Tarih:
26.12.2015
Kimin adaleti?
Çiğdem Toker; Şüphesiz ki, adaletin “beklenen” bir şey olmadığını epeydir biliyoruz. Durmaksızın adalet beklemenin yükünün ne kadar ağır olduğunu bildiğimiz gibi tıpkı.
Silivri Cezaevi’nde 30. günü geride bırakan arkadaşlarım Can Dündar ile Erdem Gül’ün tahliye talepleri dün, ikinci kez reddedildi.Bilen bilir.
Haksızlığa uğramış olmanın yol açtığı hüzün, bazen basit gerçeklere perde indirir.
Bu perdeye hiç yüz vermeden, reddin neden hukuksuz olduğunu basit basit anlatacağım size:
-Önce, Can ile Erdem’in tutuklanmasına yol açan “maddi gerçeklik”i anımsayalım: Yazdıkları haberler.
-Basın Kanunu’na göre, eğer bir haber; ceza davası yargılamasına konu edilecekse; davanın gazetede yayımlandığı tarihten itibaren 4 AY İÇİNDE açılması gerekiyor. Hemen belirtelim: Suç ne olursa olsun...
-Oysa Can ile Erdem, yazdıkları haberlerden BEŞ-BEŞ BUÇUK AY SONRA, süren bir soruşturmada tutuklandılar.
***
Nöbetçi İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliği’nin ret gerekçesini inceledim.
6 ayrı madde halinde özetleyebileceğimiz (kolay anlaşılması için ben sıraladım) bu yanıyla “uzun” sayılabilecek bir gerekçe sunmuş hâkimlik.
Maddeler haline getirirsek; deniyor ki:
-Suçun vasıf ve mahiyeti,
-Mevcut delil durumu ve mevcut delil gerekçeleri,
-Atılı suçun yasada öngörülen cezalarının alt ve üst sınırları,
-Soruşturma konusu suçların ağırlığı ve önemi dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı,
-Suçun sabit görülmesi halinde, verilmesi olası ceza ile tutuklamanın tedbirlerinin ölçülü olduğu,
-Tutukluluk hallerinin sonlanmasını gerektirecek yeni bir delil bulunmaması.
***
Ama sorun şu ki, bu gerekçelerin tamamı; Can ile Erdem hakkındaki tutuklama kararının doğru bir usulle, doğru zamanda verildiği varsayımına dayanıyor.
Yani sanki tutukluluk kararı, 26 Kasım 2015’te değil de mesela 26 Haziran’da ya da mesela 1 Ekim’de verilmiş gibi.
Oysa Can ile Erdem hakkında yapılacak ceza yargılamasının süresi kaçmış gitmiş...
Ola ki aranızdan, “Olsun, n’apalım... Onlar da terör örgütüne yardım edecek haber yapmasalardı” diyeniniz çıkar...
O zaman ben de size tam da bu konuya denk düşen ve hayli yakın tarihli bir örnek veririm.
Görevi başında DHKP-C militanlarınca rehin alınıp şehit edilen Savcı Mehmet Selim Kiraz’ı anımsarsınız değil mi?
İşte o vahim olayın haberi, fotoğraflı verildi diye 18 gazeteci hakkında “terör örgütü propagandası yapıldığı” iddiasıyla dava açılmıştı.
Aralarında Can Dündar’ın da bulunduğu 18 gazeteci tam 7.5 yıl hapis cezası talebiyle yargılanacaktı.
Peki, iki hafta önce ne oldu?
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, davanın süresi içinde açılmadığı gerekçesiyle davanın “düşmesine” karar verdi.
Dedi ki mahkeme:
“Cumhuriyet Savcılığı suç oluşturan eylemi 1 Nisan 2015’te öğrendiği halde, kamu davasını 3 Ağustos 2015’te açtı.”
Yani Can ile Erdem hakkında “kalsınlar içeride” anlamına gelen yukarıda aktardığım ret kararında hiç dikkate alınmayan Basın Kanunu’ndaki 4 aylık süreye dikkat çekti mahkeme.
“Süre geçtiği için bu dava düşmelidir”
dedi ve düşürdü.
18 gazetecinin, “terör örgütü propagandası yaptığı” iddiasıyla ilgilenmedi bile...
Esasa hiç girmeden, usulden düşürdü.
Çünkü usul sakattı ve hukuk fakültelerinde her öğrenciye öğretildiği gibi usulün sakat olduğu bir yerde adalet olmazdı.
Şüphesiz ki, adaletin “beklenen” bir şey olmadığını epeydir biliyoruz.
Durmaksızın adalet beklemenin yükünün ne kadar ağır olduğunu bildiğimiz gibi tıpkı.
Ama bu yazı da adaletin, kim için olduğunu ve yeniden nasıl kurulacağı üzerine kafa yoranlar için yazıldı zaten; başka bir şey için değil.
Çiğdem Toker - Cumhuriyet
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları