Tarih:
25.02.2016
Gazetecilerin ruh hali: Alnımızın çatından vurulabiliriz
Mehveş Evin; Gazetecilerin sansüre, baskılara, tehditlere karşı meslektaşlarıyla dayanışmak amacıyla başlattığı ‘Haber Nöbeti’nde, bir günümü ‘dünyanın ilk kadın haber ajansı’ JİNHA ile geçirmeyi özellikle istedim.
Gazetecilerin sansüre, baskılara, tehditlere karşı meslektaşlarıyla dayanışmak amacıyla başlattığı ‘Haber Nöbeti’nde, bir günümü ‘dünyanın ilk kadın haber ajansı’ JİNHA ile geçirmeyi özellikle istedim.Herşeyden evvel, sadece ve sadece kadınların çalıştığı JİNHA’yı beğenerek takip ettiğim için. Kadına yönelik haberleri öne çıkarmaları çok değerli ve önemli, ancak JİNHA’nın yaptığı bundan ibaret değil. Kendi gündemlerini yarattıkları gibi, haber atlatıyorlar. Haber yaparken kullandıkları dil, alışılandan farklı…
Malum, medyadaki erkek egemenliği ve hakim erkek dili, eşitsizliği körüklemekle kalmıyor; ayrımcı dilin sürekli, yeniden inşasına zemin sağlıyor. Buna, son zamanlarda yükselen savaş ve nefret diliyle birlikte basın özgürlüğü tehditlerini ekleyin. Kadın gazetecilerin güvenle, eşit koşullarda çalışabilmesi gün geçtikçe zorlaşıyor.
Savaş koşullarında çalışan meslektaşlarımız, çok daha yaygın ve yoğun bir şiddet altında. Sırf haber takip ettikleri için, bazen ‘haber notları’, bazen ‘heyecanlı’ oldukları bahanesiyle gözaltı ve tutuklamalara maruz kalıyorlar. Haber siteleri defalarca, sebepsiz yere engelleniyor. JİNHA’nın iki muhabiri, Beritan Canzöer ve Rojda Oğuz, tutuklu gazeteciler arasında.
Anlaşılan, kadınlara ‘vatani görev’ olarak çocuk doğurmanın uygun bulunduğu, ne giyip nasıl davranacağının dayatıldığı, üstüne üstelik sırf kadın olduğu için şiddet gördüğü Türkiye’de, kadınların sahada çalışıyor ve görünür olması fena halde sinir bozuyor.
Kadınlarla çalışmayı özlemişim
JİNHA’nın sabah toplantısına bir telaş geliyorum. Panik yok; meslektaşlarım ne yaptıklarının bilincinde, stressiz bir şekilde bekliyorlar. Ne bağıra bağıra ‘haberimin peşindeyim’ havaları, ne dünyanın en önemli işini yapıyormuş gibi yaylana yaylana yürümeler… Haber toplantısında konular, gidilecek yerler hızlıca belirleniyor.
Oh be… Kadınlarla çalışmayalı uzun zaman olmuştu, özlemişim.
Toplantı masasındaki tek erkek, Zete’den Cihangir Balkır da benimle haber nöbetinde. Günün sonunda, sessizliğinin yanıltıcı olduğunu anlıyorum: Amedspor’a benim de gitmek istediğimi bildiği için, aldığı imzalı formayı çıkarıp burnumun dibinde sallıyor. O gün birlikte çalıştığı Medine’yle çatılara çıkıp fotoğraf çektiğini ballandırarak anlatıyor. İşim başımdan aşkın olmasa görürdün sen Cihangir arkadaş!
JİN haber ajansında güne toplantıyla başlayıp, kahvaltıdan sonra herkes sahaya dağılıyor.
Toplantı bitince acıkan, mutfaktaki kahvaltı masasına oturuyor. Herkes kendi bulaşığını kaldırıyor. Kazara bir yerde çay bardağımı unuturum diye korkudan her yere taşıyorum. Mutfak, ajansta sigara içmenin serbest olduğu tek yer. Dolayısıyla sohbet mekanı. Haricinde çalışma odalarında herkes hummalı bir sessizlik içinde çalışıyor.
Televizyonlar Erdoğan’dan korkuyor, gelemiyor
Günün flaş haberi, beraber çalışacağım Nurcan’dan: Abluka altındaki Sur’da, Ankaralı bir annenin bebeği olmuş, şu an üç aylıkmış. Fotoğrafı da var.
JİNHA muhabiri Nurcan ile lalebey’de kapısını çaldığımız evde, gülümsediğimiz ender anlardan biri: 2 aylık Arjin bebek, savaş uçakları uçtukça kafasını dikip gökyüzüne bakıyor.
Nurcan haberi teslim edince ilk işimiz, otobüse atlayıp JİNHA’nın her gün uğramayı ihmal etmediği Sümerpark’a gitmek. Anneler, çocuklarının cenazelerini almak için bir aydır nöbette. Biri Kürtçe veryansın ediyor, yüzüne bakakalıyorum. Öfkesinden gayrı birşey anladığım yok!
Nurcan, fotoğraf makinesi ve kamerasıyla işinin başında. Neyse ki diğer anneler, biraz çeviri yapıyor. Anlıyorum ki öfkeleri, ilgisizliğe. Sadece cenazeler hakkında televizyonda tek bir satırın yer almamasına değil. Halkın da kendilerini yalnız bıraktığını düşünüyorlar:
“Erdoğan, Diyarbakır’ın ölüm fermanını vermiş. Kapatıyor TV’leri batıdaki anneler duymasın, bilmesin diye.”
“Perişandır anneler, cenazelerimiz yerde…”
“Millet kahvelerde oturuyor, bizim yavrularımız ölüyor.”
“Niye biz Türkleri barındırıyoruz, başımız üstünde tutuyoruz da Türkler, Kürtleri barındırmıyor?”
E bu laflara ne denir şimdi?
Önce basının doğru bilgi vermesi lazım
Nurcan ile Sur’un yolunu tutuyoruz. Yaklaştıkça, top atışlarının gümbürtüsüyle sarsılıyoruz. Sur sokaklarında karşılaştığımız kadınlar, konuşmasına konuşuyor ama fotoğraf veya görüntü almaya gelince çekiniyor. Korkmamaları mümkün mü? Biri, kapısına dört kez özel harekatçıların geldiğini aktarıyor.
En çok duyduğumuz, basının gerçekleri dile getirmediğini, bunun da herşeyden daha çok kendilerini korkuttuğu…
Sur’un Melik Ahmet mahallesi muhtarı Ali Kızgın, “80 bin nüfuslu Sur’un büyük çoğunluğu güç durumda. Neden gittiler, nasıl oldu? Bunlar sorgulanmıyor. Hendekler öne çıkarıldı. Oysa hendeklerden önce top mermileri sofralara düştü. Tedirginlik orada başladı. Ancak Türkiye basını bunları ‘roketatarlı saldırı’ diye verince vatandaş çelişkiye girdi… Önce basının araştırıp, doğru bilgi vermesi gerekirdi. PKK’nın ne kadar payı varsa devletin de var” diyor.
Hele gelin, burada bir hafta yaşayın, diyor Surlular… Huzurun ‘h’si kalmamış. Herkesin psikolojisi bozulmuş. Çocuklar, silahların gölgesinde büyüdükçe ileride nefret kusacak diye endişeleniyorlar…
Genel olarak bu operasyonların, ‘Rojava’ya girmenin yolu’ olduğu düşüncesi hakim.
Bölgedeki gazeteciler büyük baskı altında
Lalebey mahallesinde ev ev dolaşan KJA’lı kadınlar, Nurcan’ın kamerasına konuşmayı kabul edip amaçlarını, gördüklerini anlatıyor.
Lalebey mahallesinde Nurcan bir kapıyı çalıyor, buyur ediliyoruz. Evin kadınları bize gözleme ve çay ikram ediyor. Top atışlarının ve helikopter seslerinin altında karnımızı doyuruyoruz. Nurcan, kadınları konuşturmak derdinde ama nafile…
Ajansa döndüğümüzde herkes masasının başında, harıl harıl çalışıyor. Mutfakta akşam yemeği hazır, tepsinin başında kızlar günün haberlerini konuşuyor. En sinir bozucu, tehlikeli anlar bile esprili bir dille anlatılıyor. Başka türlü bu kadar baskıyla baş etmek mümkün değil ki…
Tutuklanmalardan bahsederken biri diyor ki “Gözaltı bir şey mi? Tutuklanmak, hayatta kalmak demek. Alnımızın çatından vurulabiliriz…”
Diyarbakır’daki meslektaşlarımızın ruh hali bu… Her an başlarına birşey gelebileceğini bile bile, kadını, erkeği, haber için sokakta.
Sıcak köşelerinden kıpırdamadan, ancak ‘iliştirilmiş’ şekilde Diyarbakır’a adım atan, oturdukları yerden büyük laflar etmeyi bilen ‘büyük gazeteciler’e duyurulur…
Mehveş Evin - Diken
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları