Provokasyon kelimesi ilk ne zaman kullanıldı?
Can Ataklı; Çoğu Kazancı yokuşunda ezilerek 38 kişi can verdi. Türkiye’de görülmemiş bir olaydı bu. Haberi nasıl verecektik, gazetenin manşeti ne olacaktı? Bir dönem turizm bakanlığı da yapan Bahattin Yücel “Provokasyon başlığını atalım” dedi.
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
Simit deyip geçmeyin, şu hüzünlü öyküyü okuyun
Son günlerin en popüler konularının başında simit ve simit fiyatları geliyor.
Bir simit artık 15 lira.
Zamanında Erdoğan henüz iktidarda değilken simit fiyatı üzerinden millete seslenmiş ve günde sadece birer simit yiyip birer bardak çay içen ailenin masrafı üzerinden dönemin iktidarına “Zalimleeeer” diye bağırmıştı.
Aslında hesapta hâlâ bir değişiklik yok.
Asgari ücretli bir aile sadece simitle karnını doyurmak istese elinde kalan para 5500 lira.
Bununla kira, elektrik, su, doğalgaz paralarını nasıl ödeyecek?
Erdoğan acaba yıllar önce yaptığı bu hesabın bugün de geçerli olduğunu bilmiyor mu, görmüyor mu, kimse ona söylemiyor mu?
Bugün size bir simit öyküsü anlatmak istiyorum.
Hayli hüzünlü ama insanın içini de ısıtan bir öykü bu.
Böyle günlerde iyi gider. Okuyalım birlikte;
Simit almak için sıraya girdim. Sıra çok kalabalıktı. 20 dakika kadar sırada kaldım. Hemen önümde bir kız çocuğu ve babası var. Babası gömlek düğmelerini boğazına kadar düğümlemiş. Tertemiz giyinmiş ancak kıyafetleri eski. Ayakkabıları kösele, eski ve yazlık. Anladım ki güngörmüş bir adam.
Çocuk iki de bir ‘’Hadi baba, acıktım gelmedi mi sıra daha?” diye söyleniyor...
Sonunda sıra onlara geldi. Adam bir simit istedi. Çocuk itiraz etti:
“Baba, ben tahinliden de istiyorum.” diye.
Babası “sus!” der gibi sessizce kaşlarını kaldırdı, “Olmaz!” demek istedi.
Bozuk birkaç adet parayı uzatırken paranın bir tanesi yere düştü, tezgâhın altına gitti.
Adam diz çöküp almaya çalışırken,
Simitçi:
“Boşver be abi, önemli değil!” dedi.
Baba kısık sesle:
“Abi başka paramız yok, eksik kaldı. Hakkını helal et!” deyince, simitçi: “Oturun sehpaya biraz; sıcak çıkınca ben getireceğim” dedi.
Adam eksik para verme mahcubiyeti ile en köşeye oturdu.
Ben de bu arada simidimi alarak yan masalarına oturdum. Çay söyledim, zeytin de koydular yanına.
Bu arada izliyorum. Simitçi kızacak mı, sevecek mi diye. Neyse, geldi bizim simitçi içerden masaya doğru.
İki tabak yapmış, ama çok özel. Tabakların içine her şeyden koymuş sanki. Çocuğun istediği tahinliden, simit, börek, bu arada tatlılardan da unutmamış, silme iki tabak doldurmuş. Üç de çay geldi, simitçi de tabureye oturdu.
Ben pür dikkat onları izliyorum.
Kendi kendime, “adam kaç yıllık esnaf anlamış tabi, kim dilenci, kim aç kalmış, biliyor ve yanılmıyor” diye içimden geçirdim.
Başladılar sohbete, bu arada tekrar tekrar çay içtiler.
Sonra baktım simitçi, biraz kâğıt para çıkardı ve adamın gömlek cebine koyuverdi.
“Yarın gel işine başla!” dedi.
Neyse onlar kalkıp gidince, meraktan öleceğim sanki, hemen yanaştım simitçiye: “Patron! Seni tebrik ederim” dedim. Hiç rencide etmeden babası ile küçük kızın karnını doyurdun. Kimseye göstermeden de cebine üç-beş para koydun. Allah Razı olsun, sayınızı çoğaltsın, ne iyi adamsın!” dedim.
“Sağol” dedi simitçi.
“Ona söylemedim; ama o benim ilkokul arkadaşım. Ben onu tanıdım ama o beni tanımadı. Yarın gelince söyleyeceğim kendisine bunu. Şimdi utanır ve üzülür de işe gelmez diye söylemedim. Biz ortaokulda devlet okuluna giderken, babası onu özel kolejde okutuyordu. Çok zengin bir ailenin çocuğuydu. Hepimiz ona imrenerek bakardık. Ne oldu kim bilir? Ne olduğun değil, ne olacağın önemli. Yeter ki içindeki insanlık yaşasın.”
Farkında olanlara ne mutlu...
DÜNYAYI İYİLİK KURTARACAK
ÇOK GÜLDÜM
İki siyasetçiden hayvanlarla ilgili iki ibretlik fıkra
İlk fıkramızı Rifat Serdaroğlu’nun yazısından aldım.
Serdaroğlu fıkrayı anlattıktan sonra bununla şimdiki durumu karşılaştırmış, yazının tamamını sosyal medyada bulabilirsiniz.
Fıkra şöyle;
Uyanık adamın biri, aslanla kuzuyu aynı kafeste yaşatacağını iddia eder!
“Yapamazsın! Bu mümkün değil” derler.
“Deneyeyim de görün” der, uyanık.
Ve hayvanat bahçesinde deneme başlar!
İtiraz edenler bir hafta sonra gelip bakarlar ki, aslan ile kuzu aynı kafeste!
“Bunu nasıl yaptın” diye hayretle adama sorarlar?
O da yanıt verir;
“Çok basit! Her gün kafese yeni bir kuzu koyuyoruz!”
İkinci fıkramız ya da yazan Vecdet Öz’ün deyimiyle masal da şöyle;
Muhterem Aydınlar,
Bugün sizlere bir Hint masalı anlatacağım..
Bir fare, kedi korkusundan devamlı endişe içinde yaşamaktadır.
Büyücünün biri fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür.
Ama fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya başlar.
Büyücü onu bir kaplana dönüştürür.
Kaplan olan fare, sevineceği yerde, bu kez de avcıdan korkmaya başlar.
Büyücü bakar ki ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkân yoktur.
Böylece onu tekrar eski haline dönüştürür ve der ki, “Sana yardım edemem çünkü senin korkun cinsinden değil yüreğinin küçüklüğünden kaynaklanıyor.”
Kıssadan hisse.
Onu da siz değerlendirin.
Provokasyon kelimesi ilk ne zaman kullanıldı?
Son günlerde yaşadığımız olaylara anında “provokasyon” damgası vuruluyor.
Elbette bu eylemler provokasyon içeriyor ancak yandaş medya işine gelmeyen olayları değersizleştirmek ve önemsizleştirmek için “provokasyon” yapıştırması yapıyor.
İyi de provokasyonu yapan kim, bu kimin işine yarıyor, bunlar neden ortaya çıkarılmıyor, o konularda bir şey demiyorlar.
Provokasyonun tam karşılığı kışkırtma.
Peki bu tanım Türkiye’de ilk ne zaman kullanılmıştı.
Anlatayım.
Yıl 1977, o sırada mesleğimin birinci yılındayım, yeni çıkan Vatan gazetesinde çalışıyorum.
O yıl 1 Mayıs büyük heyecanla başlamış, Taksim alanını bir milyondan fazla vatandaş doldurmuştu, heyecan büyüktü.
Tören bitti, tam kalabalık dağılmaya hazırlanıyordu ki bir anda bir silah sesiyle büyük bir panik çıktı.
Kalabalığın savrulması sırasında polis panzerleri de su sıkarak ve gaz bombası atarak Taksim’e daldı.
Çoğu Kazancı yokuşunda ezilerek 38 kişi can verdi.
Türkiye’de görülmemiş bir olaydı bu.
Haberi nasıl verecektik, gazetenin manşeti ne olacaktı?
Bir dönem turizm bakanlığı da yapan Bahattin Yücel “Provokasyon başlığını atalım” dedi.
O kelimeyi o güne kadar hiç bilmiyordum, yazıişlerindeki birçok kişi de bilmiyormuş meğer, ama devrimci jargonda kullanılan bir kelimeymiş.
O sırada müessese müdürü olan Hüseyin Güler “Yahu bunu kimse anlamaz, siz gazeteyi batıracak mısınız?” diye karşı çıktı.
Ama sonunda gazete “provokasyon” başlığı ile çıktı.
Tam tahmin edildiği gibi ertesi gün pek çok kişi bunun ne anlama geldiğini anlamadı, ama provokasyon kelimesi halkın zihninde yer etti.
O günden beri de sıkça kullanılıyor artık.
ÖNERİ
Bu slogana iyi bakın
Fotoğraf ODTÜ’nün mezuniyet gününde çekilmiş.
Öğrenciler her yıl yaptıkları yürüyüşte zekâ ürünü çok esprili pankartlar taşırlar.
“Umutsuzluğa alışmayın” sloganı tam da bugünler için hazırlanmış gibi.
Muhalefet partilerinin aday seçimleri, herkesin seçime girecek olması, oyların bölünme paniği özellikle CHP’lilerde büyük bir karamsarlık yaratıyor.
Oysa asıl telaşa kapılması, panik içinde olması gereken parti iktidar partisi.
Bu kez muhalefetin değil iktidarın “ölüm kalım savaşı” yaşanacak.
Kimse umutsuzluğa kapılmasın, umutsuzluk bir alışkanlık haline gelmesin, bu seçimde önemli olan muhalefetteki bir partinin kazanması değil, iktidarın ağır bir yenilgi almasıdır.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Dinci gösteriler polis korumasında yapılamaz
Yıl başından bu yana dinci gruplar başta İstanbul olmak üzere çeşitli yerlerde gösteriler yapıyorlar.
Hilafet çağrılarının yapıldığı, şeriat istendiği, yeşil bayrakların açıldığı bu gösteriler başkalarına asla izin verilmeyen yerlerde gerçekleştiriliyor.
Örneğin İstanbul’da bir gösteri yürüyüşü yapmak için izin istediğinizde valilik “izin verilen yerleri” gösteriyor.
Oysa dinci gösteriler için izne gerek yok.
Canları istiyor Galata köprüsünün üzerinde, canları isterse Boğaz yolunda canları isterse Beyazıt’tan Sultanahmet’e, canları isterse Ankara’nın ana caddelerinde, canları isterse adliye binasının içinde gösteri yapıyorlar.
İşin garip tarafı asla izin verilmeyen yerlerde yapılan bu gösterilerde polis koruma görevi yapıyor.
Valilik izninin çiğnenmesini bir kenara bırakalım bu gösterilerde açıkça anayasa suçları işleniyor ama tek bir savcı bile harekete geçmiyor.
Adliye içinde dinci gösteri için bile hâlâ soruşturma açılmadı, bir savcı bile kılını kıpırdatmadı.
Hatta öyle ki bu gösterileri eleştirenler hakkında “halkı kin ve nefret yoluyla tahrik etmekten” dava bile açılıyor.
Nereye gidiyoruz böyle ya da nereye geldik böyle?
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları