Can Ataklı: Görünen o ki bu davada Türkiye açısından işler sarpa sarıyor. İddianame ve savcının sunumunda bu işin ucunun 'Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine' varacağı yolunda yorumlar ve saptamalar var.
İktidar bu akılsızlığı nasıl yaptı?
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Referandum “şaibeli” biçimde sona erdikten sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan hemen “Atı alan Üsküdar'ı geçti” diyerek hakim gücünü kullandı ve noktayı koydu.
Belli ki yapılan hukuksuzluğun toplumda yarattığı hasarı da gözeterek 23 Nisan kutlamaları sırasında “Artık bu tartışmaları bırakın, artık barışı kurma zamanıdır” dedi.
Dünkü yazımda her ne kadar bu sözlerin aslında “bırakın artık bunları destekleyin bizi olun bitsin” anlamına geldiğini yazdıysam da içimde “o kadar da olumsuz bakma, yeni durum belki cumhurbaşkanını da tedirgin etmiştir, kendine bir çıkış noktası arıyordur” duygusu oluştu.
Erdoğan'ın bu sözlerinden hemen sonra İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun 1 Mayıs'la ilgili açıklaması geldi.
Soylu “her yıl olduğu gibi bu yıl da 1 Mayıs'ın Taksim'de kutlanmasına izin vermeyeceklerini” açıklıyordu.
Neden?
Nedeni belli değil yine. Aslında belli. İnat. İktidarın “Ben olmaz dedim, o kadar” mantığı.
1 Mayıs 1977'de yaşadığımız kanlı olaylardan sonra dönemin sıkıyönetim komutanlığı Taksim'de miting yapmayı yasaklamıştı. O kanlı 1 Mayıs'tan sonra sadece iki kere biri CHP diğer de AP için meydan açılmış ondan sonra kapatılmıştı.
AKP bu yasağı sürdürdü. Ta ki 2009'a kadar. O yıl nasıl olduysa oldu ve AKP iktidarı Taksim'de 1 Mayıs kutlamasına izin verdi.
2009 1 Mayıs'ı çok görkemli geçti. Her fikir ve görüşten insan alanı doldurdu. Bizzat AKP'li yöneticiler de bayrama katıldı. Ertesi yıl aynı görüntüler bir kere daha yaşandı.
2011'e geldiğimizde “her nedense” iktidar 1 Mayıs'ı yine yasakladı. Sanıyorum 1 Mayıs toplanmalarını iktidara yönelik bir eylem olarak algıladı ve buna tahammül edemedi.
Son 6 yıl 1 Mayıs'ı hep sorunlu yaşadık.
Hele Gezi direnişinden sonra iktidar daha da sertleşti. 1 Mayıs'ları kabus gününe dönüştürdü. Sadece Taksim alanını kapatmakla yetinmedi bütün İstanbul'u “esir kent” haline getirdi.
Referandumdan hemen 15 gün sonra gelen 1 Mayıs bu iktidar için de önemli bir fırsattı bana göre. Referandumun yarattığı kutuplaşmaya karşı iktidar bir barış ve kardeşlik elini bu 1 Mayıs'ta uzatabilirdi. Tıpkı 2009 ve 2010'daki gibi Taksim'e kendisi de gelebilir çok övdüğü yeni rejimin bir diktatörlük rejimi olmayacağını buradan haykırma şansı yakalayabilirdi.
Ama demek ki asıl niyet o değil. Ülkede bir barış ortamı yaratmak değil, tek adamın mutlak hakimiyetini kurmak için daha ilk günden ipleri sıkı tutma amacı taşıdığını anladık bu sayede.
AKP iktidarı tek kişinin mutlak hakimiyetini kayıtsız şartsız korumak ve sürdürmek için 1 Mayıs'ı yine “kabus günü” olarak ilan etti.
Bana gere kendine de yazık etti. Ama asıl önemlisi bu “akılsız” kararıyla Türkiye'ye onulmaz bir hasar daha verdi.
BUNU YAZMAK GEREK
ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANI “SİRKATİN” SÖYLEDİ
Ünlü deyimdir biliyorsunuz “Şecaat arz ederken sirkatin söylemek” deyimi. Meali “kahramanlık taslarken hırsızlığını açıklamak” olarak söylenebilir.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan dün Anayasa Mahkemesi'nin kuruluş yıldönümü nedeniyle düzenlenen törende “Yasaları yorum yoluyla değiştirerek mahkeme eliyle anayasa değişikliği yapılmaktadır” dedi.
Anayasa Mahkemesi başkanı bu sözleri aslında CHP'nin Olağanüstü Hal ilan eden hükümetin çıkardığı bazı Kanun Hükmündeki Kararnamelerin anayasaya aykırı olduğunu iddia etmesi ve Anayasa Mahkemesi'nin bunu reddetmesi üzerine kendini savunmak için söyledi.
Zühtü Arslan dünkü konuşmasında KHK'larla ilgili Anayasa Mahkemesi'nin bir karar veremeyeceğini anlattı uzun uzun. İktidarın talimatıyla böyle bir karar aldıklarını açıklayamayacağı için işi hukuki boyuttan anlatmayı denedi.
Ama bazı konular işte böyle dikiş tutmuyor. Bir konudaki sözde haklılığınızı anlatmaya kalkarken bir başka taraftaki hukuksuzluğu göstermek zorunda kalıyorsunuz sonuçta.
Zühtü Arslan elbette Yüksek Seçim Kurulu'nun hukuku hiçe saymasını ve kanun koyucu yerine geçmesini eleştirmek istemedi. Kendi yaptıklarının doğru olduğunu söylemek için “Yargı kanun değiştiremez, anayasa değiştiremez” dedi kendini savunmak için.
Ama sonuç CHP Genel Başkanının dediği gibi “bir şaibenin açıklığa kavuşması” olarak nitelenmiş oldu.
Hukuksuzluk batağına battığınızda ne yapsanız olmuyor işte. Tabii diyeceksiniz ki “Ne fark eder, atı alan Üsküdar'ı geçmiş olmuyor mu?”
Doğru da bunlar kayda geçiyor. Bu hukuksuzluk dönemi elbette bir gün sona erecek. O zaman ne yapacaklar?
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
ZARRAB DAVASINDA İŞLER SARPA SARIYOR
Ne gariptir, son yılların en önemli davası nedense Türk medyası tarafından izlenmiyor. İran asıllı Türk vatandaşı Rıza Zarrab ile Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla “kara para aklama, dolandırıcılık ve Amerika'nın ulusal güvenliğini tehdit etme” iddiasıyla yargılanıyor.
Farkında mısınız bilmiyorum, davayı izleyen Türk gazeteci yok. Hatta öyle ki medya organlarının Amerika temsilcileri bile yoklar.
Muhtemelen vardırlar da, haber yapıp “biz buradayız” demeye korkuyorlar. Haberleri başka kaynaklardan alıp anlaşılmaz özet bilgiler veriyorlar
Görünen o ki bu davada Türkiye açısından işler sarpa sarıyor. İddianame ve savcının sunumunda bu işin ucunun “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine” varacağı yolunda yorumlar ve saptamalar var.
Zaten öyle olmasa niçin sanık avukatları Ankara'ya gelirler ve Cumhurbaşkanı ile görüşürler? Neden hazırladıkları raporda Amerikan yönetimine “Zarrab rahat bırakılırsa Türkiye'den istenenlerin yerine getirilmesi kolaylaşır” önerisinde bulunurlar?
Belli ki bu olay başımızı çok ağrıtacak.
ÇOK GÜLDÜM
BAŞBAKAN YİNE AÇIĞA DÜŞTÜ
Geçen hafta Salı günü Başbakan Meclis Grup toplantısında konuşurken “Cumhurbaşkanını partimize davet ettik” dedi. Daha sonra gazetecilerin “Erdoğan'ın genel başkanlığı için olağanüstü genel kurul ne zaman toplanacak” sorusuna da “Olağanüstü genel kurul yok, genel kurulumuz 2018'de” cevabını verdi.
Ben de o sırada Halk TV'deki Yazışleri programındaydım. “Başbakan bunu kendiliğinden mi söyledi yoksa sarayın haberi var mı?” diye sordum.
Şimdi anlaşıldığına göre Binali Yıldırım o sözleri kendi inisiyatifi ile söylemiş. Çünkü AKP'de mayıs ayında bir genel kurul toplanması için çalışmalar başladı.
Bu Binali Yıldırım'ın Erdoğan karşısında kaçıncı açığa düşmesi hatırlamıyorum. Ancak görünen o ki Yıldırım artık yolcudur. Muhtemelen Erdoğan genel başkan olduktan sonra istifa edecek ve yerine başka biri atanmayacak. Erdoğan başbakan yerine bir koordinatör bakan görevlendirecek. Bakanlar kuruluna kendi başkanlık yapacak ve fiilen başkanlık sistemine geçecek.
“Hukuken olmaz” diyenler olabilir. Ülkede hukuka uygun ne kaldı ki? Ayrıca deyin ki hukuka aykırı, kim engel olacak? Öyle bir demokratik hukuk kurumu mu var?
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
KÜÇÜCÜK ÇOCUKLARA ÖĞRETİLENE BAKAR MISINIZ?
İktidarın getirdiği “4+4+4 sistemine” başından itibaren karşı çıktım biliyorsunuz. Çünkü bu sistem eğitimi daha iyi ve kaliteli hale getirmek için değil, din eğitimini küçük yaşlarda çocuklara verebilmek için düşünülmüştü. Cumhurbaşkanının ifadesiyle “dindar-kindar” bir nesil yetiştirmek amaçlanıyordu.
Bu yeni sistemin AKP zihniyeti açısından çok başarılı olduğu anlaşılıyor. Minicik çocukların beynine işlenen hurafeler, yanlış bilgiler ve beyin yıkayan fikirler öyle ya da böyle açığa çıkıyor.
İşte son örneklerden biri Balıkesir'den. 23 Nisan törenlerinde “canlandırma” yapan öğrencilerden birine Atatürk rolü verilmiş. O çocuk şöyle diyor “Ben Atatürk, padişah Vahdettin'in emriyle Anadolu'ya gittim.”
O padişah Vahdettin Sevr'in imzalanmasına karar vermiş, Osmanlı İmparatorluğu'nun ipini eliyle çekmiş, İstanbul'u İngiliz işgal kuvvetlerine teslim ettikten sonra Türkiye'den kaçmış.
Güya Vahdettin'in emriyle Anadolu'ya geçen Mustafa Kemal ise verilen Kurtuluş Savaşı ile ülkeyi kurtarmış ve Cumhuriyeti ilan etmiş.
Bu yalanı yıllardır söylerler. Vahdettin Atatürk'e Mondros mütarekesinin şartlarını kontrol etmesi için Samsun'a gitme emri vermiş olabilir. Sonuçta Atatürk bir Osmanlı paşası. Ama aldığı emir “git ülkeyi kurtar” değil. Tam tersine “Git bak bakalım anlaşmaya uymayanlar var mı?” emri.
Bu yalanı niye söylüyorlar ve minik beyinlere aşılıyorlar. Amaçları; “Atatürk Osmanlı padişahının emriyle hanedanı kurtarmak için görevlendirildi ama ihanet etti ve Osmanlı'yı bitirip kendi diktatörlüğünü kurdu” diyebilmek.
Bunu şimdi yetiştirdikleri “dindar-kindar” nesle söyletiyorlar.
Can Ataklı - Korkusuz