loading
close
SON DAKİKALAR

15 Temmuz demokrasi için bir milat olacaksa…

Mehveş Evin
Tarih: 10.08.2016

Mehveş Evin; 15 Temmuz demokrasi adına bir milat olacaksa, lafta ve görüntüde değil, samimiyetle demokratik değerleri sahiplenmekten başka çıkar yol yok.

Türkiye halkı, 15 Temmuz gecesi alenen saldırıya uğradı. Ülke, askeri cuntayla yönetilme tehlikesini büyük badireler sonucu atlattığı halde, Batı neden Türkiye’ye coşkuyla destek vermek yerine Erdoğan yönetimine eleştirel yaklaşıyor?

AKP kurmayları ve medyası, hem bu eleştirilerden hareketle, hem Gülen’i teslim alabilme baskısı için el yükseltip darbede Batı’nın dahli olduğunu iddia ediyor. Tarih, söylem ve mevcut bölgesel dengeler, bu savı destekleyebilir ama elde kanıt yok. Ne de olsa OHAL, Türkiye sınırları içinde geçerli ve Batı’daki ‘şüpheli’lerin listesini yapıp görevden uzaklaştıramaz, tutuklayamaz, ifadelerini alamazsınız. Sadece iftira atmış olursunuz ki zaten Batı medyasında da böyle yansıtılıyor.

Ancak ‘darbeci Batı’ söylemi tehlikeli olduğu kadar, yarın rüzgar başka taraftan estiğinde -NATO’yla ipleri koparmak kimsenin işine gelmez- yapılacak U dönüşünü tabana anlatmak, sorunlu olabilir.

AKP büyük ihtimalle ‘Milli irade söylemini canlı tuttuğumuz sürece her şeyi kabul ettiririz’e güveniyor.

Ne var ki ‘sıfırdan devlet kurmak’ ağızdan çıktığı kadar kolay bir şey değil…

Son üç yılda Türkiye’nin ekseni Batı’dan hızla uzaklaştı

Darbe girişiminde Gülen’in rolüne Batı’nın bakışına son yazımda değindim: AKP, iktidara geldiğinden bu yana diplomasi ve lobi işini Gülen hareketine teslim ettiği ve 2014 sonrasında yerine pek bir şey koyamadığı için kendini anlatmakta zorlanıyor. 17-25 Aralık’a kadar Gülencilerin kumpaslarından, ilişkilerinden bizzat yararlandıkları/kullandıkları/el üstünde tuttukları için şimdi “Kandırıldık” deyip geçmek yetmiyor.

Ancak AKP’nin Batı’ya haklılığını anlatmakta zorlanmasının asıl nedeni, son üç yılda yaşananlar. Türkiye, özellikle Gezi’den bu yana adım adım hak ve özgürlüklerde geriledi; Batı’dan gelen eleştirilere, raporlara diplomatik olmayan, hatta nefret söylemi içeren cevaplar verdi. Evrensel hukuk ilkeleri hatırlatılırken ‘Size ne yeaa’ minvalinde bir tavır benimsedi.

Çözüm süreci sonlandırıldı, Suriye savaşında cihatçı örgütlerle ilişkileri yıllardır yazılıp çizilirken kendini aklayamadı, mülteciler AB’yle pazarlık unsuru olarak kullanıldı. Batı basınında Türkiye’nin ‘NATO’nun içindeki fil’ olduğu, Suriye savaşındaki tutumuyla müttefiklerin çıkarlarına aykırı hareket ettiği dillendirildi, dillendiriliyor.

AKP cenahı, bu eleştirileri kale almadı çünkü aslolan iktidarını pekiştirmekti. Pek çok yazar, düşünür, bu anti demokratik gidişata karşı uyarırken, demokrasi, barış ve müzakere çağrısı yapanlar cezalandırıldı.

Bu tablodan hareketle Batı, darbe girişimini kimin tezgahladığını bile sorguluyor.

Batı için belirleyici olan Suriye savaşındaki tutum

Darbe girişimini, buna zemin ve destek sağlayanları tartışırken sadece Gülen hareketinin sızmalarına, kandırmalarına odaklanmak, resmi eksik görmek olur…

7 Haziran’dan bu yana her güne başka bir felakete uyandık. Suruç’tan Sultanahmet’e bombalı saldırılar, boşaltılan bombalanan Kürt ilçe ve köyleri, öldürülen siviller, tahrip edilen kültürel değerler, artan şiddet ortamı, akademisyeninden gazetecisine yapılan baskılar ve Erdoğan’ın başkanlık ısrarıyla Türkiye, ‘demokrasiden hızla uzaklaşan, otoriter tek tip yönetime geçen’ bir ülke olmakla eleştiriliyordu.

Darbe girişiminin olması veya başarısızlığa uğraması, bu imajı hop diye değiştirmeyecek.

Batı için asıl belirleyici olan ve sorun yaratan şey, Türkiye’nin Suriye savaşındaki tutumu… Türkiye, PKK savaşına PYD’yi dahil ederken; Batı için PYD, IŞİD’e karşı savaşta en önemli unsurlardan olmayı sürdürdü. Hazirandan bu yana, ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri Menbiç’i kuşattı ve Türkiye darbe girişiminin şokundayken üst üste ataklarla IŞİD’den neredeyse tamamen temizledi…

Türkiye, bir yandan IŞİD’e karşı koalisyona destek verirken Suriye’deki cihatçı yapılanmalarla förtü aşan yakınlığını sürdürdü, yurtiçindeki hücrelere göstermelik operasyon düzenlemekten öteye geçmedi.

Hükümet yetkililerinin hem kendi sınırları içinde, hem Avrupa’daki IŞİD saldırılarına verdiği tepkiler tuhaf, hatta nispet yapar nitelikteydi: ‘Bizim başımıza gelirken iyiydi, nanik…’

Ciddiyetten, vicdandan ve devlet aklından uzak bu açıklamalar, Türkiye’nin IŞİD konusundaki tutumunun sorgulattırdı.

‘Türkiye siyasal, radikal İslam’a mı kayıyor?’ sorusuna iktidardakiler karnından değil, açıkça cevap vermek ve buna göre davranmak zorunda.

Lafta değil samimi demokratlık

Geçen son bir yılda, Suruç’tan Kızılay’a, dokuz büyük saldırıda 223 sivil hayatını kaybetti. Bu saldırıların soruşturmaları tamamlanmadığı gibi, gizlilik kararı yüzünden bilgi almak da imkansız.

Sokağa çıkma yasaklarında ölen siviller hakkında devlet şeffaflıktan uzak davranırken TİHV’in raporlarına göre toplam 367 sivil (78’i çocuk) öldü. Asker, polis, PKK’lı ölümlerine dair net bir bilgi yok. Neticede binin üzerinde insanımız, sadece son bir yılda hayatını kaybetti.

15 Temmuz, bu korkunç çeteleye eklenen bir başka kanlı halka.

Öyle kolay unutulacak, hazmedilecek şeyler değil yaşananlar: Tarihte ilk kez askerin askere ve polise silah çektiğini gördük. Yine tarihte ilk kez, sivillerin tanklara çıkıp durdurmasına, hatta askerleri linç etmesine şahit olduk. F-16’ların alçaktan uçmasının bile nasıl hissettirdiğini Diyarbakır halkı iyi bilirdi; İstanbul ve Ankara da tecrübe etti. Kısacası iç savaşın nasıl bir dehşet olduğunu, böyle bir ihtimalin şaka olmadığını daha geniş kesimler de anladı.

Peki nasıl bu travmayla baş edeceğiz?

Meydanları Türk bayrağıyla donatmak, demokrasi şöleni yapmak, iki muhalefet partisini arkasına alıp birlik mesajı vermek önemli çabalar; ancak travmayı atlatmak için yeterli değil. Üstelik darbeye ve Gülen hareketine karşı tutumu gayet net olan HDP’yi şeytanlaştırmaya devam ettikçe, eksik kalıyor.

15 Temmuz demokrasi adına bir milat olacaksa, lafta ve görüntüde değil, samimiyetle demokratik değerleri sahiplenmekten başka çıkar yol yok.

Bunu yapmanın tek yolu, toplumsal kışkırtmadan değil müzakereden; hesap vermekten, özeleştiri yapmaktan, insan haklarına saygı duymaktan, evrensel hukuk ilkelerine sıkı sıkı sarılmaktan geçiyor.

Mehveş Evin - Diken

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları