Ümit Hassan
Melih Aşık; Sinirlenince felsefi küfürler ederdi. Yurtta sinirlendiği birine ‘İnsanoğlu insan’ demiş. Çocuk bu hitabı duyunca hakaret sayıp üstüne yürümüş. Anlattıkça kahkahayı basardı.
Haberin başlığı birkaç sözcükten ibaretti:
“Profesör Ümit Hassan hayata veda etti”
Her ölüm bize hayatın kısalığını bir kez daha anımsatıyor. İşte Ümit... 1964 yılında Mülkiye’de sınıf ve yurt arkadaşım. Her daim muzip bir adam. Onunla ilgili iki yıl önce bir yazım vardı. Şunları anımsamıştım:
“... Ara sıra Ankara’da birlikte takılıyoruz. Gözlüğünün tek sapı kopmuş. Öyle dolaşıyor. Karlı bir gecede meyhaneden çıkarken rastladığımız ünlü sanatçı Işık Yenersu ‘Sizin gözlüğünüzün sapı nerede?’ diye sorduğuna göre. Demek dikkati çekiyor.
Sinirlenince felsefi küfürler ederdi. Yurtta sinirlendiği birine ‘İnsanoğlu insan’ demiş. Çocuk bu hitabı duyunca hakaret sayıp üstüne yürümüş. Anlattıkça kahkahayı basardı.
Sene 64 dedik... İlk sol dergi ‘Dönüşüm’ Kızılay’da öğrencilerin ellerinde satışa çıkıyor. Çok geçmeden toplum polisi caddeyi kuşatıyor. İki polis Ümit’i kollarına girip götürürken onun küçük bir anayasa kitapçığını havaya kaldırarak ’Anayasa, anayasa’ diye bağırışı hiç gözümün önünden gitmiyor. 61 Anayasası’ydı o...
Yine karlı ve buzlu bir gün... Ne işimiz var idiyse... Gençlik Parkı’nda gezintiye çıkıyoruz. Koca parkta bizden başka kimsecikler yok. Bir ara bastığım buzların kırılmasıyla ayağım suya batıyor. Donuyorum. O anda aklıma Jack London’ın ‘Ateş Yakmak’ öyküsü geliyor. Soğukta yavaş yavaş donan el ve ayak parmakları... Telaşla etraftan çalı çırpı, yaprak, vs. bulup yakıyoruz. Ümit benden çok koşturuyor. Bir yandan da manzaranın komikliğine gülüyoruz. Ayağım ve çorabım ateşte biraz olsun kuruyor. Yola devam... İleride bir açık hava tiyatrosu var. Ümit tiyatronun sahnesine çıkıyor. Karların altındaki boş iskemlelere bakarak Hamlet’i İngiliz aksanıyla oynuyor. Ben tek seyirci olarak Ümit’i izliyorum; ’To be or not to be that’s the question’
demeye kalmadan ‘Düüüüt’ diye bir bekçi düdüğü duyuluyor. Ve cıyak cıyak bir kadın:
- İn aşşşağı, diye bağırıyor.
Meğer sahnenin hemen altında bekçinin ailesi otururmuş. Kadın tavanda gürültüler duyunca korkuya kapılıp var gücüyle düdüğü üflemiş. Kadını sakinleştirdik. Kahkahalarla gülerek uzaklaştık.”
Ben o yılın sonunda İsveç’in yolunu tuttum. Ümit okulu bitirdi, akademi dünyasında kaldı. Harika kitaplar yazdı. Ve 23 yıl devlet içinde devlet diye adlandırılan Kıbrıs Yakın Doğu Üniversitesi’nin rektörlüğünü yaptı. Yıllarca koskoca bir üniversiteyi ve binlerce genci aydınlattı. Huzur içinde veda etti dünyaya...
SÜTLÜ
Milliyet’te yıllarca birlikte çalıştığımız... Ve artık 50 yaş üstü guruplarda iddialı bir maraton koşucusu olan gazeteci Mine Kılıç arkadaşımız yazıyor:
- Adana’da muzlu süt pek sevilir. 1987-1992 arasında Çukurova Üniversitesi’nden okurken, öğrencilerin çılgınca içtiğini görmüştüm. Çok ucuz, herkesin ulaşıp içebileceği bir içecekti. Bal eklendiğinde bile fiyatı çok artmazdı. 7-8 Ocak’ta, Adana Yarı Maratonu için kente gittiğimde, fiyat etiketini görünce gözlerime inanamadım. Bir bardak (ve yanında o bardağın yarısı kadar kek de veriyorlar nedense) muzlu süt 40 lira olmuş. Bal eklenirse 50 lira. Adana’ya gitmeden bir gün önce radyoda süt sektörünün krizde olduğunu dinledim. Süt üretiminde maliyet bir yılda yüzde 150 artmış. Fakir fukara ne yiyip ne içiyor, ben fiyatları her gördüğümde onu merak ediyorum.
CİNLİK HİNLİK
Kaan Eminoğlu adlı yurtsever arkadaşın başlattığı kampanyayı Gerçek Edebiyat adlı internet sitesinde okuyoruz...
Kaan Eminoğlu bazı tanınmış haber sitelerinin bir cinliğine dikkati çekiyor.
Cinlik dediğimize düpedüz hinlik hatta ahlaksızlık da diyebilirsiniz.
Şu sıralarda malum; Anayasa’dan “Türk” sözünün çıkarılması yerine “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı” ifadesinin yerleştirilmesi tekrar gündemde.
Kimi yayınevleri, Türk edebiyatı yerine “Türkçe edebiyat” veya “yerli edebiyat” gibi ifadelere yöneliyor.
Bunlar, Alman veya Fransız edebiyatı diyebiliyor ama Türk edebiyatı demeye dilleri varmıyor.
Kaan Eminoğlu kimi haber sitelerinde aynı hinlikten örnekler veriyor.
Bu sitelerde yurt dışında Türk vatandaşlarının iyi bir şey yapması halinde onlardan ‘Türkiyeli’ olarak ama kaza, hırsızlık gibi kötü olaylara bulaşırlarsa ‘Türk’ diye söz ediliyor.
Okurun bilinçaltına “Kötü Türk”, “İyi Türkiyeli” kavramları sokuşturuluyor.
Fener Rum Patriği yıllar önceki sözleri hatırımızda, “Ben Türk’üm” diyordu.
Bazımız o kadar Türk değil maalesef. Fon beklentisi onları başkalaştırıyor.
SÖZ
“Bilgili bir ahmak cahil bir ahmaktan daha çok ahmaktır.”
MOLIÈRE
“İnsanlara cehaletlerini izah etmek imkânsızdır. Zira insanın cehaletini anlayabilmesi için de belli düzeyde bilgi sahibi olması lazımdır. Cehaletini görebilen cahil değildir.”
J.TAYLOR
“Dalkavukluğun sağladığı çıkar dürüstlüğün sağladığı çıkardan daha büyük olursa o ülke batar.”
MONTESQUIEU
“Para gübre gibidir, yayılmadıkça işe yaramaz.”
ANONİM
“Dökülen süte ağlamanın faydası yoktur, yapılacak olan bundan sonra dökmemektir.”
DALE CARNEGIE
KABAK
Bağdat Caddesi’nde kuru yemiş satan bir mağazadan kabak çekirdeği almaya niyetlendik. Kuru yemişlerin en değersizi malum, leblebi ile çekirdek idi bir zamanlar.
- Bana 100 gram çekirdek lütfen, ne kadar?
- Kilosu 300 lira efendim.
- Ne bu ithal mi?
- Hayır efendim, Nevşehir.
Bir kilo kabak çekirdeği bir günlük asgari ücretle eşitlenmiş.
Pahalı mı? Yok canım!
Her şey pahalı olunca artık hiçbir şey pahalı gelmiyor.
Şikâyetçi miyiz?
Yok canım!
Satın alamayınca neden şikâyetçi olalım!
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları