loading
close
SON DAKİKALAR

Gazetecilik ödüllerinin ölülere adandığı ülke

Mehveş Evin
Tarih: 12.04.2016

Mehveş Evin; Gazeteciliğe 'ama'sız sahip çıkarsak mesleğin ve insan olmanın hakkını verebiliriz.

Polisin 1996’da işkence yaparak öldürdüğü Metin Göktepe, bu ülkede onurlu gazeteciliğin simgesi.

Hatırlamayanlara, unutanlara, bilmeyenlere tekrar tekrar hatırlatalım: Evrensel muhabiri Göktepe, cezaevinde ölen iki kişinin cenaze törenini izlemek için Alibeyköy’de yapılacak cenaze törenini izlemekle görevliydi. 500’den fazla insanla beraber Göktepe de Eyüp Kapalı Spor salonuna götürüldü.

Gerekçe? Sarı basın kartı yoktu ve polise itiraz etmişti! Polisin kaba kuvvetle saldırdığı Göktepe’nin cansız bedeni, bir köşede bulundu…

Bugün de gazeteciler, farklı yöntem ve saiklerle hala katlediliyor… Cinayetlerde sorumluluğu bulunanlar ise cezasızlık kültürüne güveniyor.

Aksi halde, Hrant Dink’in katlinin üzerinden dokuz yıl geçmesine rağmen kanı yerde kalabilir miydi? Nuh Köklü’yü “kartopu atıp camını kırdığı için” ölümüne bıçaklayan esnaf Serkan Azizoğlu, Cumhurbaşkanı’na “Ölen kişi AKP karşıtı, Gezici” diye mektup yazabilir miydi?

Bir de gündeme girmeyen, hatta Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Çağdaş Gazeteciler Cemiyeti’nin “öldürülen gazeteciler” listesine bile alınmayan ölü gazeteciler var.

Şubatta Cizre’de katledilen Azadiya Welat gazetesinin yazıişleri müdürü Rohat Aktaş gibi...

Cizre’de öldürülen Rohat’ın suçu ne?

Devletin şiddet ve savaş diline medya kadar bazı meslek örgütlerinin de ayak uydurması, maalesef yeni bir durum değil.

Israrla soracağım: Rohat Aktaş’ın Türkiye basınında anılmamasının nedeni, Azadiya Welat adına çalışması mı? Aktaş’ın Cizre’deki bodrumda katledilmiş olması, onun “terörist” olduğu anlamına mı geliyor? Yoksa Kürt olması yetiyor mu?

Nerede doğarsanız doğun, hangi kurumda çalışırsanız çalışın, bir gazeteci Türkiye’de öldürülmüşse, şiddet gördüyse bu tüm gazetecilere yönelik açık ve korkunç bir tehdittir:

“Oraya gitme, haber yapma, yoksa senin külünü bile bırakmayız.”

Gazetecilik ödüllerinin, ölülere adandığı bir ülkede yaşıyoruz… Bu yıl 19’uncusu düzenlenen Metin Göktepe ödül törenine Sur’dan Silivri’ye namlu ucunda, mahkeme koridorlarında, onuruyla gazetecilik yapan gazeteciler damga vurdu.

Ödül alan gazeteciler, Rohat Aktaş’ı, Tahir Elçi’yi, ablukada öldürülen sivilleri, olumsuz iş şartları nedeniyle ölen belediye işçilerini yadetti…

Ödüllü haberlerin, görüntülerin çarpıcılığı hepimizi ağlatmaya yetti.

Gazeteciliğin, konfor alanından çıkmadan, bilgisayar başında yalan yazmaya, nefret söylemi saçmaya dönüştürüldüğü bir dönemde yılmadan gerçek gazeteciliğin ne olduğunu hatırlatanlara çok şey borçluyuz.

Suriyeli gazeteciler Türkiye’de neden infaz ediliyor?

Türkiye’de Kürt gazeteci öldürülürse, hapishaneye düşerse “terörist” muamelesi görüyor. Ama yok sayılan başka bir gazeteci grubu daha var. Onları görünmez yapan, Suriyeli olmaları. Canı pahasına haber yapmaya, dünyayı bilgilendirmeye çalışan ve Türkiye’de yaşayan meslektaşlarımız maalesef sahipsiz.

Son altı ayda dört Suriyeli gazeteciye Türkiye’de suikast düzenlendi. Üç öldü, biri halen yaşam mücadelesi veriyor:

‘Ayn Vatan’ gazetesinin yazı işleri müdürü İbrahim Abdulkadir ile muhabiri Firaz Hamadi, Şanlıurfa’da bıçakla kafaları kesilerek 30 Ekim 2015’te öldürüldü. Ölüm tehditleri alan gazetecilerin katlini IŞİD üstlendi.

Mart’ta, İbrahim Abdulkadir’in yine gazeteci olan kardeşi Ahmed evinin önünde iki kişinin saldırısına uğradı ama sağ kurtulabildi.

Suriye rejiminin tehdidi yüzünden Türkiye’ye 2012’de sığınan Naji Jerf, IŞİD’in kirli yüzünü gösteren belgeseller çekiyordu ve Hentah dergisinin yayın yönetmeniydi.

27 Aralık 2015’te, Gaziantep’te çarşıda başından ve göğsünden vurularak öldürülen Jerf, aldığı ölüm tehditleri nedeniyle Türkiye’nin Fransa Büyükelçiliği’ne mektup yazmıştı. Cinayeti üstlenen çıkmadı.

Gazeteciliği dini, ırkı, cinsiyeti olmaz


Bu pazar günü, yine Gaziantep’te Suriyeli gazeteci Muhamahir el Şerkat, yüzü maskeli kişilerce ensesinden vuruldu. Aleppo Today gazetesinin muhabiri Şerkat, halen yoğun bakımda…

Bu gazetecilerin ortak noktası, kirli savaşı deşifre etmeleri, özellikle cihatçı yapılanmalarla ilgili belgeleri yayınladıkları veya yayınlayacak olmaları. Uluslararası meslek örgütlerinin uyarılarına rağmen AKP rejimi, Türkiye’de yaşayan Suriyeli gazetecileri korumuyor.

Antep ve Urfa gibi IŞİD üyelerinin fink attığı şehirlerde Suriyeli meslektaşlarımızın başına gelen, yarın öbür gün başka şehirlerde çalışan gazetecilerin de pekala başına gelebilir. Ne de olsa bu kadar hedef gösterme, aymazlık ve karalamanın hüküm sürdüğü savaş ortamında, işini yapan hiçbir gazeteci güvende değil. Bu suikastların arkasındaki güçleri araştırmak, davaları takip etmek, Türkiye’deki cihatçı yapılanmalarla ilgili önemli ipuçları verebilir.

Lütfen doğum yerine, çalıştığı kuruma, inancına, siyasi tavrına, cinsiyet yönelimine göre meslektaşlarımıza ayrımcılık yapmaktan vazgeçelim.

Gazeteciliğe “ama”sız sahip çıkarsak mesleğin ve insan olmanın hakkını verebiliriz.

Mehveş Evin - Diken 

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları