Göğe bakıyoruz Ayşegül (*) bulut da güneş de güzel
Mehveş Evin: HDP’ye 'desteğiniz' ve 'dayanışmanız' hanımların beraber fotoğraf vermesinden mi ibaret? Yeriniz, tank palet fabrikasının önündeki 100 metrekareden ibaret kalır.
Anneme “Arkadaşım gözaltında” diyorum. Doğal olarak soruyor: “Neden?”
“Nedeni yok” cevabını veriyorum, “henüz bilinmiyor”.
Aynı anda şu iki cümle zihnimden geçiyor:
Türkiye’de gözaltına alınmak, soruşturulmak, hapse atılmak için bir “suç” şüphesi taşıyan bir eylemde bulunmanın, yani elle tutulur, kanıtlanabilir, hukuka uygun bir “neden”in olmasına dahi gerek yok...
Ve:
Türkiye’de gözaltına alınmak, soruşturulmak, hapse atılmak için bırakın eleştirmeyi; iktidarın fikir ve siyasetini savaşkan bir nefer ruhuyla desteklememek, muhalif görüşlere sahip olmak, hele ki farklı kesimlerle, özellikle de Kürtlerle dayanışmak yeterli...
Artık her muhalif bunları biliyor.
Yine de o soruyu soruyorlar: Neden?
Çünkü mutlaka bir kulp bulmuşlardır diye düşünülüyor. Canlar, bunlara ihtiyaç bile duyulmuyor ki artık!
Doğu’da üç büyükşehre yapılan darbeyle eşanlı olarak İstanbul’da da “Kadıköy baskınları” yapıldı.
Aralarında HDP Kadın Meclisi üyeleri Ayfer Çelik, Müge Ataç ve sivil toplumun, basının çok iyi tanıdığı bir isim, sevgili arkadaşım Ayşegül Tözeren de var.
Bu kadınlar, geceyarısından itibaren sokaklarını dolduran çevik güç kuvvetlerinin evlerine dayanmasıyla gözaltına alınıp Vatan Emniyet’e götürüldü.
Neymiş? Haklarında “İhbar” varmış. 2018’de “bir soruşturma” açılmış.
SEÇİLEN “HEDEF” TESADÜF DEĞİL
24 saat avukat kısıtlılığı, altı adımlık bir hücrede floresan ışığı altında tutulma, kelepçeyle sağlık kontrolüne götürülme gibi standart haline getirilen hukuk ve insanlık dışı muameleler... Neydi, işkenceye sıfır tolerans... İleri demokrasi, o kadar ilkeri ki ileri sararken başa döndü!
Yetmezmiş gibi, neyle suçlandıklarını ancak gözaltından günler sonra (yarın), Adliye’ye çıkarılınca öğrenebilecekler.
Tıpkı yüzbinleri bulan yurttaşın başına geldiği gibi. Tıpkı seçilmiş belediyelerin sadece yöneticilerine değil, çalışanlarına yapıldığı gibi.
Tıpkı bu ülkenin aydınlarına müstehak görülen, aslında kendi ülkesini, değerlerini aşağılamaktan başka bir halta yaramayan “operasyon” ve “dava”lar gibi.
Tıpkı işini yapan her insanın bir köşeye itildiği, iş yapamaz hale getirildiği gibi...
İster aktif siyaset yapsın, ister gazeteci, hekim, avukat olsun... Terörle iltisaklı gösterecek bir metin yazmak –iddianame demiyorum- bunlar için nasılsa dünyanın en kolay şeyi.
Ayşegül gibi bir halk sağlığı uzmanına, edebiyata katkı veren bir yazara, pırıl pırıl bir vicdana ve dayanışmaya hep kendi ruhunu, tatlılığını, temizliğini katan birini “hedef” seçmek, bu yüzden hiç de tesadüfi değil.
Ayşegül neden Vatan’da, bir floresan ışığının altında tutuluyor derseniz...
Zekasının önünde içinizden saygıyla düğmelerinizi ilikleyeceğiniz, aynı zamanda insanlığı, sevgisi ve enerjisinin karşısında müthiş bir güven duygusunu verdiği, kendisinden farklı herkese de ulaşabildiği için, cevabını verebilirim.
DARBE ÖNCE HDP SEÇMENİNE, KÜRTLERE
Çarşamba akşamı Ayşegül’ün doğumgününü, arkadaşlarıyla Yoğurtçu Parkı’nda kutladık. Bize yazdığı mesajdaki gibi, uzun uzun göğe baktık. (*)
Çünkü başka biri, aynı şekilde hak ihlaline maruz kalsaydı Ayşegül tam da bunu yapardı:
O soğuk, çelik maskelerin; o cüppelerin, makamların ardına saklanarak görevini, kanunları, hakları suistimal edenlere hiç pabuç bırakmaz...
Arkadaşı olması gerekmez, ifade özgürlüğü çerçevesinde herkesi, ama herkesi savunur, içerideki sözü dışarıya aktarmak, dışarıdan da içeriye ses olmak için çaba harcar.
Ayşegül’ü yazarken, hepinize seslenmek istiyorum:
Diyarbakır, Van, Mardin’e kayyım atama “operasyonu”nu hiçbir kanıta dayanmadan, Kürtlerin adına konuşarak “makul” ve “gerekli” gösteren herkes, hem Kürtler üzerinden iradenize hakaret ediyor. Hem de suça iştirak ediyor.
Kayyımı tartışmak bile gereksiz kanımca. Yapılan bir darbedir. Üstelik bu darbe, yeni veya 31 Mart sonrası icad edilen birşey değil, 7 Haziran sürecinin devamı. Lütfen, öncelikle darbenin Kürtlere ve HDP seçmenine yapıldığını açıkça söyleyerek sorunu teşhis edelim: Ne Adana, ne İstanbul’a atandı kayyım, öyle değil mi. “Buralarda” ise başka yöntemlerin devreye gireceği açık. Fakat neden önce ve bu şekilde HDP seçmenine bu muamele yapılıyor, teşhisi doğru koyalım.
Gelinen noktada muhalefet partilerinin, geç ve kıvırgan açıklamalar yapması son derecede zayıf, yetersiz bir tablo çiziyor. Bir kez daha seçmeninizin gerisinde siyaset yapıyorsunuz, sevgili Millet İttifakı. İlla HDP’nin çağrısıyla sokağa dökülmek, plastik mermi yemek gerekmiyor. Siyaset nasıl yapılır, böyle bir rejimde bile neler ses getirir, etki ederi düşünen, üzerine çok güzel yazılar yazanlar var, bari onları okuyun yahu! (Ayşe Düzkan ve Aydın Selcen’in yazısı.)
Eğer “desteğiniz” ve “dayanışmanız” hanımların beraber fotoğraf vermesinden ibaret kalacaksa, tank palet fabrikasının önündeki 100 metrekarelik yere sıkışıp kalırsınız.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları