Çek perdeyi, dök betonu, nereye kadar?
Mehveş Evin: Sadece bir avuç insanın çıkarına, anlayışına göre, 80 milyonun zorla bir kalıba sığdırılmaya kalkılması... Tarihte benzer girişimler, eninde sonunda başarısızlıkla sonuçlandı.
Ayasofya’nın mozaiklerini perdeyle örtmek; Hasankeyf’i, Bomonti Bira Fabrikası'nı ve daha nice tarihi, ekolojik, kültürel değeri yıkıp betonla kaplamak, Netflix’i, sosyal medyayı sansürlemek...
Son günlerde tartışmak zorunda kaldığımız bu meseleler, sistematik hale getirilen hukuki, ahlaki, insani kıyımla birlikte bir bütünlük arz ediyor:
Sadece bir avuç insanın çıkarına, anlayışına göre, 80 milyonun zorla bir kalıba sığdırılmaya kalkılması... Tarihte benzer girişimler, eninde sonunda başarısızlıkla sonuçlandı.
Gemi anolojisi vardı ya, hani “hepimiz aynı gemide”ydik...
Bu gemi, her yerinden su alıyor.
Kaptan ve mürettebatı, gemideki bir deliği ya alel usul kapatıyor. Ya kendileri, bile isteye gemiye zarar veriyor.
Zira kaptanın derdi, sorun çözmek değil. Dümeni kaptırmamak. Gemi batsa, umrunda mı?
Gerileme işaretleri mi?
Bu arada şu bizim meşhur gemi, yamalı bohçaya döndü. Dümeni yönünü şaştı, yelkenleri paramparça edildi. İleriye gideceğine, olmadı bir noktada duracağına kendi etrafında daireler çiziyor.
Yolcular huzursuz, mutsuz. Mürettebat, isyan çıkmasın diye arada birkaçını zincire vuruyor, hırpalıyor.
Böyle bir gemi, ne kadar süreyle, nereye kadar gider?
Ayasofya’nın camiye çevrilmesi, kadınların, çocukların daha da korumasız bırakılacağının ilanı, laikliğin, hukukun, iradenin yok sayılması...
Zindanlara haksız, hukuksuz yere atılan, işkence edilenler, sesini duyurmak için ölüme yatanlar, canına kast edilen tüm “öteki”ler...
Peki bunlar “gerileme” işaretleri midir? Tepemizdekiler, kendileriyle birlikte bizi “karanlık çağlara” sürüklemek mi istiyor? Kindar öğretilerin diriltilmesi, ahlaki bir gerileme değil de nedir?
Amin Maalouf’un son kitabı “Uygarlıkların Batışı”nı (YKY Yayınları, 1. Baskı Eylül 2019) okurken aynı soruyla karşılaştım. Maalouf, kitabında kendi hayatından yola çıkarak Arap yarımadasını, hatta dünyayı şekillendiren olayları aktarıyor.
“Tarih öyle işlemez, geri dönülmez”
Bir yerinde “gerileme” sözcüğünü çok kez kullandığını, fakat bu kavramın elverişsiz, hatta yetersiz ve yanıltıcı bulduğunu yazıyor. (S.128)
“Gerçek anlamda Taş Devri’ne, Ortaçağ’a, Soğuk Savaş dönemine geri döndüğümüz yok. Tarih öyle işlemez. Asla geriye dönülmez, asla bir önceki devrin maddi veya zihinsel ortamıyla yeniden buluşulmaz. Zamanın yürüyüşü, bizi hep yeterince keşfedilmemiş, yeterince işaret şamandırası konmamış ve ancak dış görünüş olarak önceki kuşakların içinden geçtiklerini andıran yeni bölgelere sürükler.
Yüzü geçmişe en dönük tavırlar bile, ancak bugün bağlamında yorumlanabilir, geçmişle bağları bir yanılsamadır.”
Bugüne, bizim “gemi”mize dönelim: İktidarın, canhıraş bir şekilde kendi hikayesini yazmaya çalıştığını, seçmece dini milli sembollere sarıldığı, bu uğurda her geçen gün özgürlükleri daha da daralttığı, bir gerçek.
Ne yaparsa yapsınlar, saati 100, 200 yıl geriye götürmeye kimsenin gücünün yetmeyeceğini bilelim.
“Karanlık çağlar”a dönmeyeceğiz, tamam. Ama arkamıza yaslanıp seyrederek olmuyor. Hayatımıza, değerlerimize, haklarımıza sahip çıkmazsak kaybımız –kişisel kayıplar ve medeniyet kaybıdır bu- daha da büyür.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları