Anılar krizantem
Melih Aşık: Eksi 10 derecede mezbaha işçiliği dâhil türlü işler yapmış olan bana sorarsanız en öldürücü iş odur; çiçekçilik.
Sabahın alacakaranlığı... Yağmur yağıyor, hava soğuk. Cam bile açılmıyor rüzgârdan. Karşımızdaki Kısmet Çiçekçisi’nin çalışkan kızı Yıldız Hanım gelmiş, saksıları tek tek dışarı çıkarıyor. Kebapçılar henüz açmadı. Yıldız Hanım sıkı sıkı giyinmiş, bir içeri bir dışarı, taşıyıp duruyor çiçek kasalarını. Uzaktan bakınca çiçekçilik rengârenk, şiir gibi bir iş sanılır. İçine girince manzara değişir. Çiçek koklarken güzeldir, bakarken güzeldir. Kadına hediye ederken güzeldir de... Oraya gelene kadar insanı canından bezdirir, adeta öldürür.
Sene 1973... TRT’den kapı dışarı edilmiş, Ankara’dan ve sansürlü gazetecilikten sıkılmış, Karslruhe yakınlarını mekân tutmuş olan dostum şair Özkan’la mektuplaşmış, “Gel buraya, sana da iş buluruz” mesajını alınca, ver elini Alamanya demişiz. Birkaç gün avarelikten sonra her nasılsa bir kaçak işçilik buluyor, bu defa ver elini Speyer kenti diyoruz. Bir çiçek serasında işçilik. Aman ne güzel... Çiçekler içinde bir yeni hayat başlıyor. Mutluyuz. Alman patronun evi de seranın içinde. Bir aile işletmesi. Güzel de bir kızı var. Her şey güzel. Çarçabuk iş bulmuş olmanın mutluluğu içinde, sabah vakti kolları sıvıyoruz. Bir makine koymuşlar ortaya. Kenarında taşla karışık bir toprak yığını.
- Sen şimdi bu toprakları bu kürekle makinenin içine atacaksın, diyorlar.
Atıyoruz. Sürekli dönüp duran bir merdane taşla toprağı ayırıyor. Taşlar bir yana, ince toprak öte yana savruluyor. Makinenin boş dönmemesi lazım ayrıca. Sürekli toprak atacaksın içine. Başlıyoruz. Beş on dakika sonra yorgunluk basıyor. Bir saat sonra el ayak kesiliyor. Arada öyle bizim inşaat işçileri gibi küreğe falan yaslanıp dinlenmek yok. Makine boş dönmemeli. Patron uzaktan gözetliyor. İmanım gevriyor. Ama yiğitliğe pardon işçiliğe çok sürmemeye çalışıyorum.
Neyse ki mola düdüğü çalıyor. Moladan sonra taşlar başka yana, topraklar başka yana taşınıyor. Bir iş bitmeden öteki başlıyor. Bir de Alman işçi var. Maşallah o hiç yorulmuyor.
Ertesi sabah bizi daha bela bir iş bekliyor. Krizantem ekimi. Çiçekçilerde gördüğünüz, sarılı, beyazlı, pembeli krizantemler ne güzeldir. Ama oraya nasıl geldiklerini bilemezsiniz. Bendeniz biliyorum. Sabah erkenden civar evlerde yaşayan Alman ev kadınları part time işçi olarak çiftliğe dökülür. Seraların içinde kulvarlar vardır. O kulvarlarda birlikte krizantem ekmeye başlarız. Atletizm kulvarları gibi düşünün. Kulvarın başında 5 - 6 hanımla birlikte aynı anda krizantem ekmeye başlarsınız. Öyle böyle değil. Çömelik vaziyette fideyi alıp dikecek, yana doğru bir adım atarak sonraki fideyi dikecek, kulvarda böyle yan yan hiç ayağa kalkmadan ilerleyeceksiniz. Alman teyzeler maşallah çalışmaya alışık. Alıp başlarını gidiyorlar. Ben geride kalıyorum. Yarış pistinde açık ara sonuncu olan atlet ne hissederse onu hissediyorum. Kadınlar dikimi bitirip kahve içmeye gidiyor, ben hâlâ oralardayım. Aralarında benim hakkımda kim bilir neler konuşuyorlar. Akşam iş bitince yarım saat bir şeyler yiyip yatıyorum, sabah zor kalkıyorum. Yaş 31, üstelik spor da yapmışım ama vücut o yorgunluğu kaldırmıyor. Serada kolay iş yok. Bütün işler belalı. Akşam iş bitiminde patronun kızı uzaktan tatlı tatlı gülümsüyor. Babasına (kaçak olduğum anlaşılmasın diye) Almanya’ya doktora yapmaya gelmiş bir üniversite mezunu diye tanıtmıştım kendimi. Öyle sanıyor. Sempati o yüzden. Ama benim ona gülecek halim yok. Güneşin batmasını bile beklemeden doğru yatağa. Ertesi sabah yine toprak atılacak. Veya krizantem ekilecek. Emdiğimiz süt burnumuzdan gelecek. Bir zaman sonra işi öğrendim, form tuttum, kulvar yarışında Alman teyzelere yetişmeye başladım ama iş iznim çıkmış veda vakti gelmişti.
Patronla karşılıklı teşekkür edip vedalaştık.
Eksi 10 derecede mezbaha işçiliği dâhil türlü işler yapmış olan bana sorarsanız en öldürücü iş odur; çiçekçilik.
Siz vitrinlere bakınca çiçekleri görürsünüz, ben Almanya’nın Speyer kentindeki krizantem tarlalarını.
Pencereden karşıya bakıyorum. Yıldız Hanım bütün çiçekleri dışarı çıkardı. Dükkânın önü renklendi. Bir kadın müşteri saksıların etrafında dolaşıyor. Sonunda bir buket çiçek yaptırdı, gülücüklerle alıp koşarak gitti.
Speyer’deki o çiçek serası hâlâ duruyor olmalı. Krizantem ekme yarışı da çoktan başlamıştır. Ama beni ilgilendirmiyor. Aradan 47 yıl geçti. Ben artık yalnızca seyirciyim. Krizantem görünce, gülümsüyorum o kadar...
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları