Tarih:
27.01.2013
Galatasaray'a ağlamayalım
Mehveş Evin yazıyor; ''Yüzlerce yıllık binalar birer birer yanıp yok oluyor ya da geri dönülmez zarara uğruyor''...
Yüzlerce yıllık binalar birer birer yanıp yok oluyor ya da geri dönülmez zarara uğruyor. Hayıflanmayı bırakıp ahşap binaların korunması için en sıkı kuralları koyalım, uygulayalımAilemizden dört erkek; büyük dayım, babam, amcam ve dayım, Galatasaray Lisesi’nde yatılı okudu. Ne yazık ki babamla dayılarım, uzun zaman önce bu dünyadan ayrıldı. Hayatlarında büyük yer eden o yatılılık günlerini, ancak arkadaşlarının anlattıklarından, kitapların kenarına tuttukları notlardan ve çektikleri birkaç kare fotoğraftan biliyoruz.
Geçen hafta, bir zamanlar ‘mektep’in yatılı bölümü olan, artık üniversite olarak kullanılan binanın cayır cayır yanması, geride kalan bizler için başka bir acıydı. Ama yangın sadece GS camiasını değil, İstanbul’u seven herkesi üzüntüye boğdu.
Beş yıl o binada yatılı okuyan Mehmet Şevket Eygi, şöyle yazıyordu: “Ortaköy’deki binanın zemini ahşaptı ve bu fakir orada okurken sobayla ısıtılırdı ama hiç yangın çıkmamıştı. Aradan 70 yıla yakın zaman geçti, binanın içi modernleştirildi, kalorifer yapıldı, yangına karşı bütün tedbirler alındı ve birkaç gün önce o canım tarihi bina birdenbire anlaşılmaz şekilde yanıp yakılıverdi. Olacak iş midir bu?”
Göz göre göre felaket
Eygi, isyanında haksız mı? Evet, yangının hemen ardından “Küllerinden doğacak” dendi. Galatasaraylılar, her zamanki gibi yekvücut olup binayı yenileyeceklerini ve okul olarak kullanılmaya devam edeceklerini açıkladı.
Ama felaket, göz göre göre geldi. Yangından sonra asla yerine konamayacak olan büyük değerler var... Duvar ve tavandaki süslemeler, Prof. İlber Ortaylı ve Prof. Erdoğan Teziç’in bağışladığı binlerce değerli kitap, yandı kül oldu.
Oysa İtfaiye’nin yazdığı rapor, binanın hazırlıksızlığını ortaya koyuyor... ‘Yenilenme çalışmaları’nda sadece yangın söndürme sistemleri değil, elektrik tesisatı da büyük ihtimalle günümüzün teknolojisine uygun yapılmadı. Kaldı ki binanın bugünkü elektrik yüküyle 50-60 yıl önceki aynı değil.
Cezasız olmaz
Diyeceksiniz ki hangi tarihi, ahşap binada bunlar yapılıyor ki? İşte sorun tam da bu. Yakın dönemde Haydarpaşa’dan Cağaloğlu’ndaki Maarif Müdürlüğü’ne, ne çok değerli yapı aynı ihmalkarlıklar neticesinde yandı.
Hadi kadir kıymet bilmiyoruz, bari yangın sonrasındaki korkunç maddi yük hesaba katılıp önlem alınsa! O da yok.
Galatasaray Eğitim Vakfı, mezunların bağışlarıyla eminim kısa zamanda binayı onaracak... Umarız sadece görüntüde ‘renove’ etmekle kalmazlar, yurt dışında ahşap binalar nasıl korunuyorsa, en alasını uygularlar... GS camiası bunu yapmayacaksa kim yapacak?
Ahşap binaların korunması, yangın söndürme sistemleri, artık çok ciddi kanunlarla denetlenmeli. Deprem sonrasında nasıl müteahhitler soruşturuluyorsa, ihmali olan herkes mahkeme önünde hesap vermeli. Ancak bu şekilde “Yandı mı, yakıldı mı” diye dövünmekten kurtulabilriz.
DELi RUH!
Vivet Kanetti, özlediğimiz yazılarını bir kitapta topladı: Adı gibi içi de ‘Deli Ruh‘umuzun bir yansıması! Kanat Yayınları’ndan çıkan kitapta Kanetti’nin farklı yayınlara, farklı tarihlerde yazdıkları titizlikle derlenmiş. 90’lı yılların Yeni Yüzyıl’ında yazdıkları benim için ayrı bir kıymettedir.
Mesela yıl 1995, Diyarbakır’da Bülent Ersoy’u dinleyip şöyle yazmış: “... Diyarbakır’a bizim Granada’mız sayılan Güneydoğu’dan çıkma türkücülerimizi değil de alaturkanın Müzeyyen Senar ekolünü getirmenin temelinde, ‘Size tepsi armağan edene aynı tepsi armağan edilmez, başka armağan mı kalmamıştı?’ kaygısı mı yatıyordu, yoksa farklı bir düşünce mi? Yani bu saf bir seçim miydi (bölgeye az alışılmış, egzotik duracak birşeyler sunmak) yoksa herkesçe benimsenmesi istenen esas kültür örneklerini sergileme iddiası mı? Kürt meselesine kültür sorunu olarak baktıklarını iddia edenlerin biraz netleştirmeleri gereken bir noktadır bu.”
Denemelerde sadece Türkiye değil, dünya var. Kültür, şehir, siyaset, tarih var.. Bugünkü köşelerde pek bulamadığınız bir birikim ve üslupla hem de. ‘Deli Ruh’un bonusu, Kanetti’nin 2005 yılında Saraybosna’ya gidip çektiği belgeselin DVD’siyle birlikte satılması...
Beş yıl o binada yatılı okuyan Mehmet Şevket Eygi, şöyle yazıyordu: “Ortaköy’deki binanın zemini ahşaptı ve bu fakir orada okurken sobayla ısıtılırdı ama hiç yangın çıkmamıştı. Aradan 70 yıla yakın zaman geçti, binanın içi modernleştirildi, kalorifer yapıldı, yangına karşı bütün tedbirler alındı ve birkaç gün önce o canım tarihi bina birdenbire anlaşılmaz şekilde yanıp yakılıverdi. Olacak iş midir bu?”
Göz göre göre felaket
Eygi, isyanında haksız mı? Evet, yangının hemen ardından “Küllerinden doğacak” dendi. Galatasaraylılar, her zamanki gibi yekvücut olup binayı yenileyeceklerini ve okul olarak kullanılmaya devam edeceklerini açıkladı.
Ama felaket, göz göre göre geldi. Yangından sonra asla yerine konamayacak olan büyük değerler var... Duvar ve tavandaki süslemeler, Prof. İlber Ortaylı ve Prof. Erdoğan Teziç’in bağışladığı binlerce değerli kitap, yandı kül oldu.
Oysa İtfaiye’nin yazdığı rapor, binanın hazırlıksızlığını ortaya koyuyor... ‘Yenilenme çalışmaları’nda sadece yangın söndürme sistemleri değil, elektrik tesisatı da büyük ihtimalle günümüzün teknolojisine uygun yapılmadı. Kaldı ki binanın bugünkü elektrik yüküyle 50-60 yıl önceki aynı değil.
Cezasız olmaz
Diyeceksiniz ki hangi tarihi, ahşap binada bunlar yapılıyor ki? İşte sorun tam da bu. Yakın dönemde Haydarpaşa’dan Cağaloğlu’ndaki Maarif Müdürlüğü’ne, ne çok değerli yapı aynı ihmalkarlıklar neticesinde yandı.
Hadi kadir kıymet bilmiyoruz, bari yangın sonrasındaki korkunç maddi yük hesaba katılıp önlem alınsa! O da yok.
Galatasaray Eğitim Vakfı, mezunların bağışlarıyla eminim kısa zamanda binayı onaracak... Umarız sadece görüntüde ‘renove’ etmekle kalmazlar, yurt dışında ahşap binalar nasıl korunuyorsa, en alasını uygularlar... GS camiası bunu yapmayacaksa kim yapacak?
Ahşap binaların korunması, yangın söndürme sistemleri, artık çok ciddi kanunlarla denetlenmeli. Deprem sonrasında nasıl müteahhitler soruşturuluyorsa, ihmali olan herkes mahkeme önünde hesap vermeli. Ancak bu şekilde “Yandı mı, yakıldı mı” diye dövünmekten kurtulabilriz.
DELi RUH!
Vivet Kanetti, özlediğimiz yazılarını bir kitapta topladı: Adı gibi içi de ‘Deli Ruh‘umuzun bir yansıması! Kanat Yayınları’ndan çıkan kitapta Kanetti’nin farklı yayınlara, farklı tarihlerde yazdıkları titizlikle derlenmiş. 90’lı yılların Yeni Yüzyıl’ında yazdıkları benim için ayrı bir kıymettedir.
Mesela yıl 1995, Diyarbakır’da Bülent Ersoy’u dinleyip şöyle yazmış: “... Diyarbakır’a bizim Granada’mız sayılan Güneydoğu’dan çıkma türkücülerimizi değil de alaturkanın Müzeyyen Senar ekolünü getirmenin temelinde, ‘Size tepsi armağan edene aynı tepsi armağan edilmez, başka armağan mı kalmamıştı?’ kaygısı mı yatıyordu, yoksa farklı bir düşünce mi? Yani bu saf bir seçim miydi (bölgeye az alışılmış, egzotik duracak birşeyler sunmak) yoksa herkesçe benimsenmesi istenen esas kültür örneklerini sergileme iddiası mı? Kürt meselesine kültür sorunu olarak baktıklarını iddia edenlerin biraz netleştirmeleri gereken bir noktadır bu.”
Denemelerde sadece Türkiye değil, dünya var. Kültür, şehir, siyaset, tarih var.. Bugünkü köşelerde pek bulamadığınız bir birikim ve üslupla hem de. ‘Deli Ruh’un bonusu, Kanetti’nin 2005 yılında Saraybosna’ya gidip çektiği belgeselin DVD’siyle birlikte satılması...
Milliyet
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları