Nerede bir “çapulcu” varsa
Çiğdem Toker; Ha dönüştürdüler de ne oldu derseniz, Gezi direnişinden sonra yapılan ilk genel seçimde AKP, tek başına iktidar olma yeterliliğini kaybetti. Sonrasını biliyorsunuz.
Çapulcu, başkasının malını talan eden, yağmacı demek. AKP iktidarının yazısız sözlüğündeki çapulcu ise hak arayan vatandaş anlamına geliyor.
Dokuz yıl önce Gezi direnişine katılan vatandaşlar bu kelimeyle aşağılanmak istenmişti ama tutmadı. Gezi'ye katılan toplumun her kesiminden binlerce kişi, bu sözcüğü gurur verici bir sıfat olarak isminin başına ekleyip baskıya karşı duruşun simgesine dönüştürdü.
Ha dönüştürdüler de ne oldu derseniz, Gezi direnişinden sonra yapılan ilk genel seçimde AKP, tek başına iktidar olma yeterliliğini kaybetti. Sonrasını biliyorsunuz.
Bugün de Gezi'den 9 yıl sonra, beraat etmelerine karşın yeni bir dava açılarak 18 yıl hapis cezasına mahkum edilen Can Atalay, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Tayfun Kahraman, Yiğit Ali Ekmekçi, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden'in haksız hukuksuz cezaevinde oluşu; unutulmayan bu yenilgi psikolojisinin bir sonucudur. (Osman Kavala yıllardır cezaevinde)
★★★
Hak arayanların “çapulcu” diye güya küçük düşürülme arzusunun ardındaki gerçek sebep ise hak talebinin, sokaklarda meydanlarda dışarıda ses yükselterek arayan her birey, dolaylı olarak biat etmediğini de ifade etmiş oluyor çünkü.
Zaten şiddete başvurmadan yapılacak her hak arayışı Anayasa koruması altında olmak zorunda. Ama fiilen “normal” kalmadığı için, gösteri ve protesto hakkı Gezi'den bu yana büyük güç biriktirmiş olan iktidar ve destekçileri tarafından suç gibi gösteriliyor. İktidarın kontrol ettiği medyasıyla da hızla kriminalize ediliyor. Hak arayan vatandaşlar güvenlik güçlerinin işkenceye varan sertlikle
müdahalesiyle karşılaşıyor.
Bu sert müdahaleden payını son alan kesim öğretmenler oldu. İnsan onuruna yaraşır ücret talebi, özlük haklarının iyileştirilmesi talebiyle sokağa çıkan öğretmenlere güvenlik görevlileri biber gazı ve gözaltıyla cevap verdi.
Öğretmenlerin hak arayışının ne kadar köklü bir tarihi olduğunu, öğretmen bir ailenin çocuğu olarak iyi biliyorum. Bu onurlu tarih içinde babamın payına düşen (MC Koalisyonu zamanıydı) görevden alma, sürgün, soruşturmalara çocukluk yıllarımda yakından tanıklık ettim. Babamın üyesi olduğu TÖB-DER, 12 Eylül darbesi sonrasında cuntacıların ilk iş kapattığı ilk büyük meslek örgütleri
arasındaydı.
İlginçtir, gazeteciliğin ilk yıllarında dosyasını adım adım izlediğim davalardan biri 1402'likler oldu. 12 Eylül darbecilerinin eseri olan 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile aralarında akademisyenler, öğretmenler, kamu görevlilerinin olduğu binlerce kişi görevlerinden çıkarılmış, yaşadıkları yerden çok uzaklara sürgün edilmişti. “1402'likler” diye anılan öğretim üyesi, öğretmen ve kamu görevlileri
için uzun bir dava maratonu ardından idari yargı göreve dönebilecekleri kararını verdi.
★★★
Uzun lafın kısası; hesaplarına asgari ücret yatırıldıktan sonra bir kısmını elden işverene geri vermek zorunda bırakılan bir öğretmen, sokağa çıkıp sesini yükseltiyorsa, bunu kul köle olmadığını haykırmak yani meslek ve insanlık onuru için yapıyordur. Kendisine aydınlanmak ve geleceğe hazırlanmak için gelen öğrencilerin karşısında dik durabilmek, öğrettiklerinin hakkını verebilmek başka türlü mümkün değil çünkü. “Yavrularla haşır neşir olabilmek” bile onurlu bir duruşla mümkün çünkü.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları