Göç beklerken!
Melih Aşık: Sığınmacılar ve yeni gelecek olanlar Türkiye’nin geleceğe yönelik en büyük baş ağrımızdır.
Afganistan’dan yeni bir göç dalgası gelir mi? Gelmez. Eğer biz davetiye çıkarmazsak, gelmemesi gerekir. Çünkü Kabil ile Van şehirleri arası 3 bin 30 kilometredir. Arada İran toprakları var. İran sınıra yakın üç merkezde göçmen kampları kuracağını, buraya geri dönüşüne söz veren göçmenleri alacağını açıkladı. Ayrıca, Afganistan’ın Özbekistan, Türkmenistan ve Tacikistan gibi sınır komşuları var. Suriye bize yakındı. Afganistan’dan aileler çoluk çocuk ve taşınabilir yükleriyle kalkıp Türkiye’ye gelmezler. Gelemezler. Tabii eğer biz davetiye çıkarmaz, özel olarak taşınmalarına yardımcı olmazsak.
Peki, geçenlerde sınırımızdan kafileler halinde gelen genç erkekler kimlerdi diyeceksiniz. Tahminimizi yazdık. ABD vize için başvuracak Afganlara güvenli ülkelere gidip, oradan başvurmalarını bildirmiş, Türkiye’yi de bu ülkeler arasında saymıştı. İran sınırından giren erkekler ABD’ye başvuru yapacak kitlelerdi. Ya da NATO tarafından eğitilecek bireyler. Öyle tahmin ediyoruz.
***
Sığınmacılar ve yeni gelecek olanlar Türkiye’nin geleceğe yönelik en büyük baş ağrımızdır. Geleceğimiz üzerindeki kara buluttur. Meclis tatilde. Peki, muhalefet partileri neden aralarında bir komisyon oluşturup bu konuyu masaya yatırmaz, incelemez, ortak politika oluşturmaz, açıklamalarla kamuoyunu aydınlatmazlar? Görevleri her gün oy peşinde koşmak mıdır?
KARIŞIK
Laik bir devlet; Taliban gibi bir örgütün herhangi bir ülkede yönetimi ele geçirmesinden endişe duyar. Bizde durum karışık.
Laik kesim durumdan ders çıkarıyor. Atatürk’ün bir asır önce ‘Laik Cumhuriyet’ projesiyle ne büyük iş başardığını bir kez daha takdir ediyor.
Bir kesim ise Taliban’ın yönetimi ele geçirmesinden çok mutlu.
Onlar siyasi İslam’ın dünyada yeni bir mevzi kazandığını, kendi ideolojilerinin doğrulandığını düşünüyor.
İslami devlet modeli onca kan dökülmesine rağmen dünyada başarı kazanmadığı halde, onlar yeni bir deneyin başarılı olabileceğine inanabiliyorlar.
Birçok ülke bu tartışmaları geride bıraktı. Türkiye ise geride bırakmış sayılmaz. Taliban’ın işgalcilere karşı zaferinden cesaretlenen grupların ülkemiz içinde (ve tüm dünyada) etkinliklerini artıracağını düşünmek kehanet değildir.
SALLAMA
Televizyon tartışmalarında izlediğimiz, resmi sıfatı da olan bir profesör var. Eski askermiş. Bu zatın en büyük özelliği desteksiz atıyor olması.
Gözüne kestirdiği ülke de Yunanistan.
Şöyle sallamalar duyuyoruz kendisinden:
- 4 saatte Selanik’i alırız, 8 saatte Atina’dayız.
- Savaşın ilk hedefi adalardır. Adaları bir günde alırız.
- Yunanistan makineli tüfek taşıyan bir sivrisinektir.
Kendisini duyanlar “Ne kahraman adam, ne cesur adam” diye düşünebilirler.
Ancak bu atışların bambaşka etkileri oluyor.
Yunanistan Ege adalarını silahsızlandırması istendiğinde “Türkiye bizi tehdit ediyor, meşru müdafaa hakkımızı kullanıyoruz” gibi bahaneler ileri sürüyor
Yukarıdaki türden açıklamaları da kanıt gösteriyor.
Bu demeçler başka işe de yarıyor.
Yunan hükümeti bu tür demeçleri halkına silah alımlarına gerekçe olarak sunuyor.
Yabancı silah tekelleri iki ülke arasındaki gerilimden yararlanarak daha çok silah satma fırsatı buluyor.
Yani TV ekranındaki desteksiz atışlar iki ülkenin halkı üzerinde sanılandan daha yoğun ve olumsuz etkiler oluşturuyor. Gerek var mı bunlara?
İBEBE
İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na iki tavsiye:
Beyefendi,
Malumunuz, bir kentin kültür ve uygarlık düzeyi kaldırımlarıyla ölçülür.
İstanbul’un kaldırımları acınacak haldedir.
Kadıköy, Bakırköy, Beşiktaş, Beyoğlu gibi ilçelerde kaldırımlar esnaf tarafından işgal edildiği gibi, takılıp düşmeden yürümeye de elverişli değildir. Üstüne üstlük son zamanlarda bir motor ve scuter terörü baş gösterdi. Önden, arkadan, her yandan motor ve scuter çıkageliyor, her an ezilme tehlikesi geçiriyorsunuz. Bu konuda bir yönetmelik yayımladınız. Ama gerekli denetimleri yapmıyorsunuz.
Kimisi partinizden olan ilçe belediye başkanları da kaldırımların onarımı ve işgali konusunda duyarsızdır. Daha doğrusu, esnafın işgalini adeta desteklemektedirler.
Kaldırımsız şehir olmaz. Böylesine şehir denemez.
İSTANBUL
Aydın Boysan “Ne Güzel Günlermiş” adlı kitabında anlatıyor:
“1938 yılında lise öğrencisiyken ayağım sakatlandı. İÜ Tıp Fakültesi Cerrahpaşa Hastanesinde ameliyat edildim. Muayene ve tedavi için beş kuruş istemeden taburcu ettiler.
Aklımda kalan o ki o yıllarda tüm devlet hastanelerinde herkes sıra beklemeden ve ücret ödemeden tedavi edilirdi.
***
Ortaokul öğrencisiyken (Aydın Boysan 1921 doğumludur) 33 numaralı Yedikule-Sirkeci tramvayına biner, Aksaray’a Pertevniyal okuluna öyle gelirdim. Ödediğim bilet parası iki kuruştu.
Ortaköy-Aksaray tramvayı olmasaydı ben mimarlık öğrenimimi de yapamazdım. Tramvay parası 1940-45 arasında yine iki kuruştu.
İstanbul’un içinde mükemmel bir tramvay şebekesi çalışırdı. Boğaziçi ve Haliç’i mükemmel vapur seferleri birbirine bağlardı. Bütün dar gelirlilerin parası da bu taşıtlara yeterdi.”
Cumhuriyet yönetimi halkı düşünen politikalar izlerdi.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları