Alman Duyarlığı!
Melih Aşık; Dersim olayı bütün bunlar ele alındığı takdirde aydınlatılır. Ne var ki bu tür konferanslar bir tek amaca yöneliyor: Cumhuriyet’i karalamak, Atatürk’ü sanık sandalyesine oturtmak. Öyle olunca da 37-38’le sınırlanıyor.
Almanya’da Duisburg, Essen Üniversitesi 18-20 Kasım tarihlerinde “Tanınmayan soykırım: Dersim 1937-1938” başlıklı bir çalıştay düzenledi.
Etkinliğin destekçileri arasında Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Kültür ve Bilim Bakanlığı da yer alıyordu. Konferans ilanında iki unsur göze çarpıyor.
1. Dersim’in bir soykırım olduğunun kabulü.
2. Tartışmanın 1937-38 yıllarıyla sınırlanması.
Malum, Dersim olayları 1906 yılında Osmanlı’ya karşı başlatılan aşiret isyanlarının son noktasıdır. İsyanlar yıllar içinde tekrarlanmış, hem Osmanlı hem Cumhuriyet hükümetlerini uğraştırmıştır.
Kendilerine Meclis’te yer önerilmiş, arada birkaç kez af ilan edilmiş ama para etmemiştir. Aşiretler kendilerine özel statü verilmesinde ısrar etmiştir.
Dersim olayı bütün bunlar ele alındığı takdirde aydınlatılır. Ne var ki bu tür konferanslar bir tek amaca yöneliyor: Cumhuriyet’i karalamak, Atatürk’ü sanık sandalyesine oturtmak. Öyle olunca da 37-38’le sınırlanıyor. “Bu bir soykırım ise neden Dersim dışında hiçbir Alevi’ye dokunulmadı?” sorusu da asla gündeme gelmiyor.
Aynı konferansın benzeri 21 Ekim’de Ruhr Üniversitesi’nde düzenlendi.
Konferanslara Almanya’da kurulu 20’den fazla Dersim derneği de katıldı.
Almanya neden bu faaliyetlerin merkezi derseniz?
Dünyanın en büyük soykırımcı ülkesi olduğu için mi?
Silahsız ve günahsız 6 milyon Yahudi’yi imha ettiler.
Anlaşılan, tarihe geçen o insanlık suçunu böyle unutturacaklarını sanıyorlar.
PİŞİRİM
Ekranlarda bir beyaz eşya firmasının ‘pişirici’ reklamını izliyoruz.
Misafir çocuğa ne içeceği soruluyor.
Ufaklık:
“Ben bir tandır alayım” diyor ve şaşkın bakışlar altında ekliyor:
“Ama öyle bir tandır istiyorum ki ağzıma attığımda o etler pamuk gibi dağılsın, dilimin ucunda başka bir tat, arkasında bambaşka bir tat bıraksın, yumuşacık etler ağzımın içinde aromasıyla dans etsin. Kıvamı o kadar iyi olsun ki bir ısırık aldığımda ikincisi için sabırsızlanayım.”
Bitmiyor, oğlan devam ediyor:
“Ya da güzel bir antrikot... ama nasıl bir antrikot biliyor musunuz, çok iyi mühürlenmiş. Öyle iyi mühürlenmiş ki etin tüm suyu içinde kalsın, bıçağı ete batırdığımda o bir su şelale gibi etin içinden ağzıma dağılsın.”
Bazı okurlar bu reklama içerlemiş. Bu pahalılıkta bunlar hatırlatılır mı, diyorlar.
Eskiden pahalı yiyeceklerin ekrandan gösterilmesi tepki çekerdi
Şimdi lezzetinin ‘hatırlatılması’ bile sakıncalı bulunuyor demek ki.
AMİRAL
Montrö Sözleşmesi’ne sahip çıkan 103 emekli amiralin 3 yıldan 12 yıla kadar hapis cezasına çarptırılması istendi.
İlginç olan... Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırlayıp 20. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdiği bu iddianamenin mahkemece henüz kabul edilmediği halde basına sızdırılıp birçok gazetede kabul edilmiş gibi yayımlanmasıydı.
Böylece mahkeme baskı altına alınıyordu. Geçmişte bu örnekler yaşandı. Eleştirildi. En azından yargının hukuka uygun davranması istendi. Ama eski alışkanlık sürüyor.
PEYNİR
Kırklareli’nde yaşayan yakınımız:
- Size bugün beyaz peynir gönderecektim ama bulamadım, dedi telefonda.
- Neden?
- Bulgarlar peynir bırakmamış dükkânlarda. Taze peynir var, o iyi değil. Olgunlaşmış beyaz peynir kalmamış. Bulgarlar hepsini silip süpürmüş.
Bulgarlar otobüslere doluşup geliyor, alışveriş edip, akşama dönüyormuş. Genel olarak giyecek ve yiyecek alıp gidiyorlarmış. Son bir ayda leva yüzde 40 değerlendi, 1 leva 8 lirayı geçti. Türkiye pazarı onlar için cennet oldu.
Bu arada daha az sayıda olmakla birlikte Yunan vatandaşları da Edirne’ye alışverişe geliyormuş. Malum, biz Bulgaristan veya Yunanistan’a gitmek istersek vize almak için dünyanın parasını veriyor, ayrıca işlemlerle uğraşıyoruz. Onlar ise Türkiye’ye vizesiz girip çıkıyor. AB’ye üyeliğimizin söz konusu olduğu 1970’lerde bir slogan vardı: “Onlar ortak, biz pazar olacağız” diye. Hatırımıza o slogan geliyor.
KAZANÇ
Karabük Üniversitesi Rektörü Prof. Refik Polat’ın sosyal medyada yer alan bir açıklaması ilgi çekiyor. Rektör Bey anlatıyor:
“... Rektör olunca, hele hele devlet üniversitesi rektörü olunca para nasıl kazanılır onu öğrendim. Devletin bana verdiği bütçe kadarını kazanmasam da ona yakın para kazanmayı öğrendim. Ben Naci Ağbal’a (Eski Hazine ve Maliye Bakanı) gidiyorum, para istiyorum, vermiyor. (Bunun üzerine) Formasyondan kazanıyorum, TÖMER’den kazanıyorum, kiralardan kazanıyorum, gayrimenkul varlıklardan kazanıyorum, yaz okulundan kazanıyorum. Neresinden bakarsanız bakın, 14-15 milyon lira para kazanıyorum. Geçen yaz sadece yaz okulundan 4 milyon lira kazandım.”
Üniversiteye para kazandıran öğrenciler orada yeterli bilgi kazanıyorlar mı?
Rektör Bey bununla da ilgili mi?
Bir soru da bu tabii ki...
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları