Tarih:
27.07.2016
Cadı avına çıkmak ‘düşman’la aynılaşmak demek
Mehveş Evin; Darbe girişimi sonrası, cemaat bağlantılı olduğu söylenen yayınların yanı sıra muhalif yayınlara/isimlere yönelik baskı, engelleme ve gözaltılar hız kesmiş değil.
Darbe girişiminin ardından ‘Fethullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması’na (FETÖ/PDY) yönelik operasyonun medya ayağı’ kapsamında 42 gazeteci hakkında gözaltı kararı verildi.Listede cemaatin yayın organlarında çalışan, yazanlar ağırlıkta…
Evet, aralarında Ergenekon, Balyoz ve OdaTv davalarında hedef gösteren isimler de var.
Ancak ne cemaatin medyasında çalışmış/çalışıyor olmaları, ne de gazetecilikle propagandacılığı/tetikçiliği birbirine karıştırmaları, terör örgütü üyeliğiyle suçlanıp gözaltına alınmaları için bir gerekçe teşkil etmiyor.
Kaldı ki Türkiye basını, iktidarın (güçlünün) yanında hizalanmayı ve bu uğurda ne meslek ilkesi, ne etiği tanıyanlarla dolup taşıyor. Zaten asıl sorunumuz bundan kaynaklanıyor.
Fakat bu ayrı bir yazının konusu… Sözkonusu isimlerden hazzetmeyebilir, hatta nefret edebilirsiniz. Ancak mesele hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde ‘darbe girişimcileri’ni ortaya çıkarmaksa basında, akademide cadı avına çıkmakla sadece kişisel intikam hislerinizi tatmin edersiniz.
Bugün hıyanetle, yalancılıkla, sinsilikle, demokrasi dışı güçler olmakla suçladıklarınızdan pek farkınız kalmaz…
Korku yaygınlaştıkça demokrasinin esamisi okunmaz
Gözaltı listesinde Bülent Mumay, Fatih Yağmur gibi cemaat medyasında çalışmayan ve görünen tek suçları ‘iktidarın canını sıkan’ isimler de bulunuyor. Bu insanlar, zaten işsiz kalarak bedel ödedi. Şimdiyse sadece gözaltına alınma tehlikesiyle değil, muazzam bir karalama kampanyasıyla karşı karşıyalar.
TGC ve TGS son gözaltı kararının, yeni hak ihlallerine ve basın/ifade özgürlüğü açısından kırılmaya neden olabileceği uyarısında bulundu.
Neden kırılma?
Zira daha evvel defalarca gördüğümüz gibi, yaptıkları haber/savundukları düşünce nedeniyle etiketlenen, suçlanan, hapse atılan gazeteciler, sadece kişisel haklarından olmuyor. Bu örnekler, korkuyu yaygınlaştırıyor.
Korkunun hakim olduğu bir toplumda halkın haber alma hakkı da güme gider. İstediğiniz kadar sokağa çıkın, demokrasiden bahsetmek, demokrasiyi tesis etmek mümkün olmaz.
Basın özgürlüğüne sahip çıkmanın ne kadar önemli olduğunu şimdiye kadar anlamayanlar, 15 Temmuz gecesinde anlamış olmalı…
Cadı avını Trumbo’dan dinleyin
Darbe girişimi sonrası, cemaat bağlantılı olduğu söylenen yayınların yanı sıra muhalif yayınlara/isimlere yönelik baskı, engelleme ve gözaltılar hız kesmiş değil.
Hukukçu/yazar Orhan Kemal Cengiz, iki tweeti nedeniyle günlerce TEM’de gözaltında kaldı. Tek suçu haber yapmak olan, pırıl pırıl bir kadın gazeteci, JİNHA muhabiri Zehra Doğan ‘terörizm’ suçlamasıyla hapse atıldı.
Azadiya Welat editörü Zeynel Abidin Bulut da… ETHA muhabiri Ezgi Özer, Dersim’de yapılan bir baskında gözaltına alındı.
Nokta dergisi yayınını durdurmak zorunda kaldı ve pek çok gazeteci işsiz.
Basındakine benzer bir süreç akademide yaşanıyor. Doğrudan suçu işleme zannı altında olanların ötesinde, çok daha geniş yelpazede yapılan ‘operasyon’lar haliyle cadı avı görüntüsü veriyor.
Bu yıl Bryan Cranston’ın (Breaking Bad’in başrol oyuncusu) Oscar’a aday olduğu Trumbo filmini seyretmediyseniz, tam zamanı. Mc Carthyciliğin, cadı avının ne olduğunu anlamak için…
1947’de Hollywood’un bir numaralı senaryo yazarı olan Dalton Trumbo ve arkadaşları, siyasi görüşleri nedeniyle kara listeye alınıp hapse atılmıştı.
Trumbo, daha sonra şöyle diyecekti:
“Kara liste, kötülüğün zamanıydı… Hangi tarafta olursa olsun, bu zaman diliminden sağ çıkabilenler, kötülükten bir şekilde payını aldı. Geriye bakınca… Hainler, kahramanlar, kutsal kişilikler veya şeytanları aramanın manası yok. Çünkü hepsi kurbandı.”
Tarihte hiçbir cadı avının doğruya, hakka, demokrasiye hizmet ettiği görmedik…
Mehveş Evin - Diken
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları