Gazeteciliğe 'dezenformasyon' baskısı
Çiğdem Toker; Sansür ne, dezenformasyon ne, CMK TCK ne, hepsi birbirine karışıyor bazen değil mi sevgili okur? Karışmasın.
Bu hukuksuzluk cevap beklerken, biz de kimbilir kaçıncı kez hukuk dışı durumlara ve kararlara hukuksal yanıtlar aramanın bunaltıcılığını hissediyoruz. Ama bu bunaltı, Tolga Şardan’ın ödediği bedelin yanında keyfekederdir elbette
Sansür ne, dezenformasyon ne, CMK TCK ne, hepsi birbirine karışıyor bazen değil mi sevgili okur? Karışmasın.
Mesele ziyadesiyle yalın: Son aylardaki birçok yazısı güvenlik bürokrasisi ile yargıdaki usulsüz durumlara işaret eden (gazeteciliğe AKP kurulmadan 13 yıl önce başlamış) gazeteci Tolga Şardan’ın tutuklanmasından söz ediyorum.
Doğrusu, ekonomi alanının kamu kaynakları kısmına yönelmiş bir gazeteci olarak, -çoğunu kendi kararımla bıraktığım, biri “küçülme” gerekçesiyle yazılarıma son vermiş birbirinden farklı kurumlarda,-benzer konuları yıllardır birçok kez yazmak durumunda kaldım.
Sorun gazeteciliğin var oluşuyla ilgiliyse ve yıllar içinde çözülmek şöyle dursun ağırlaşıyorsa, anlatma derdi de bitmez.
Açık ve yalın olan mesele şudur:
İktidar, eğer bir medyayı kendisi inşa etmemişse onu hasım görüyor. Kâh kamu bankası kâh kendine amade iş dünyası aktörlerine verdiği talimatla finansman aktarmadığı medya kuruluşunu makbul görmüyor, dahası çoğu kez de tehdit algısı içinde oluyor. Bunun kendi mantığı içinde tutarlı olduğu söylenebilir. Öyle ya, eğer “can sıkıcı” haberler yayımlanacaksa, can sıkıcı haberler geceleyin sayfalardan kazınmayacaksa, tüm birinci sayfalar aynı manşetle çıkmayacaksa, yöneticiler biat etmeyecekse bir iktidar neden kendine medya kursun ki? Neden kamu sermayeli şirketleri, muma çevirdiği özel şirketleri kendi medyasına ilan reklam vermeye zorlasın ki?
“Torba”daki sansür
Mesele bu olunca, gazeteciliği ısrarla ve “yanlamadan” yapan gazeteciler bazen adli soruşturmaya, bazen itibarsızlaştırmaya bazen de can güvenliğine dönük tehditlere açık hale geliyor. Gazetecilerin uzun zamandır ve yaygın olarak suçlandıkları “terör” soruşturmalarına son bir yıldır yenisi eklendi.
İstenmeyen haberleri ve haberi yazan gazetecileri “cezalandırma” amacına yönelik maddenin adı “halkı alenen yanıltıcı bilgiyi yayma."
Kısaca “Sansür Yasası” diye yerleşti. İktidar dilinde “dezenformasyon” olarak anılıyor. Somut olgu açısından ise Türk Ceza Kanunu’na geçen sene eklenen bir madde bu. Numarası 217/A.
Sözkonusu maddenin ne işe yaradığı (!) bugün uygulamalı olarak görünüyor.
Bu madde önce bir “torba”nın içine atıldı ve 2022 yılı Ekim ayında TBMM’de kabul edilerek Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın imzasıyla yürürlüğe girdi. Torbanın adı “Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”du.
“Torba kanun”un AKP iktidarının çok sık başvurduğu bir yol olduğunu anımsatalım. Yıllardır birbirine benzemez birçok önemli kanun maddesi aynı torbada son sürat geçip gidiyor. Kimi taktiksel ve hesaplaşma amaçlı görünen “torba”ların içine bir miktar renkli bonbon tarzı maddeler serpiştirilerek (internet gazeteciliği ile ilgili maddeler) “O kadar da kötü değil” denilmesi sağlanıyor. Subjektif, iktidarın keyfi takdirine bağlı olarak yorumlanabilecek, cezalandırma aracı gibi kullanılacak acı maddeler araya gizleniyor.
Fark edilince “Yok canım! Tam olarak o öyle değil” gibi şeyler deniliyor. Günü gelince de gözdağı vermek amacıyla kullanılıyor.
Sözkonusu madde şu:
“Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma
MADDE 217/A
(1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
(2) Fail, suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi hâlinde, birinci fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.”
“Sırf”
Maddenin en başındaki “sırf” kelimesine lütfen dikkat edin. Sonra da “gerçeğe aykırı bilgi”yi yayma koşuluna bakın. Keyfiliğe açık olmaya elverişli bir tasvir görüyoruz. Bu maddeye ve Tolga Şardan’ın yazısına bakarak, onun halk arasında nasıl bir korku ve panik yayma saiki içinde olduğunu bu korku ve paniğin nasıl oluştuğunu, kamu barışının nasıl bozulduğunu henüz bilemiyoruz. Bilmemiz de en azından bu aşamada kolay görünmüyor.
Bırakalım bu soruları, çok daha temel bir hukuksal yanlış yapılarak bir gazetecinin özgürlüğünün rahatça kısıtlandığı bir adli işleyişe tanıklık ediyoruz. Tolga Şardan’ın tutuklanmasına karar veren İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliği kararında “işlendiği iddia edilen suçun, önemli ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle” diye bir ifade geçiyor.
Yani yukarıda aktardığım TCK Madde 217/A'nın “katalog suç olduğu” belirtiliyor.
Oysa bu suç katalog değil! Katalog olarak nitelenen ve uzun bir listesi olan suçlar arasında TCK Madde 217/A yok. (Merak eden herkes Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. Maddesine ve oradaki listeye bakabilir.)
Bu hukuksuzluk cevap beklerken, biz de kimbilir kaçıncı kez hukuk dışı durumlara ve kararlara hukuksal yanıtlar aramanın bunaltıcılığını hissediyoruz. Ama bu bunaltı, Tolga Şardan’ın ödediği bedelin yanında keyfekederdir elbette.
Bütün bu büyük tablonun içindeki asıl öncelikli ve hayati konu ise sistemdir. Bir asırı deviren, köklü bir yasama organını, yürütmenin dikte ettiği kanunlar karşısında etkisiz bırakan sistem ve bu sistemi değiştiremeyen muhalefet sorunudur.
Bu yazı vesilesiyle, bir yıl önceki “Sansür Yasası” görüşme tutanaklarını okudum. Toplumun en az yarısını oluşturan seçmen tabanı ile TBMM’de onları temsil edenler arasındaki derin yarılmayı bir kez daha gördüm.
Tıpkı gazetecilere yönelik kuşatma ağırlaşırken, ana muhalefet partisi CHP’nin bu kuşatma gölgesi altında ve bambaşka bir gerçeklik frekansında kurultaya hazırlanışı gibi...
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları