B sınıfı bir bilimkurgu filminin ortasına düşmüş, insan formunda dev bir virüs gibi hissetmeye başladım kendimi.
Ben, sen, hepimiz, zor da olsa idrak ettik, etmeyenler de mecburen edecek:
Birbirimizin sağlığını doğrudan tehlikeye atan varlıklarız. Üstelik bütün dünya, aynı duygular içinde.
Sokakta rastladığım tek tük insanın yüzlerindeki ifade, tedirginlik. Çoğunluk, birbirine mesafe koyma gayretinde. Alışverişte, mecburi temasta olan insanların aklından geçenlerse eminim aynı:
Yanımdaki pozitif olabilir mi?
Yoksa ben miyim taşıyıcı?
Her akşam kaç yeni vaka, kaç yeni ölüm var diye sayıyoruz. Bu bile sıradanlaşacak zamanla. Halbuki her sayı, bir insan canı.
Her sayı, o hastayla ilgilenirken hayatını riske atan belki onlarca sağlık çalışanı demek.
Hastalananlara, hastaneye yatırılanlara dahi testlerin yetiştirilemediği, şeffaflığın zayıflık belirtisi sayıldığı bir ülkede, güvensizlik duygusu da gittikçe derinleşiyor.
Yetkililer ne derse, ne yaparsa doğru kabul etmemiz bekleniyor. Normali bu tabii.
Ama hakikatin gizlendiği, üzerinin örtüldüğü, ifade özgürlüğünün hunharca çiğnendiği o kadar çok hadise yaşadık ki.
Yönetenlerin “panik çıkmasın, ekonomi çökmesin, iktidarımıza halel gelmesin” şiarıyla, salgının gerçek boyutunu gizlediğine inanan çok.
Burada yapılacak en faydalı iş, yönetenlere doğru soruları sormak, doğru taleplerde bulunmak, ısrarcı olmak. Yerel çapta, tıpkı deprem afetinde olduğu gibi, dayanışma ağlarını şimdiden kurmak...
Çünkü önümüzde uzun ve sancılı bir süreç var.
ŞİMDİ ALINAN KARARLAR, GELECEĞİ ŞEKİLLENDİRECEK
Bilim insanlarının yaptığı projeksiyonlara, modellemelere bakarsanız küresel koranavirüs salgınının birkaç hafta, hatta birkaç ayın ötesinde etkileri olacağı kesin.
Yani “dişimi sıkayım birkaç hafta”nın ötesindeyiz. Dünyaya ve hayata dair düşüncelerimiz, davranışlarımız belki de kalıcı biçimde değişecek, değişmek zorunda olacak.
Yazar Pankaj Mijra, onyıllardır küreselliğin hava ve su gibi doğal sayılan diliyle konuştuğumuz için olağanüstü zamanlardan geçtiğimizi ne kadar kavradığımızı sorguluyor:
“Koronavirüs, yüzyılda bir olabilecek, önceki varsayımları alt üst edecek radikal bir dönüşüme işaret ediyor.” (Bloomberg Opinion)
Türkiye’deki okurların da gayet iyi tanıdığı tarihçi, yazar Yuval Harari, Financial Times’da yayınlanan yazısında “Koronavirüsten sonra nasıl bir dünya?” diye sordu.
Can derdindeyken bunu mu düşüneceğiz? Evet, tam da bunu düşüneceğiz.
Harari, hükümetlerin, insanların şu günlerde aldığı kararların, dünyanın gidişatını yıllar boyunca biçimlendireceğini söylüyor:
“Sadece sağlık sistemi değil, ekonomi, siyaset ve kültür etkilenecek.
Eninde sonunda bu fırtına dinecek, fakat kısa dönemli alınan acil durum kararları, kalıcı olabilir.”
Ekonomistler, küresel piyasaların göreceği zararı hesaplamaya, önceki krizlerle karşılaştırmaya çalışadursun... Belki de tüm kurallar değişmek zorunda kalacak.
Devletlerin bu küresel afette uyguladıkları stratejiler, hareket kabiliyeti ve bilimselliği nasıl kullandığı, belirleyici olacak.
GÖZETİM DEVLETİ VE BİLİMSELLİĞİN DEĞERİ
Başta Çin olmak üzere Asya ülkelerinin salgını kontrol etme yöntemleri, aynı zamanda vatandaşları sıkı denetim ve gözetim altında tutma tehlikesini içeriyor.
Bilim insanları, hatta demokratlar sokağa çıkma yasaklarını savunur hale geldi.
Avrupa ülkelerinde peş peşe sokağa çıkma yasakları geliyor. Türkiye’de de anlaşılan o ki yetkililer “sürdürülemez nokta”ya gelene kadar gidişata bakacak.
“Sürdürülemez nokta”nın tam olarak ne olduğunu tabii ki bilen yok; hasta/hastane/sağlıkçı kapasitesine göre yapılan hesaplamalar olsa gerek.
Çaresizlik ve endişe büyürken “Devlet beni istediği kadar gözetleyebilir, ev hapsinde tutabilir. Yeter ki sağlığımı koruyabileyim” diyenler çoğunlukta olacak.
Harari’nin uyardığı, afetin “totaliter gözetim”e götürecek kısmı bu. Diğer ihtimal, “yurttaşların güçlenmesi.” Açıkçası bu ihtimal çok daha düşük, sınırlı görünüyor. Yaşanan felaketin, otoriter, ceberrut yönetimleri daha da güçlendirmesi, daha da çığrından çıkmaları muhtemel.
Salgınla mücadele etmenin belki de en olumlu sonucu, uzun zamandır sistematik olarak hırpalanan, değeri bilinmeyen, hor görülen bilim insanlarının, sağlık çalışanlarının iade-i itibarı.
Hurafelerin, psödo bilimin, komplo teoriciliğinin yerine bilimselliğin yükselişi.
Umarım “okumuş kompleksi” bu vesileyle aşılabilir.
Umarım daha büyük ve fazla havalimanlarına, bina ve AVM’lere, kötü enerji ve şehir modellerine yatırım yapmaktan vazgeçilir.
Umarım, bilime, bilim insanlarına çok daha fazla kaynak ayırmak zorunda olduğumuz anlaşılır.
Umarım, bir avuç ayrıcalıklıya hizmet etmek üzere kurulan bir sistemin herkesin üzerine çökeceği, erkenden anlaşılır..
Umarım.