loading
close
SON DAKİKALAR

Ah seni ne çok severim!

Mehveş Evin
Tarih: 23.03.2013

Mehveş Evin, ''Diyarbakır dönüşü 'tarihi nevruz'la ilgili yapılan yorumlara bakıyorum da''...

Diyarbakır dönüşü “tarihi nevruz”la ilgili yapılan yorumlara bakıyorum da...

Yer yerinden oynamamış. Ülke bölünmemiş. Bayrak etrafında dönen tartışmanın haricinde, kimse ortalığı galeyana getirmemiş.

Başbakan’dan olumlu işaret gelince, belli ki medyamız rahatlamış. Oysa Öcalan’ın mektubu ve nevruz süreci, zaten hükümetin denetimindeydi. Yani Diyarbakır’da söylenen, yapılan hiçbir şey sürpriz değildi.

Ancak gözümüzün önünde, gönlümüzün ortasında “Hasan Cemal olayı” cereyan ederken medyanın bu aşırı temkinli halinde şaşılacak bir şey yok!

İlk değil son değil

Benzer çaresizliği nice kıymetli, demokrat gazetecinin ayağının kaydırılmasında yaşadık.

İsminin yanına “çentik” atılıp ilk fırsatta gönderilecekler listesinde bekleyen meslektaşlarımızın olduğunu, adımız gibi biliyoruz.

Ve bugünü, “bize daha çok kalsın meydanlar” diye ellerini ovuşturarak bekleyen meslektaşlarımızın olduğunu da... Sanki o boşluğu kendileri doldurabilecekmiş gibi.

İşte bunları bilerek bu ortamda çalışmak, inandığımızı, düşündüğümüzü ifade etmek, giderek zorlaşıyor. A veya B kurumu, hiç fark etmiyor.

Mesleğimize inancımız sarsılıyor.

Elinizi yüreğinize koyup söyleyin: Her şey olup bittikten sonra yetkili kişilerin, işinden edilen yazar için “Ah biz onu ne çok severdik” demesinin manası var mı?

Ayna ayna söyle bana

Zarar bir kere verildi, geri dönüşü yok. 15 yıldır bu gazetede yazan Hasan Cemal’i ekarte edip ardından “akil adam” payesini vererek, basında ifade özgürlüğü sorunu çözülmeyecek.

Ancak farklı isimler, fikirler, cinsiyetler, etnik gruplar, inançlar medyada kendini ifade etme şansını bulabilirse klişe tabirle “toplumun aynası” olabiliriz. Ancak o zaman hepimiz, özlem duyduğumuz demokrat, özgürlükçü, huzurlu bir ülkede yaşayabiliriz.

Aksi takdirde aynada kendi suretimize bakıp, “Var mı dünyada benden güzeli?” der, dururuz.

Türkiye’de barışın, huzurun tesis edilmesini ve büyüyüp güçlenmesini canı gönülden istiyorsak, medyanın demokrat kalemlere her zamankinden çok ihtiyacı var.

BEN DE BUNLARDAN SIKILDIM AHMETÇİM!

* Hasan Cemal, bundan üç yıl önce Diyarbakır Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’ın hikayesini yazmıştı...

“Bir oğlu dağda” olan başkanın hikayesini ondan duyduk.

* Birkaç ay önce Aslı Aydıntaşbaş, Demirbaş’ın diğer oğlunun da askere gideceğini yazdı. Nevruz öncesinde ben de kendisiyle görüşüp bu acı ikilemi yazmaktan, barış için söyleyeceklerini dinlemekten hiç gocunmadım.

* Ne yani, Diyarbakır Cezaevi hikayeleri de 12 Eylül hikayeleri de yazıldı deyip, “sıkıcı” mı diyeceğiz? Haksızlığa uğrayan, şiddetten değil barıştan yana olan insanların sesini duyurmayacak mıyız?

* Ahmet Hakan, isim vermeden “bir oğlu dağda bir oğlu askerde” yazanlardan sıkıldığını yazmış. Doğrusu ben de Diyarbakır’a her gidenin ciğerciden, kadayıftan bahsetmesinden... İnsanların hikayesini dinlemeden şehre sabah gelip akşam uzayarak “uzman” kesilmesinden fevkalade sıkıldım!

* Buna rağmen, Hürriyet’in birkaç on yıllık bir gecikmeyle de olsa Diyarbakır’da yazı işleri toplantısı yapmasını...

Nihat Doğan’ın Nevruz’a katılmasını... Ve medyadaki “Kürtleri keşfediyoruz” minvalindeki turlarını küçümsemiyorum.

* Ne kadar çok temas olursa, ne kadar birbirimizi tanırsak, kan dökmenin, birbirimizden nefret etmenin ne kadar anlamsız olduğunu anlayabiliriz. İşte bu yüzden Ahmetçim, biraz da sıkılıver.

Mehveş Evin - Milliyet

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları