosyal medyada etkili oluyor. Ama iktidarın oy tabanı sosyal medyayla pek ilgili olmadığı için yandaş medyanın etkisiyle “maksadını aşan” ifadeleri yiyip yutuyor.
Bu meşhur laf son olarak Ayhan Oğan'ın “Yeni bir devlet kurduk. Kurucusu da Tayyip Erdoğan'dır” sözleri üzerine AKP sözcüsü kullandı. Ayhan Oğan'ı “güya” eleştirdi ama “Bu sözler maksadını aşan biçimde eleştirilmiştir” dedi.
Yahu aklımızla bu kadar oynamayın. Bu lafın neresi maksadını aşan biçimde kullanılmış olabilir ki? Adam açıkça “Yeni bir devlet kuruldu, kurucusu da Tayyip Erdoğan'dır” demiş. Burada maksadı aşan ne var?
Can Ataklı: Korkusuz