loading
close
SON DAKİKALAR

Sur yarası ve Margosyan

Çiğdem Toker
Tarih: 28.05.2016

Çiğdem Toker; Tortunun zaman içinde dokuduğu bir hal değilse eğer, bir tür korunma duygusu bu sanırım. Ya da acıyı taşıyabilmenin, kalan ömrü onunla birlikte yaşayabilmenin yollarından biri belki.

Acıyı derinden ve geniş zamanlı yaşamış insanın bakışlarına, kayıtsızlık benzeri bir ifade oturuyor. Yaşantıların üstünü örten, “üzerinden” izleyen.
Tortunun zaman içinde dokuduğu bir hal değilse eğer, bir tür korunma duygusu bu sanırım. Ya da acıyı taşıyabilmenin, kalan ömrü onunla birlikte yaşayabilmenin yollarından biri belki.

***

O ifadeyi, Mıgırdıç Margosyan’ın gözlerinde de gördüm. Margosyan, geçen çarşamba TMMOB ev sahipliğinde gösterimi yapılan “Sur Yıkılmadan... Gâvur Mahallesi” belgesel filmi için Ankara’daydı. Yusuf Kenan Beysülen’in, onun çocukluğu demek olan, Diyarbakır Gâvur Mahallesi’ni hüzünle, özlemle, sevecenlikle, kırgınlıkla anlattığı kitabından yola çıkarak yaptığı belgesel filmi birlikte izledik.
Yaşlıların şehirde “kafle” olarak andığı 1915 tehcirini, zorunlu göçlerle darmadağın edilen hayatları, doğup büyüdüğü evi, Hançepek Mahallesi’nin sokaklarını adım adım gezer, vaktiyle Ermenilerin yaşadığı evlerin duvarlarına dokunurken Margosyan bizi de yanına aldı.
Gâvur Mahallesi’nden çıkıp çıraklık yaptığı çarşılara, cami, kilise ve sinagogun cemaatleri, gelenekleri, dilleriyle iç içe yaşadığı Sur’a, kiliselerin oraya götürdü. Filmi izlerken “uğradığımız” mekânlardan biri olan Surp Gragos Ermeni Kilisesi, iki yıl önce mesleki nedenlerle, gerçekten ziyaret ettiğimiz bir mekândı. AB’nin düzenlediği gazetecilik seminerinin yapıldığı o mekânda, bizlere önce kilisenin restorasyon hikâyesi anlatılmıştı.
Margosyan’ın da filmde değindiği bu zahmetli ve özenli restorasyondan kısa süre sonra, 500 yıllık bu kilisenin, bugün restorasyon öncesinden çok daha perişan halde olması, kelimeleri tüketiyor.

***

Konur Sokak’taki ilk “küçük” Dost Kitabevi’nin, artık TMMOB etkinlikleri için kullanılan salonunda sel gibi taşan bir ilgiyle karşılaştı Margosyan.
Hatıra fotoğrafları ve selfie ricalarının hiçbirini geri çevirmedi.
Aralarında benim de yer aldığım katılımcılarla fotoğraf çektirirken fakat; öylece durdu, öylece baktı... “Üzerinden” baktı.
Çokkültürlü, çok dilli ve çok dinli eski Diyarbakır’ı yetkinlikle anlatan yazarın jest ve mimiklerinde, orada o an filanca ile fotoğraf çektirmenin özel olduğunu yansıtan, küçücük bir emare olsun yoktu.
Galiba o an tam olarak yaşadığımız atmosfer, Kürtlerin yoğun yaşadığı şehirlerin, ilçelerin çokça yalan eşliğinde ve hukuksuzca tahrip edildiği bu çağda, “oradaki” gerçekler, insanlık adına bunca yıkıcıyken, “buradan” seyredenlerce popüler hatıra talep edilmesinin tuhaflığıydı.

***

Ki, Margosyan, Diyarbakır’dan iki gün önce dönmüştü. Sokağa çıkma yasağı boyunca ağır kent ve yaşam hakkı ihlallerinin yaşandığı Sur’un, yasak kaldırıldıktan sonraki haline tanıklık etmişti.
Sakinlerinin siz bu satırları okurken, hâlâ evlerini aradığı Sur’un, “bir futbol sahasına” döndüğünü söyledi.
Ağır ağır döküldü kelimeler dudaklarından: “Yazıklar olsun! Güzelim bir ülkenin güzel şehri artık yaşamıyor. Mekân ve kültür olarak yaşamıyor. Mekân ve kültür birlikteliğini kaybetti. Toledo yapacaklarmış!..” dedi.
Durdu sonra.
“Bu belgesel bir tarih anlatıyordu. Bu belgesel de bir tarih oldu. Yazıklar oldu!” diye bitirdi.
Gözleri dolmuştu.

Çiğdem Toker - Cumhuriyet

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları