Anayasa seferberliği
Çiğdem Toker; Anayasal düzene her düzeyde sahip çıkamadığımız her gün, ülkemizi daha büyük bir açmaza sürükleyecektir.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Mayıs 2023'te yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olamaması gerekiyordu. Anayasa maddesi çok açıktı. "Bir kimse en fazla iki kez cumhurbaşkanı seçilir"di.
Bu gayet açık hukuksal cümlesi dahi bulanıklaştırıldı, üzerine etimolojik tartışmalar yapıldı, kurgusal gerekçeler üretildi. Yetmedi; Erdoğan'ın üçüncü kez aday olmasının Anayasa'ya aykırılığı biline biline, halkı temsil eden muhalefet siyasetçisi sustu. Garip bir özgüvenle Erdoğan'ın adaylığına karşı çıkmanın onu mağdur dolayısıyla daha güçlü kılacağı yorumları yapıldı. Nasılsa yenilecekti öyle ya! Medya ve devlet aygıtları üzerindeki propaganda, manipülasyon gücü yok sayıldı. Herkes seyretti. Seçimler yapıldı Erdoğan üçüncü kez cumhurbaşkanı seçildi.
- Bir seçimde kullanılan oy pusulasının konulduğu zarf, yasa gereği mühürlü olmalıydı. 2017 yılında yapılan referandumda yaklaşık 2,5 milyon mühürsüz oyun geçerli sayılmasına karar verildi. Üstelik oy kullanma işlemi sürerken. Bu sayıdaki oy, bir seçimin sonucunu değiştirirdi. Ama değişmedi.
Yine bol bol konuşuldu. Daha önceki seçimlerde mühürsüz oyları iptal eden YSK, rejimi değiştiren 2017 referandumunda, yaptığının hukuka uygun olduğu kılıfını da üretti. Parlamenter sistemin ortadan kaldırılmasının önünü açacak seçim öncesinde ana işlev gören bu referandumla "tek adam rejimi" yerleşirken, yüzlerce siyasetçi, gazeteci, uzman konuştuğuyla kaldı.
- Anayasa gereği TBMM Başkanlarının üyesi bulundukları siyasi partinin faaliyetlerine katılamaması gerekiyor. Bu hüküm, Binali Yıldırım başkanlığı döneminde ihlal edildi. Yıldırım, 2019 yerel seçimler öncesinde AKP aday tanıtım toplantısına gayet rahat ve çekincesiz bir biçimde katıldı. İstifa dahi etmeden İBB adayı ilan edildi.
- Türkiye'nin, kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi bünyesindeki AİHM; yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyması gerekiyordu. Çünkü bütün Avrupa Konseyi üyeleri gibi Türkiye de 71 yıl önce yürürlüğe giren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne taraftı. Ama ne Osman Kavala kararına (2019) uydu Türkiye, ne Selahattin Demirtaş kararına (2020). Bir Konsey üyesi ülkenin, AİHM ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi kararlarına uymadığında neler olacağı yazılıydı ve belirlenmişti ancak Türkiye'ye yaptırım uygulanmadı. Bol bol sert açıklamalar yapıldı.
Bu listeyi onlarca, hatta yüzlerce sayfalık bir makaleyi oluşturacak biçimde uzatmak mümkün.
Bir günde olmadı
Yargıtay 3. Ceza Dairesinin Can Atalay dosyasında Anayasa Mahkemesi kararı için "hukuki değeri yok" dedirtebilen ortam ve süreç, bir günde oluşmadı yani. Anayasa'yı "takmayan" sayısız işlem ve eylem yıllara yayılan bir şekilde gözümüzün önünde gerçekleşti.
2015 Haziran seçimlerinde AKP'nin iktidar olma çoğunluğunu kaybettiğini hatırlıyor musunuz?
Anayasayı takmama cüreti işte o günlere gidiyor.
* * *
Suskun kalınan, sineye çekilen her hukuk ihlali, "Nasılsa bir şey olmuyor" denilerek yeni hukuk ihlallerine zemin açtı. Bugün geldiğimiz eşikte Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin Anayasa yargısına, ve aynı zamanda halkın iradesine karşı sergilediği meydan okuma, birçok kişinin dillendirmeye başladığı gibi seçimlerin geleceğini ve anlamını da etkileyecektir. Ama bunu kime nasıl anlatacaksınız.
Bir devletin kendisini bağlı hissetmesi gereken Anayasa konusunda bir Anayasa'ya uyma seferberliği başlatılmasına ihtiyacımız var. Bunu hangi siyasal aktörün, nasıl, hangi yollarla yapacağı, gazetecilik sınırlarını aşsa da kesin olan şu ki, Anayasal düzene her düzeyde sahip çıkamadığımız her gün, ülkemizi daha büyük bir açmaza sürükleyecektir.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları