Tarih:
11.01.2015
Gazeteciler günü
Melih Aşık; Dün 'Çalışan Gazeteciler' günüydü. Aslında bu günü 'Çalışamayan Gazeteciler' günü yapmak daha doğru...
Dün “Çalışan Gazeteciler” günüydü. Aslında bu günü “Çalışamayan Gazeteciler” günü yapmak daha doğru... Çünkü çalışamayan gazeteciler hem çalışanlardan daha kalabalık, hem daha zor koşullarda yaşıyor.Üstelik çoğu da ilkelerinden taviz vermediği için kapı dışarı edilmiştir.
Onlara saygı ve selamlarımızı iletelim... Tarihin kuyusuna inelim...
#Tarih dergisinden okuyoruz...
Gazeteci Ahmet İhsan Tokgöz, Abdülhamit’in son matbuat müdürü (sansürcüsü) kılkuyruk lâkaplı Ebulmukbil dönemindeki sansürü anlatıyor.
“Hamidiye suları yeni akıtılmış, çeşmeler açılmıştı. Doktor Besim Ömer Paşa, sular üzerine bir makale yazmıştı. Yaşlı bir adamın çeşme başında dua edişini gösterir artistik bir renkli resim, makaleyle birlikte basılacaktı. Sansür buna sual işareti koydu...”
Neden sual işareti koyduğunu sansürcü başı şöyle izah ediyor;
“Bu resmi görenler ‘işimizin duaya kaldığını anlatıyor’ diyebilirler...”
Evet o zamanlar sansür varmış... Yazılar ve resimler baskıya girmeden çıkarılırmış. Ama o yöntemin bir yararı da varmış... Gazeteciler yazılarından dolayı ceza görmezmiş. O yüzden sonraki yıllarda Aziz Nesin ve Sabahattin Ali, Marko Paşa dergisinde yarı şaka yarı ciddi “Ne olur sansür uygulayın da yazılarımız yayımlandıktan sonra başımız belaya girmesin” diye iktidara ricada bulunurlardı. Günümüzde de sansüre rahmet okutacak uygulamaların içindeyiz. İnsanlar Twitter’da hakaret cümlesi kullandı diye evi basılıyor bilgisayarına el konuyor. Abdülhamit’in artık kendisi yoksa da ruhu yaşıyor...
Bize söylemeyin!
Gümrük Bakanı Canikli ve MİT Müşteşarı Fidan’ın ardından Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu da:
“Terör örgütlerinin Türkiye’yi hedef alabileceğini” söyledi.
Ülkemizde “Terör örgütleri bizi hedef almaz” diyen tek bir vatandaş yokken neden bu uyarılar?
Biz vatandaş olarak ne yapalım? Sokağa mı çıkmayalım... Terörist olduğundan kuşkulandığımız kişilerin üzerine atlayıp etkisiz hale getirdikten sonra karakola mı teslim edelim!
Bizden bunlar beklenmeyeceğine göre yapılan çağrıların amacı nedir? Yoksa bu çağrılar Erdoğan ve Davutoğlu’na:
- Esad’ı devireceğiz diye muhalifleri, çoğunun terörist olduğuna bakmadan silahlandırdınız. O teröristler en vahşi örgütleri kurdular. Şimdi bizi de tehdit ediyorlar... Yaptığınızı beğendiniz mi?
Mesajı taşıyorsa mesele yok. Konu budur. Doğrudur.
Ancak hikâye bitmedi. Türkiye Ortadoğu bataklığıda yeni adımlar atıyor...
Yakında eğit donat kursları başlıyor...
Pentagon sözcüsü John Kirby hafta başında açıkladı...
Suriyeli muhaliflerin Türkiye’de eğitilmesi ve donatılması faaliyeti bahar aylarında başlıyormuş... Eğitilecek militanlar IŞİD’e karşı çarpışacak.. Esad’ı devirmek için yola çıkan Ankara’nın Esad’ın düşmanlarıyla kapışmasına mı gülersiniz... Esad‘la dolaylı müttefik olmasına mı? Ama gülerken dikkat... Eğit donat kumpası bizi bataklığın içine biraz daha çekiyor.
ATİNA
İktidarın yapması gereken çıkışı Talat Paşa Komitesi yaptı... Yunan Parlamentosu’nun Ermeni soykırımı’nı reddetmeyi suç sayan yasasını protesto etmek için Atina’ya gitti. Demokrat Yunanistan niyet okudu... Talat Paşa Komitesi üyelerini kente sokmadan havaalanından geri döndürdü.
Bir gün önce Yunanistan’a giren Talat Paşa Komitesi üyesi Yunus Soner, sözü geçen yasanın uluslararası hukuka aykırı olduğuna ilişkin bildiriyi Yunan Parlamentosu önünde okudu. Gözaltına alındı...
Bu olayda dikkati çeken Türk Büyükelçiliği’nin tavrıydı. Bizim diplomatlar hiç ortada görünmedi. Oysa büyükeliçiliğimiz Yunan makamlarına en azından “Vatandaşlarımızın seyahat özgürlüğünü engellemezsiniz, kente girmelerine engel olamzasınız, eğer suç işlerlerse gereğini yaparsınız” demek durumundaydı... Hatırlatalım... Yunan Parlamentosu’nun kararına daha geçenlerde 150 Yunan tarihçi, akademisyen, yazar da karşı çıkmıştı.
İnsanlara “Zorunlu DÜN Dersi” verilmeli... Yaşadıklarımızdan başka türlü ders alacağımız yok çünkü.
İlber Ortaylı
OSMAN
Saçma sapan bir Osmanlıca tartışmasının içine girdik... Cumhuriyet devrimlerinden geriye dönüş hevesiyle bir Osmanlıca seferberliği başlatıldı. Bazı belediye ve vakıflar kurs düzenliyor. Kimi okullarda Osmanlıca mecburi, kimi okullarda seçmeli ders. #Tarih dergisi son sayısında bu konuya da geniş yer alırdı. Osmanlıca diye bir dil yoktur. Osmanlı devleti bu dile Türkçe demiştir. Nitekim 1876 Anayasasında “Devletin lisanı- ı resmisi Türkçedir” denmektedir. Arapça ve Farsça’dan giren sözcükler Türkçe imla yapısına göre ekler alarak dilimizin içine yerleşmiştir. Türkçe egemendir. Osmanlıca yazıyı öğrenmenin de bir esprisi yoktur. Çünkü okuduğunuzu anlamınız için Arapça ve Farsça’dan gelen 60 bin kelimeyi bilmeniz gerekir...
Melih Aşık - Milliyet
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları