Bayrama daha var
Çiğdem Toker; 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü, Ramazan Bayramı arifesine rastladı. Bu denk gelişin yol açtığı, kişisel görünse de mesleğimizle ilgili çağrışım ve düşünceleri paylaşmak istiyorum.
İki bayramın iç içe geçtiği günden bütün okurlara iyi bayramlar.
1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü, Ramazan Bayramı arifesine rastladı. Bu denk gelişin yol açtığı, kişisel görünse de mesleğimizle ilgili çağrışım ve düşünceleri paylaşmak istiyorum.
35 yıldır gazeteciliğin içindeyim. Büyük kısmı, pazar günleri, dini ve milli bayramlarda çalışarak geçti.
Bayram tatillerinin tamamında izin yapmak nasıl bir şeydir, bildiğim söylenemez. Aynı şey, cumartesi, pazarı içine alan hafta sonu tatili için de geçerlidir. Pazar günü yazılan şu satırlar da böyle bir geleneğin ürünü.
Gazetecilik yıllarım, çoğunlukla kalabalık bürolarda geçti. Bayram tatilleri büro şefi tarafından -artık kaç günse- ikiye bölünür, çalışanların yarısı bir yarısında; diğer yarısı da öbür yarısında çalışırdı.
Bu durumun işin gereği olduğu söylenebilir. (Gazete, kalbi her an atmak zorunda olan canlı bir organizmadır çünkü.) Ancak haklılığı, gecenin gündüze karışmadığı, mesai kavramına saygı duyulduğu bir çalışma düzeniyle mümkündür.
★★★
Büyük gazetelerde sendikal tasfiyeye tanıklık etmiş bir kuşağın mensuplarıyız. O nedenle Avrupalı meslektaşlarımızın, saat 18 olduğunda, ellerindeki iş, ne kadar önemli olursa olsun paydos ettiklerini, devam edilmesi zorunluysa ücret karşılığının mutlaka alındığını hayretle dinlerdik.
Yaptığı iş, kaçınılmaz olarak yoksulların, ezilenlerin sesini duyurmak olan gazetecilerin, sıra kendi haklarına geldiğinde sınıfta kalmış olmasının iç sıkıntısı karışırdı bu hayrete.
Gazetecilikte kalabalık bürolar dönemi, birden çok sebeple geride kaldı. Dijital çağa Türkiye'den eklenen siyasi rejim değişikliği, çalışma koşullarını değiştirdi.
Artık kamu binaları önünde saatlerce bekleme, koridorlarında saatlerce zaman geçirme zorunluluğu azalsa da yoksulların, ezilenlerin sesini, emekçilere yaşatılan eşitsizlik ve sömürüyü topluma hâlâ gazeteciler duyuruyor.
Gerçek bir bayrama daha zaman olsa da hepimizin bayramı kutlu olsun.
Gezi kararı, biat etmeyen herkese
Anayasal haklarını barışçı yollarla kullanan bireylerin, hayatlarına kastedilerek cezaevine atıldığı bir toplumda gerçek bayram yoktur.
Gezi; baskıcı, gerici, tek tipleştirmeyi dikte eden politikalara kitlesel bir itirazdı. Merkezsiz, örgütsüz, kendiliğinden, tam da bunun için kıymetli bir halk hareketi.
AKP iktidarı içinse insanların yan yana, kalabalık bir görüntü vermesi, bir amaç için toplanması, ses yükseltmesi ancak onun iradesi, kullandığı sınırsız mali kaynaklar ve iktidar gücüyle organize etmesine bağlıdır. Talimatla düzenlenmemiş, tek tip obje ve kumanyalar dağıtılmamış, insanların cetvelle çizilmiş bir oturma düzeninde dizilmediği, karşısında yüksek bir kürsünün bulunmadığı her kalabalık, AKP için “tehdit” ve “tehlike”dir.
Gezi davasında, toplumun bütününe gözdağı vermeyi amaçlayan güdümlü, ağır kararlar, işte bu karşıtlığın doğurduğu intikamcı bir anlayışın ürünü. Ancak iktidarın göremediği, ne yaparsa yapsın bu toplumda baskıya, dayatmaya, gericiliğe karşı güçlü bir damarın var olduğu gerçeğidir.
Osman Kavala, Can Atalay, Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman, Hakan Altınay, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Yiğit Ali Ekmekçi'ye ve hukuksuzca alıkonulan herkese dayanışma duygusuyla selamlar.
İş cinayetleri ve dinsellik
İş cinayetlerinde Türkiye ilk sıralarda. Bunun kadar kötü olan, işçilerin, çalıştığı iş koşulları nedeniyle hayatını kaybetmesinin sıradanlaşması. İşçi Sağlığı ve İş
Güvenliği (İSİG) Meclisi verilerine göre geçen yıl 2.170 kişi iş cinayetlerinde yaşamını yitirmiş.
Bu yılın ilk üç ayında hayatını kaybeden işçi sayısı 347 işçi.
İş cinayetlerinin iş kollarına göre dağılımı, güvencesiz, sömürüye dayalı sektörlerin de aynası. Ocak-mart döneminde iş cinayetlerinde yaşamını yitirenlerin 54'ü inşaat sektörü-yol iş kolunda, 45'i taşımacılık, 33'ü işçi orman işkolunda çalışıyordu.
Haberleri tek tek geldiğinde sarsıcı etki yaratmasa da iş cinayetlerinin AKP iktidarında çığ gibi arttığı gerçektir.
301 maden işçisinin yerin altında can verdiği Soma Katliamının ardından yakınlarını kaybeden ailelerin evlerini ziyaret eden din adamları, işçilerin şehit sayılacağını söylemişti. Soma'da öğrendiğim bu bilgiyi aktaranlar, bu ziyaretlerin ardından bazı ailelerin şikayetten vazgeçtiğini de söylemişti.
18 yıl hapisle cezalandırılan avukat Can Atalay, insanlığa yaraşır bir çalışma düzenini din üzerinden terbiye eden bu politikaya karşı yoksulların hakkını savunuyordu.
Gezi'nin neden mahkum edildiğini az daha görelim diye hatırlattım bu örneği de.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları