Herkesin sesini her zaman kısamazsınız
Çiğdem Toker; Burada durup İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’ya soralım: Sessiz bir talimat verildi de işkence Türkiye’de serbest bir hale mi geldi?
Genç öğrencileri, genç kadınları yumrukla kaskla darp eden, birinin ayağının kırılmasına yol açan güvenlik güçleri, nasılsa cezasız kalacaklarına dair mutlak bir güven içinde mi hareket etmektedir?

İBB Başkanı ve CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun sabah baskınıyla gözaltına alınarak tutuklanması adaletsizlik tepkisini dalgalar halinde yükseltirken, iktidar aygıtlarının buna cevabı, daha fazla baskı ve daha fazla sansür oluyor.
Torpile, adam kayırmacılığa batmış, liyakatin değersizleştirildiği bu düzene güvenini ve inancını kaybeden gençlerin yükselttiği itiraza karşı, iktidar sertlik dozunu arttırıyor.
Sondakika Ayağı kırılmış, hastaneye sevk edilerek ameliyat olması gereken18 yaşındaki bir genç kızın “Ne yaptım ben?” çığlıkları altında nasıl tutuklandığını, CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu sosyal medya hesaplarında anlattı. Barışçıl bir gösteriden derdest edilerek gözaltına alınan, ters kelepçelenen 18-19 yaşında üniversite öğrencilerin tutuklanması yetmezmiş gibi, gözaltı süresince maruz kaldıkları insanlık dışı muameleler, avukatları ve milletvekilleri tarafından kamuoyuna duyurulmaya devam ediyor.
Görüntülere bakmaya “İnsanım” diyenin içi elvermez. O görüntülerin verdiği ilk mesaj ne biliyor musunuz: Hınç!
Burada durup İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’ya soralım: Sessiz bir talimat verildi de işkence Türkiye’de serbest bir hale mi geldi? Genç öğrencileri, genç kadınları yumrukla kaskla darp eden, birinin ayağının kırılmasına yol açan güvenlik güçleri, nasılsa cezasız kalacaklarına dair mutlak bir güven içinde mi hareket etmektedir?
Nereden bakarsak bakalım; vatandaş, gazeteci, hukukçu fark etmiyor:
İşkence Anayasa’ya ve kanunlara göre suçtur. Eğer Türkiye’de işkence serbest hale gelmediyse, bu yapılanlar suçtur. Bakan Yerlikaya’nın güvenlik güçlerine orantısız şiddet uygulamaması yönünde talimat vermesi zorunludur.
Yukarıdaki iki soruyu, dün yabancı basın temsilcilerine Türkiye’nin nasıl şahane bir hukuk devleti olduğunu Anayasa’dan maddeler okuyarak anlatan Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’a da soralım.
Yoksa münferit mi?
Büyük ihtimalle cevap gelmeyeceğini, gelse dahi içinde devlet ezberinin en klişe kelimelerinden biri olan “münferit” geçeceğini tahmin etsek de bu soruları tarihin bu noktasına kayıt düşelim.
Çünkü gerçekten yeter artık. Adliye muhabiri olarak başladığım gazetecilik mesleğinde, emniyette işkence anlatımlarını haberleştirdiğim günlerin üzerinden neredeyse kırk yıl geçti. Bu kadar hoyratlığı, nobranlığı, baskıyı bu ülkenin insanları hak etmiyor. Bu ülkenin insanları, bu ülkeyi yönetenler ile onların yanında hizalananlar rahat etsin, sonsuz bir konfor içinde yaşasın, menfaat düzenleri bozulmasın diye acı çekmek zorunda değil. Bu ülkenin insanları, her insan gibi haysiyetli yaşama, düzenli beslenebilme, medeni koşullarda çalışma, gelecek üzerine hayal kurma hakkına sahip.
Ekrem İmamoğlu ve Mahir Polat
Ve bakınız tam da medeni bir şehir hayatının dinamiklerini, neler yapılması gerektiğini; yalın, mütevazı bir anlatımla aktaran, “Şehirde insanlar para harcamadan bir mekanda oturamaz mı?” sorusunu kendine dert edip işinin merkezine koyan bir bürokrat olan Mahir Polat’ın başına gelenler... İBB Genel Sekreter Yardımcısı Polat, savunduğu ve anlattığı, üzerine çalıştığı değerler ne ise onları yok sayan bir anlayışın simgesel bir mağduruna dönüştü.
Tutuklu bulunduğu Silivri cezaevinde dün rahatsızlanarak hastaneye sevk edilen Polat, sorgusu sırasında kronik sağlık sorunlarını şöyle anlatmıştı:
“Son olarak iki hafta önce anjiyo oldum ve toplam altı stentim bulunmaktadır. Bunun dışında iki damarımın tıkanıklığı mevcuttur. İki hafta sonrası içinde buna ilişkin yeni bir anjiyo planlanmıştı. Halihazırda tedavim devam etmekte olup kullanmakta olduğum ilaçlar mevcuttur. Yine tiroid kanseri geçirmem sebebiyle düzenli pet çekimleri; vücudumda başka noktada kanser çıkıp çıkmadığı takip ve tedavisi yapılmaktadır. Bunların yanında uyku apnem bulunması dolayısıyla cihaza bağlı olarak uyuyan bir yaşam koşulundayım. Hipertansiyon ve şeker hastalığım da mevcuttur.”
***
Avukatlarının, bu tablo dolayısıyla ev hapsi talebinde bulunmasına rağmen, Mahir Polat hakkında tutuklama kararı çıktı. Meselenin vicdani tarafını çoktan geçtiğimiz bir noktadayız Ancak zaten tutuklamayı gerektirecek yeterlikte maddi delili bulunmayan bir şüpheliyi ağır sağlık sorunları olduğu bilinmesine ve uyarı yapılmasına rağmen tutuklamak, hak ihlalidir. Ama siz okurların AİHM’in onca hak ihlali kararına uyulmadığını aklınızdan geçirdiğinizi hissetmeme rağmen bunu da kayıt düşüyorum.
***
Bir diğer baskı dalgası ağır bir sansür yağmuru olarak geldi. Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) dünkü toplantısında dört televizyon kanalına çok ağır cezalar çıktı. CHP Genel Başkanı’nın konuşmasını vermek, mitingi, toplumsal olayları canlı yayımlamak RTÜK için suç unsuru sayılıyor. Lisans iptali öncesindeki en ağır ceza olarak kabul edilen yayın durdurmanın yanı sıra, reklam gelirlerinden kesilen idari para cezaları, iktidara biat etmeyen, iktidardan talimat almayan dört kanalın sesini kısmayı hedefliyor.
Fakat bir haberim var: Ne kadar güçlü görünürseniz görünün, eğer haksızsanız mümkün değil, herkesin sesini, her yerde ve her zaman kısamazsınız. İyi bayramlar.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları