Yurtdışında yaşanan bir Atatürk anısı daha
Can Ataklı; Dünyanın her ülkesinde Atatürk hayranları ile karşılaşan bu okurumun yazısını, Atatürk’e ağır hakarette bulunan imam hatip liseli gencin de okumasını tavsiye etmiştim.
BUNU YAZMAK GEREK
Bir doktorun duygu yüklü isyanı
Yazı çok yeni değil.
2020 yılında yazılmış.
Kulak Burun Boğaz Uzmanı Hüsrev Çetin o tarihlerde Devlet Bahçeli’nin doktorları hedef alan ve Türk Tabipler Birliği’nin derhal kapatılmasını isteyen konuşması üzerine kaleme almış.
Ama yıllar geçse de durum değişmiyor, yine siyasiler tıp uzmanlarına dil uzatıyor, “Erdoğan geldi, artık doktorları dövebiliyoruz” diyenler her gün yine bir saldırının aktörleri oluyor.
Hüsrev Çetin doktorları anlatan duygu dolu ama çok ibretlik bir yazı yazmış.
O yazıyı hiç okumamış olanlar için tekrar paylaşmak istedim bu pazar günü;
Siz hiç, bir insanın içini gördünüz mü?
Canlıyken, kalbi atarken!
Damarlarında kanı dolaşırken!
Bir de içinde bir dert aradınız mı?
Ben aradım!
Siz kanser olduğunu bir insanın,
Daha kendi bilmeden.
En yakını, en çok seveni duymadan!
Teşhisini koyup ağladınız mı?
Ben ağladım.
Siz hiç, kanayan yaraya el bastınız mı?
Düşünmeden bir şey bulaşır mı diye!
Açık yaraya dibinden baktınız mı?
Gözünüze sıçrayan kandan, hepatit kaptınız mı?
Ben kaptım,
Siz hiç bir tümör gördünüz mü?
Dokuz yaşında bir çocuğun kafasının içinde,
Görünce anlayıp yakın olan ölümünü,
Ve bunu annesine nasıl söyleyeceğinizi düşündünüz mü?
Ben düşündüm.
Siz hiç başınız sağ olsun dediniz mi?
Hastayı ne halde getirdiklerini unutup!
Kapıda umutla bekleyen kalabalığa.
Bir babaya, bir anaya, bir evlada!
Ben dedim.
Siz hiç bir gece vakti, kalkıp sıcak yatağınızdan,
Polisle, jandarmayla uzun yol gidip,
Kör bir bir ışıkla vadiden indiniz mi?
Üstelik, bile bile az sonra görülecek manzarayı.
Ben indim.
Yetmez gibi gecenin sersemliği,
Ters dönmüş araçtan, cesetler çıkarıp,
Niye ölmüş diye soran savcıya
Bir sebep söylediniz mi hiç!
Ben söyledim.
Siz uyurken sabaha karşı,
Çalan bir telefonla uyanıp,
Ya yetişemezsem diye, gaza basıp,
Apar topar ameliyata girdiniz mi?
Ben girdim.
Siz bir akşam misafir ağırlarken,
Ya da güzel bir yemekteyken,
Belki de en sevdiğiniz dizi oynarken,
Koşa koşa hastaneye gittiniz mi tanımadığınız biri için?
Ben gittim.
Ben daha neler yaşadım,
İnsana, insanlığa, yaşama dair.
Ne gerekiyorsa yapınla başlayan,
Terk etmeler, vefasızlıklar gördüm.
Siz gördünüz mü?
Siz hiçbir salgında,
Bulaşmasın diye evine kaçarken herkes,
Ateşli, halsiz, deva bekleyen birini,
Yatırıp yanınıza, tedavi ettiniz mi?
Ben ettim,
Ve sırf bu yüzden,
Herkes korkarken hasta olmaktan,
Siz hasta oldunuz mu?
Bırakın hastalığı, öldünüz mü?
Ben öldüm!
Normal bir insansanız eğer,
Herkes kalan giden, sayılara bakarken,
Bir can için, kendini feda eden kardeşlerinizi,
Görürken ölüme meydan okuyan meslektaşlarınızı!
Ses vermez miydiniz?
Ben veriyorum.
Artık, Kimse demesin bana!
Otur oturduğun yerde!
Bir de birlik olmuşsunuz,
Çok ses veriyorsunuz, susturamıyoruz böyle!
Ve sakın demeyin bana!
Senin sesin çok çıkıyor, bırak canları!
Benim iktidarım gidiyor burada!
Kapatılsın hemen, tabip odaları.
Ben seçmişim zaten yolumu, gerekirse ölürüm.
Benim derdim, kendim değil diyorum.
Her bir İnsan hayatı değerli; bilin istiyorum.
Hiçbir can, önlem alınmadığı için gitsin istemiyorum.
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
Yurtdışında yaşanan bir Atatürk anısı daha
Geçen hafta bu köşede “O velede bu yazıyı okutmak gerek” başlıklı bir yazı yazmıştım.
Uzun yıllar çalıştığı gemilerle dünyayı dolaşan bir makine mühendisinin yıllar içinde çeşitli ülkelerde Atatürk ile ilgili yaşadığı anılarını anlatıyordu.
Dünyanın her ülkesinde Atatürk hayranları ile karşılaşan bu okurumun yazısını, Atatürk’e ağır hakarette bulunan imam hatip liseli gencin de okumasını tavsiye etmiştim.
Bu yazıdan sonra bir okurumdan daha mesaj geldi.
O da başından geçen Atatürk anısını anlatıyordu.
Bakın okurum ne yazmış;
Sevgili Can Bey,
24 Eylül günü Atatürk hakkında ki köşe yazınızı okudum.
Böylesi bir anıyı ben de gururla size nakletmek isterim.
Ben Denizlili bir besteci-yorumcu müzisyenim.
1979 yılında Fransa Lille Üniversitesi’nde ekonomi okuyordum. Üniversite, yabancı öğrenciler otantik müzik festivali hazırlamıştı. Bir Türk olarak ben de Bolivyalı bir arkadaştan gitarını alıp sahneye çıkmıştım. Orada 3 şarkı söylemiştim.
Biri bizim Yemen Türküsü idi diğeri Gesi Bağları ve Barış abiden Dağlar Dağlar.
Salonda 1000 den fazla Arap, Faslı, Tunuslu, Cezayirli öğrenci vardı ve bana Yemen Türküsü’nde eşlik etmişlerdi.
Ben sahneden inince kulise Cezayirli bir arkadaş geldi beni tebrik etti ve bana “Mösyö Hurşit , biliyor musun sen çok şanslısın” dedi.
“Neden?” diye sordum. Şaşırmıştım.
“Şundan” dedi. “Sen Türkiye Cumhuriyeti’nin çocuğusun Bir Mustafa Kemal Atatürk ülkesinin çocuğusun. Ah bizim de Atatürkümüz olaydı. Bizim bir Atatürkümüz olmadı.”
Çok hüzünlenmişti. Şimdi bir müzisyen Hurşit Türkay & Grup S.İ.S olarak her bir konserimiz önce veya TV’de, radyoda uygun bir anda bu anımı mutlaka anlatırım.
Bunu sizinle paylaşmak istedim. Atatürk bizim geleceğimizdir. Çok selam sevgiler sevgili Can Bey.
ÇOK GÜLDÜM
Pazar için üç fıkramız var
Bu hafta Yıldırım Tuna’dan yine üç fıkra geldi. Birlikte okuyalım;
Dopingin de bu kadarı
Üniversitenin Kız Disk ve Çekiç Atma Takımı son derece hırslı koçlarının yasa dışı erkeklik hormonu sağlayan ilaçları kızların öğünlerine kimseye danışmadan aşırı dozda katmasıyla kolayca önce eyalet, sonra da büyük bir farkla Birleşik Devletler Şampiyonu olmuşlar..
Müsabakalardan üç hafta kadar sonra sporcu velileri toplanıp “Efendim kızlarımızın hepsinde aynı garip şeyleri tespit ettik, size de bildirelim dedik” diye koçun kapısını çalmışlar, “Kızlarımızın bıyık ve sakal bölgelerinde siyah ve sert kıllar çıkmaya başladı.”
Koç yediği haltı bildiği için “Nee?” diye telaşlanmış, “B.. Bıyık ve sakal mı?.”
Veliler “Sadece orada değil tabii” demiş veliler utanıp sıkılarak, “Bacaklarda da hayli var ama kızların testislerinde iyice yoğunlaşıyor..!”
Tasarruf başlasın
Ülkenin birinde Başkan giderlerden tasarruf etmek ve böylece ülkesini batmaktan kurtarmak için yenilikçi fikirler bulmak amacıyla acele kabinesini sarayında toplamış.
“Arkadaşlar, başımız büyük bir belada” demiş, “Biliyorsunuz artık kimseden borç da bulamıyoruz, bana bütçemizde önemli bir maliyet tasarrufu fikri ile gelen kişi ya da kuruma 1.000.000 dolar ikramiye vereceğim!”
Ön sıradan bakanlardan biri hemen el kaldırmış.
“Evet?” demiş Başkan, “Bayağı hızlı davrandın. Maliyet tasarruf fikrin nedir?..”
“Valla artık yapacak çok fazla bir şey yok ama ilk tedbir olarak şu vereceğiniz ikramiyeyi önce bi 500.000 dolara indirelim.”
Orantı meselesi
1.90 boyundaki iri yarı yakışıklı delikanlı ile ilk defa çıkan kısa boylu narin kız, onunla flört etmenin zorluklarını ilk günlerde hissetmeye başlamış. Ondan ayrılsın mı, flörte devam mı etsin, karar verebilmek için gözlerini ondan ayıramadan, “Anlat bakayım bana” demiş, “Vücudunun diğer uzuvları da boyunla aynı orantıda mı?”
Delikanlı “Yok” demiş, “Şayet olsaydı boyumun en az 2.5 metre olması gerekirdi.”
İşte Türkiye’nin hali
Akıllı ve duyarlı insanların “orantısız zekâsı” gibisi yok.
Uzun uzun konuşun, sayfalarca yazı yazın ama şu CAPS’daki kadar vurucu ve etkileyici olmaz belki de.
İşte Türkiye’nin durumu tam da bu.
Yandaş medyayı izlediğiniz zaman kendinizi bambaşka bir dünyada sanıyorsunuz.
Her şey harika, ekonomik sıkıntı belki var ama çabucak geçecek, halk umutlu, herkes neşeli, işler tıkırında.
Oysa gerçek çok farklı.
Yıllardır iktidar ve medyası halkın bir bölümüne sanal bir dünya sunuyor.
Ne yazık ki bu sanal dünyanın hülyalı görüntülerine aldananlar ülkenin kaderini belirliyor.
ÜYE YORUMLARI
Facebook Yorumları
Yazılarınızı genelde beğenerek okuduktan sonra çevreme de tıklıyorum. Başarılarınızın devamını dilerim....