Cumhuriyet davasında ‘3A’
Çiğdem Toker: Bugün itibarıyla cezaevinde Cumhuriyet’ten kimsenin kalmaması, bu cezaların infaz edilme riskini ortadan kaldırmıyor. Dahası bu cezalar, 24 Haziran seçimleri öncesinde de haber alma hakkı üzerinde “korkutma” misyonu(!) üstleniyor.
Cumhuriyet’i susturmaya dönük davada kararın açıklanması, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) kuruluşunun 56. yıldönümüne rastladı.
Silivri’de duruşmanın başladığı saatlerde, Ankara’da AYM Başkanı Zühtü Arslan, her AYM başkanının, her yıldönümünde yaptığı üzere geleneksel açılış konuşmasına başlamıştı.
Aslan, konuşmasının son kısmını “ideal yargı sistemi”ne ayırdı.
AYM Başkanı’na göre ideal bir yargı sisteminin, üç değere sahip olması gerekiyordu: Akıl, ahlak ve adalet. Etkili bir yargı düzeninin üzerine oturması gereken üç değeri, “3A” olarak formüle eden Arslan, “Bu kavramlar olmadan sadece yargı değil, herhangi bir medeniyet de tasavvur edilemez” dedi.
Cumhuriyet avukatları Silivri’de 27. Ağır Ceza Mahkemesi salonunda gazeteciliğin neden suç olmadığını kimbilir kaçıncı kez anlatırken, AYM Başkanı, 3A’nın ilk A’sı olan akıl konusunda Kant’a atıfta bulunarak şöyle diyor:
“Aklını kullanamayanlar, başkalarının aklının aracı ve esiri olurlar. Bu bağlamda yargısal akıl, hür ve bağımsız vicdanların varlığını zorunlu kılar.”
***
Cumhuriyet yöneticive yazarlarının “örgüte yardım” suçundan ağır hapis cezalarına mahkûm edildiği davanın ilk soruşturmasını başlatan savcı halen FETÖ üyeliği suçlamasıyla yargılanıyor.
Halen ve FETÖ üyeliği, evet.
Yazarlarının, muhabirlerinin “Cemaat” gerçeğini yıllar önce yazdığı Cumhuriyet iddianamesinde, evrensel bir ceza yargılamasında aranan cezalandırmaya dayanak oluşturabilecek bir tek maddi, somut delil yer alamadı.
Delil niyetine, bir gazetenin varlık sebebi olan haber ve manşetler uzun uzun alıntılandı.
Bir gazetenin yalnızca kendisini ve okurlarıyla bağını ilgilendirebilecek “yayın politikası değişikliği”, uzun uzun tanıklara soru olarak yöneltildi.
Duruşmalarda haberler ve sayfaların mizanpajı sorgulandı.
Cumhuriyet davasında bilirkişilik yapan bir kişinin, sonradan delil diye sunulacak, birinci sayfayı kesip biçerek çarpıttığı, belgesiyle ortaya çıktı.
Cumhuriyet iddianamesini yazan İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili HSK üyesi seçildi. Bir buçuk yılın ardından Cumhuriyet yönetici ve yazarlarına boş bir iddianame üzerinden ve üstelik “örgüt üyeliği” ile suçlayamadan, habercilik faaliyeti üzerinden “örgüte yardım” cezaları yağdırıldı. Verilen cezalar, başka davalarda “örgüt üyeliği”nden verilmiş bazı cezaların çok üzerinde.
Bugün itibarıyla cezaevinde Cumhuriyet’ten kimsenin kalmaması, bu cezaların infaz edilme riskini ortadan kaldırmıyor. Dahası bu cezalar, 24 Haziran seçimleri öncesinde de haber alma hakkı üzerinde “korkutma” misyonu(!) üstleniyor.
Nitekim salt bu risk sebebiyle verilmiş AYM’nin ifade ve basın özgürlüğünü temel alan kararını anımsamakta yarar var. AYM’nin “Bekir Coşkun kararı” (2015) olarak bilinen kararından, bugüne ışık tutan bir gerekçe yazılmıştı.
Coşkun’a verilen hapis cezasının “geri bırakılarak denetimli serbestlik tedbiri uygulanması” kararında Yüksek Mahkeme şöyle dedi:
“Bir yazar olan başvurucunun bu süre içerisinde cezasının infaz edilmesi riski her zaman bulunmaktadır. Yaptırıma maruz kalma endişesinin kişiler üzerinde kesintiye uğratıcı bir etkisi vardır ve sonunda kişi denetim süresini yeni bir mahkûmiyet almadan geçirse bile kişinin bu etki altında ileride düşünce açıklamalarından veya basın faaliyetlerini yapmaktan imtina etme riski bulunmaktadır.”
AYM kararlarının herkesi ve her kurumu bağladığı evrensel ilkesi ile Başkan Arslan’ın henüz mürekkebi kurumamış 3A formülünü bir daha hatırlatıp diyelim ki:
Bugünkü yargı sisteminin koruyamadığı haber alma hakkı, bizatihi yargı sisteminin de ihtiyacıdır.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları