loading
close
SON DAKİKALAR

Hediyeleri görelim

Melih Aşık
Tarih: 10.08.2014

Melih Aşık; Hediyeler konusunda Ahmet Necdet Sezer’in sergilediği bir örnek önümüzde duruyor. Abdullah Gül’den bu konuda bir açıklama bekliyoruz.

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Köşk’ten ayrılmasına yakın, görevi süresince kendisine verilen hediyeleri Köşk’te bırakacağını açıklamış ve bunların bir listesini yayımlamıştı... Liste şöyleydi:
Halı (30), kilim (13), tablo (55), Kuran-ı Kerim (4), kalem takımı (4), tüfek - tabanca (4), kılıç - kama - balta ve mızrak (24), saat (4), madalyon (7), nişan - berat (4), heykel (23), Süs eşyası gümüş - porselen ve mermer (86), süs eşyası cam - bakır - toprak - tahta (83), maket (11), tabak (16), gümüş tepsi (5), vazo (22), kutu (15), çay - kahve, çatal - bıçak takımı (15), çanta (1), takı eşyası (9), mask (2), ev eşyası - sandalye (2), sehpa (1), şifonyer (1), şehir anahtarı (1), müzik aleti (1), plaket - flama - bayrak rozet (77), kitap - kaset - albüm - belge ve broşür (179), kumaş menşeli hediyeler; kaftan - yerel giysiler - masa örtüsü (50), madeni hatıra paralar (27), resim - fotoğraf - portre (71), öğrenci kabullerinde öğrenciler ile il ziyaretlerinde verilen hediyeler (396)...
Peki Abdullah Gül kendisine verilen hediyeleri ne yapacak?
Necdet Sezer hediyelerin Cumhurbaşkanlığı makamına verildiğini düşünürken, Gül bunların şahsına verildiği görüşündedir. Birkaç yıl önce Suudi Arabistan Kralı’ndan ne tür hediyeler aldığı sorulduğunda bunları yanıtsız bırakan Gül sonunda yardımcıları aracılığıyla şu açıklamayı yapmıştı:
“Bu hediyeler devleti temsilen cumhurbaşkanlarının şahsına verilmekte olup bugüne kadar görev yapan cumhurbaşkanlarımızın verilen bu tür hediyelerin kayda geçirilmesine ilişkin standart ve yerleşmiş bir uygulamaları bulunmamaktadır.”
Hediyeler konusunda Ahmet Necdet Sezer’in sergilediği bir örnek önümüzde duruyor. Abdullah Gül’den bu konuda bir açıklama bekliyoruz. Tabii hediyelerin bir dökümünü de...

Okuma saati...

Neden geldik şu dünyaya, diye düşünüp duranlara... Acaba para mı daha önemli yoksa ün mü diye soranlara... Han, hamam, apartmandan kolye yapanlara... Paraya pula tapanlara... Tarihin en büyük fizik bilgini Albert Einstein’ın “Dünyayı Nasıl Görüyorum” yapıtından bir parça aktaralım (okurlarsa eğer):
“Yolumu aydınlatan ve beni durmadan sağlam bir yüreklilikle dolduran ülküler iyilik, güzellik ve doğruluk oldu. İnsanın uğrunda çaba gösterdiği bayağı amaçlar yani mal mülk sahibi olmak, toplumsal başarılar, iyi yaşam, genç yaşlarımdan beri bana tiksinti vermiştir. Kendimi bütünüyle ne devlete, ne doğduğum topraklara, ne dostlar çevresine ne de hatta yakınlarıma adadım. Benim siyasal ülküm demokrasi ülküsüdür. Herkese kendi kişiliği içinde saygı duyulmalı ve kimse putlaştırılmamalıdır.”

Duverger gözüyle

İçinde yaşadığımız siyasi rejim nasıl bir haberleşme sistemi kurmuştur? Siyaset bilimci Maurice Duverger, bakın 50 yıl önce bu konuda neler yazmış:
“... Kapitalist haberleşme sistemi ‘halkın ahmaklaştırılması’ diye adlandırabileceğimiz bir sonuç doğurmaktadır. İnsanları entelektüel seviyesi çok düşük, çocukça bir evren içine hapsetmek amacını gütmektedir. Kesat zamanlarda heyecanlı haberler verme imkânını sağlayan gönül maceralarının boyuna şişirilmesi bu bakımdan tipiktir.
Krallar, kraliçeler, prensler, prensesler ve öteki sözde büyüklerin, giyinişlerinin ve içinde yaşadıkları dekorun şatafatı, uyandırdıkları belirsiz tarihsel hatıralara eklenir... Halkı ahmaklaştırma tekniklerinin daha birçokları sayılabilir. Sinema ve spor da bunun birçok örneklerini verirler. Bu çeşitli vasıtalarla halk gerçek dışı, yapmacık, hayali ve çocukça bir alemle daldırılır, dikkati de böylece gerçek problemlerden başka yana çekilir...”
(Politikaya Giriş - 1964)

ÇARLİ

Sessiz sinema devrinde fizik bilgini Einstein ile aktör rejisör Charlie Chaplin konuşuyorlar:
Einstein:
- Sizi çok takdir ediyorum... Tek kelime etmiyorsunuz ama bütün dünya sizi anlıyor...
Charlie Chaplin:
- Doğru... Ama sizin başarınız daha büyük... Sizi kimse anlamıyor ama bütün dünya takdir ediyor.

Dış siyasette mandacılığa verilen destek, hayvancılıktaki mandacılığa verilse ülke ekonomisi ihya olmuştu...
Akif Kökçe

TDK

Türk Dil Kurumu’nun (TDK) hazırladığı İlaç ve Eczacılık Terimleri Sözlüğü’nü Dilbilimci Necmiye Alpay beğenmemiş...
TDK’nin en temel ilkelerden habersiz göründüğünü söyleyen Alpay:
“Masabaşına oturup uydurmak düzeyinde devam ettikleri görülüyor.” diyor.
Sözlükte; prematüreye “yarımca”, otopsiye “ölü açımı”, mazoşiste “özezer” gibi karşılıklar bulunuyor.
İlaç ve Eczacılık Terimleri Sözlüğü’nden kimi başka örnekler...
Enjeksiyon: Şırıngalama.
Katarakt: Akbasma.
Check-up: Tambakı.
Dezenfeksiyon: Bulaş savma.
Endoskop: İçgöreç.
Halüsinasyon: Varsanım.
Lokal anestezi: Yerel duyum yitimi.
Türkçeyi savunmalı, geliştirmeliyiz. Ama özenle ve dil bilimine uygun olarak...

DİNGO

Sık sık kullandığımız “Dingo’nun ahırı” deyimi nereden gelir?
İşte “İstanbul kitapçısı” web sitesindeki açıklama:
“...İstanbul’da ulaşım için atlı tramvayların kullanıldığı yıllarda, iki at ile çekilen tramvaylara, dik Şişhane yokuşunu çıkabilmesi için fazladan atlar koşulurdu. Azapkapı’da tramvaya eklenen takviye atlar, Taksim’de Dingo isimli bir Rum vatandaş tarafından işletilen ahırda dinlendirilir, sonra tekrar Azapkapı’ya götürülürlerdi. Gün içinde sürekli atların girip çıktığı ahırın bu durumu dolayısıyla, girenin çıkanın belli olmadığı yahut her önüne gelenin girip çıkabildiği yerler için ‘Dingo’nun ahırı’ deyimi kullanılmaya başlanmıştır.”

Melih Aşık - Milliyet

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları