Yine “kabul edilemez” bulmuşuz
Can Ataklı: Bu tür söylemler, iç politika ve seçmen tabanı için kullanılıyor.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Fahrettin Altun ile eşi, borsa ve THY maaşlarını neden almazlar?
Fahrettin Altun, sarayın en önemli isimlerinden.
Tüm iletişim Altun’un elinde.
Altun bir anlamda iktidarın propaganda sorumlusu gibi.
Emrinde binlerce “troll” olduğu ve bunların sosyal medyada muhaliflere saldırdığı da ileri sürülüyor.
Eşi Fatmanur Altun, AKP’nin yan organlarından TÜRGEV’in Yönetim Kurulu Başkanı.
Fahrettin Altun, Cumhurbaşkanlığı Danışmanlığı dışında, Borsa İstanbul Yönetim Kurulu üyesi bir de Manas Üniversitesi’nin mütevelli heyetinde yer alıyor.
Eşi Fatmanur Altun, TÜRGEV’i yönetmenin haricinde THY’nin de yönetim kurulu üyeliğine getirildi bir süre önce.
Altun çiftinin 5 ayrı işte çalışmaları, beş ayrı yerden maaş almaları olarak algılandı siyasi kulislerde doğal olarak.
Bu tartışmalar yapılırken üstüne Borsa İstanbul Yönetim Kurulu üyelerinin kendilerine yüzde 20 zam yapması, muhalefetin daha da tepkisini çekti.
CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Fahrettin Altun’u hedefe alan şu açıklamayı yaptı;
“Evine en az 5 maaş giren pergolacı Fahrettin, kendi maaşına yüzde 20 zam yapmış. Yetmemiş, fazladan maaşları için ödemesi gereken vergiyi de Borsa İstanbul’a ödettirme kararı almış. Vatandaşı enflasyona ezdirmeyeceklerdi, ezilmeyen tek vatandaş Fahrettin Altun!”
Bunun üzerine Fahrettin Altun da bir açıklama yaptı.
O da şunu söyledi; “Sevgili dostlar. Yalanı ahlak edinenlere diyecek bir sözüm yok. Fakat kendi çocuklarımın, dostlarımın hukuku gereği, şu 5 maaş yalanını ifşa etmem lazım. Benim tek bir maaşım var. 2 yıldır Borsa İstanbul Yönetim Kurulu üyesi olarak aldığım huzur hakkının tek bir kuruşuna dokunmadım. Hayra hasenata harcadım. Bu söylenmez biliyorum. Ama bana, aileme demediklerini bırakmadılar. Bir de Manas Üniversitesi var. Malumunuz, bu güzide üniversitenin mütevelli heyet başkanlığını yapıyorum. Bu görev ücretli bir görev değil. Dolayısıyla bu görev karşılığında tek bir kuruş almadım!”
Ardından eşi Fatmanur Altun da bir açıklama yaparak şöyle yazdı Twitter hesabından; “Evet, bir ücret var. Aylık 20 bin TL. Ve ben kamu namına o ücretten gönül rızamla feragat ettim. Böyle bir ücretten feragat etmiş olabileceğim aklınıza hiç yatmıyor değil mi? İBB’de bile “tek kurum, 3 maaş” düzeni varken, aklınızın almaması normal. Bu arada CHP’de tecavüz var!”
Bütün bunları okuduktan sonra muhtemelen sizin de aklınıza takılıyordur.
Bir kişi neden herkesin maaş aldığı bir işte çalışıp da maaşından feragat eder.
Hayır kurumlarında, yardım derneklerinde, kamu yararına çalışan vakıflarda görev alıp maaş almamak anlaşılabilir ki, zaten buralarda zorunlu personel dışında kimse maaş almaz.
Ama Borsa’dan maaş almamak ne demek?
Fatmanur Altun, THY Yönetim Kurulu’nda diğer üyeler 20’şer bin lira maaş alıyor ama kendisi bu maaşı reddediyor.
Neden?
THY halka açık bir şirket… Almadığı maaş kime gidiyor?
Bu makamları işgal edip maaş almıyorsanız insanın aklına başka şeyler gelir bu kez.
Açık söyleyeyim, Borsa’nın ve
THY’nin yönetim kurulunda olup da bir kuruş almadan çalışmayı kabul edecek çok sayıda insan vardır.
Bu açıdan bakınca Fahrettin Altun’un Borsa’dan, eşinin de
THY’den derhal istifa etmesi gerek.
Siyasi ahlak ve devlet yöneticisi olma sorumluluğu bunu gerektirir.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Yine “kabul edilemez” bulmuşuz
İktidarın dış politikasının temelini “Kabul edilemez, bunun hesabını sorarız, kimse bizi test etmeye kalkmasın” türü kafa tutmalar oluşturuyor.
Bu kafa tutuşların elbette muhatapları tarafından hiç ciddiye alınmadığını biliyoruz.
Zaten burada hedef Türkiye’nin karşısındaki ülkeler değil.
Bu tür söylemler, iç politika ve seçmen tabanı için kullanılıyor.
Vatandaş işin gerçeğini bilmediği ve bilemeyeceği için Türkiye’yi yönetenlerin dış dünyaya karşı “dik durduğunu, hatta bunun ötesinde Türkiye’nin bir dünya devi olduğunu, herkesin önümüzde titrediğini, istesek Avrupa’yı da Amerika’yı alacağımızı” sanıyor.
Şu günlerde İran’la hasım olduk.
Daha doğrusu iç kamuoyuna bu algı pompalanıyor.
Erdoğan’ın, Azerbaycan’da okuduğu bir şiir İran’ı rahatsız etmiş.
İran buna tepki göstermiş.
İranlı bir milletvekili ise daha ileri giderek Erdoğan’ı eleştiren tweetine Saddam’ın idam fotoğraflarını eklemiş.
Yandaş tetikçi medyanın haberlerinden öğrendiğimize göre, bizim Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, İran’ın Dışişleri Bakanı Zarif’i telefonla aramış ve yüzüne karşı, “Kabul edilemez” demiş.
Helaaaaal olsun be.
FIKRA GİBİ
Her tarafı AVM’lerle doldurduktan sonra şimdi “alışverişi esnaftan yapalım” kampanyası açtılar
Sabah gazetesi manşet yapmış.
Anadolu Ateşi koymuşlar kampanyanın adını.
Diğer yandaş tetikçi medyada da büyük yer almış bu kampanya.
Esnaf çok zor durumdaymış.
Dayanışma kampanyası çığ gibi büyüyormuş.
İyi de bu kampanyayı açmadan önce, bugüne kadar hiç esnafın kötü durumda olduğunu yazdılar mı?
Hayır.
Peki bu ne?
Ne olacak vıcık popülizm.
AVM sahipleri ve orada dükkanı olanlar, zengin AKP’liler.
Ama sayıları esnaf kadar çok değil.
Normal dönemde AKP sırtını bunlara dayıyordu.
Esnaf ise oyunu AKP’ye veriyordu.
Şimdi durum değişti.
Esnaf zor durumda…
Yandaş tetikçi medya bunu bugüne kadar hiç görmedi.
Ne zaman AKP’nin oylarında erime olduğu iyice ortaya çıktı, esnaf hatırlandı.
Şimdi cıvık bir popülizmle “Aman esnaf, canım esnaf” kampanyası açıldı.
Artık dikiş tutar mı?
Zor.
Ama akıllarda, yandaş tetikçi medyanın çıkarı uğruna ne kadar rezilleştiği kalır.
KOMİK
İki hafta sokağa çıkma yasağı ile koronayı yeniyoruz
Döndük yine nisan sonu mayıs ayı başlarına.
Dünyayı kasıp kavuran korona salgını nedeniyle Türkiye sıkıyönetim dönemlerinden hatırladığı sokağa çıkma yasakları ile karşılaşmıştı.
Mart, nisan, mayıs aylarında hafta sonlarında ve “milli bayramlarda” ilan edilen sokağa çıkma yasakları ile salgının yaygınlaşmasına bir parça engel olunmuştu.
O dönem sadece sokağa çıkma yasağı uygulanmamıştı.
AVM’ler, kafeler, lokantalar, camiler, sinemalar, spor salonları, hamamlar da kapalıydı.
Maçlar seyircisiz dahi oynanmıyordu.
Ancak AKP Genel Başkanı, özellikle camilerin kapalı olmasından çok rahatsızdı, çünkü bir dönem sonra “Camileri kapatan, cumaları yasaklatan, bayram namazı kıldırmayan” cumhurbaşkanı olarak anılmaktan korkuyordu belki de.
Şeker Bayramı’nın da yaklaşmasıyla Erdoğan, “yasakların kalkacağı müjdesini” verdi.
Oysa tıp otoriteleri (dünyada ve Türkiye’de) bir süre daha bu önlemlerin uygulanması gerektiğini, sonbaharda sert bir ikinci dalganın gelebileceğini anlatıyorlardı.
Erdoğan bunları dinlemedi.
Türkiye’nin dört bir yanından otobüslerle getirilen yüz binlerce insanın adeta üst üste olduğu miting gibi bir törenle Ayasofya’yı ibadete açtı.
Partisinin kalabalık toplantılarına katılmaya ve halka çay kahve atmaya başladı.
Bunu gören vatandaş, “Tehlike geçti” rahatlığı ile normal hayatına döndü.
Ekim sonu geldiğinde koronada patlama oldu.
Yeniden sert önlemler başladı.
Ancak Erdoğan, önümüzdeki dönem için ne planlıyor tabii ki bilemiyorum, cumartesi günü “önlemlerin yakında kalkacağını” açıkladı.
Çünkü AKP Genel Başkanı’na göre, alınan önlemler salgının artış hızını kesmiş, aşı konusunda da önemli ilerlemeler sağlanmış, bu durumda sınırlamalar peyderpey kalkacakmış.
Böyle yaşamayı elbette kimse istemiyor.
Ancak milletin koronadan kırıldığı bir dönemde, bu tür “iyi” haberler vermek yine mayıs ayındaki durumu yaratacaktır.
Erdoğan galiba bu önlemler nedeniyle zarar görenlerin partisinden uzaklaştığını görüyor ve bunu kesmek için “normal hayat” müjdesi veriyor.
Eyvah ki ne eyvah…
Bir siyasi partinin oyları, toplum sağlığından daha önemli olmamalı.
Bİ SORALIM BAKALIM
CHP ülkeyi batırınca ne olacak?
Yandaş tetikçi gazetelerden birin manşetinde gördüm.
“CHP’nin derdi ülkeyi batırmak” başlığı atılmış.
Merakla “kim söylemiş” diye baktım, meğer Erdoğan’ın sözlerini taşımışlar gazetenin en tepesine.
AKP Genel Başkanı’nın CHP’ye yönelik, “Yatırım düşmanlığını anlamak mümkün değil. Bu kirli zihniyetin tek derdi Türkiye’nin ekonomik çöküntüye uğraması” sözlerini böyle yorumlamışlar.
İktidar partisinin ve yandaşlarının bu tür söylemleri ilk değil, hatta bu tuhaf zihniyete alıştığımızı bile söyleyebilirim.
Tabii merak da ediyorum, CHP neden ülkenin batmasını istesin?
Sonuçta ülke battığında CHP de batacak, diğer muhalif olanlar da.
Bu saçmalığı elbette AKP sözcüleri de biliyor.
Amaç bir algı yaratmak…
“Muhalefet ülkeye düşman, Türkiye’yi yabancılara teslim etmek istiyorlar, onlar darbeden yana, bunları Erdoğan’ı devirerek gerçekleştirebilirler.”
İktidar, 18 yılda bu saçma söyleme inanan çok büyük kitle yarattı.
Şimdi bu destekten eksilmeler var.
Bu nedenle “Bunlar Türkiye’yi batırmak istiyor” lafları daha yüksek sesle tekrarlanmaya başlandı.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları