loading
close
SON DAKİKALAR

Laik Cumhuriyet, ulus devlet ve yurttaşlık

Sinan Meydan
Tarih: 06.11.2024
Kaynak: Sinan Meydan - Cumhuriyet

Sinan Meydan; 100 yaşını dolduran Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli başarılarından biri tebaadan yurttaşa, ümmetten ulusa dönüşü sağlamış olmasıdır. Cumhuriyet yurttaşları, laik-çağdaş kanunların önünde, her bakımdan eşittir

Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm yurttaşları, etnik ve dinsel ayrım gözetilmeksizin Türk ulusunun özgür ve eşit bireyleridir.

Türkiye’deki bazı güncel tartışmaları gördükçe aklıma hep Falih Rıfkı Atay’ın, “Geçmişten ders alınmazsa geçmiş geçmeyen olur” sözü gelir. Gerçekten de Türkiye’de geçmiş, “geçmeyen olmuş” durumda. Öyle ki yüz yıl önce yapılmış ve bir sonuca bağlanmış konuları bile yüz sonra yeniden tartışıyoruz. Yüz yıl önce emperyalizme karşı bir bağımsızlık savaşı, arkasından bir diplomasi savaşı ve devrimlerle Türkiye’nin ulusal çıkarları doğrultusunda çözüme kavuşturduğumuz sorunları, bugün yeniden tartışmaya açmak Türkiye Cumhuriyeti’ne hiçbir yarar sağlamayacaktır; tam tersine, yüz yıl önce söz konusu sorunların çözümünden memnun olmayan bazı kitleleri yeniden umutlandıracaktır. Son zamanlarda yeniden ısıtılıp kamuoyunun önüne sürülen “Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının eşitliği” tartışması tam da böyle bir tartışmadır. Çünkü Atatürk’ün kurduğu laik Cumhuriyetin kuruluş felsefesi, zaten din ve ırk farkı gözetilmeksizin Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının eşitliğini esas almıştır.

BİR SEVR DAYATMASI

Birinci Dünya Savaşı’nı kazanan İtilaf Devletleri’nin, Osmanlı Devleti’ne dayattıkları 433 maddelik Sevr Antlaşması, hem Anadolu’yu hem de Anadolu’nun ortasına sıkıştırılan Türkiye’de yaşayacak halkı kendi içinde ayrıştırıp bölmeyi amaçlıyordu. 

Bu kapsamda Sevr Antlaşması’na göre Anadolu’nun doğusunda bir Ermenistan, onun hemen güneyinde de aşamalı olarak bir Kürdistan kuruluyordu. (Sevr, Md. 62-64, 88-93) 

Sevr Antlaşması’na göre Anadolu’nun ortasında bir bölge Osmanlı Devleti’ne (Türkiye’ye) bırakılıyordu. Ancak burada yaşayacak halk “soy, dil ve din azınlıkları” diye bölünüyordu.

Sevr Antlaşması’nın 147. maddesine göre ise soy, dil ve din azınlıklarından olan Osmanlı uyruklarının, diğer Osmanlı uyruklarıyla her bakımdan eşit olacakları belirtiliyordu. 

Sevr Antlaşması’nın 149. maddesinde ise “Osmanlı Hükümeti, Türkiye’deki bütün soy azınlıklarının kilise ve okul konularında özerkliğini tanıyacak ve buna saygı gösterecek” deniyordu. 

Sevr Antlaşması, bir taraftan “eşitlik” vurgusu yaparken diğer taraftan azınlıkların eski ayrıcalıklarının artırılarak devam etmesini öngörüyor; böylece eşitliği azınlıklar lehine bozuyordu.

Anadolu’nun toprak bütünlüğünü ve Türkiye’deki Osmanlı halkını paramparça edecek bu Sevr dayatmasına Lozan’da izin verilmeyecekti. 

LOZAN’DA AZINLIK TARTIŞMASI VE YURTTAŞLIK

Türkiye Lozan Konferansı’nda Anadolu’da bir Ermenistan ve Kürdistan kurulmasına izin vermedi, böylece Türkiye’nin toprak bütünlüğü sağlandı.  

İngiliz Başdelegesi Lord Curzon, Sevr Antlaşması’nın 145-148.maddelerde geçen “soy, dil ve din azınlıkları” kavramını Lozan’da yeniden gündeme getirdi. Fransız Barrere de aynı kavramı kullandı. Venizelos da “dil ve din azınlıkları” kavramına vurgu yaptı. Curzon, dil azınlıklarına Kürtleri, Çerkesleri ve Arapları örnek gösterdi. Böylece Türkiye’de bir “Müslüman azınlık” sınıfı yaratılmak istendiği anlaşıldı. 

Görülen o ki Anadolu’yu Ermenistan ve Kürdistan diye bölemeyen Müttefikler, Türkiye’yi etnik köken, dil ve din üzerinden şu şekilde üçe bölmek istiyorlardı: 

Soy azınlıkları: Soy olarak Türk olanlar ve olmayanlar. 

Dil azınlıkları: Türkçe bilenler ve bilmeyenler. 

Din azınlıkları: Müslüman olanlar ve olmayanlar.

Lozan’daki Türk heyeti, Türkiye’yi bölmeyi amaçlayan bu tür bir sınıflandırmayı ve “Müslüman azınlık” kavramını şiddetle reddetti. Yalnızca Müslüman olmayanları azınlık kabul edeceğini bildirdi.

9 Ocak 1923 oturumun- da İsmet Paşa, bu konudaki son sözünü söyledi: “Türkiye’de hiçbir Müslüman azınlık yoktur. Çünkü teorik olarak olduğu gibi uygulamada da Müslüman nüfusun çeşitli unsurları arasında hiçbir ayrım gözetilmemektir.” İsmet Paşa’nın kesin tavrından sonra konu bir daha gündeme gelmedi.

Türk heyetinin 18 Aralık 1922’de Lozan Konferansı’nda sunduğu tasarıya göre; 

1. Türkiye, Müslüman olmayan azınlıklara, hayatları ve özgürlükleri bakımından çoğunluğun yararlandığı aynı hakları ve aynı korumayı sağlamayı kabul eder.

2. Müslüman olmayan azınlıklar din ve mezhep özgürlüğüne sahiptirler.

3. Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk yurttaşları, Müslüman olanlarla aynı yurttaşlık haklarına sahiptirler.

4. Türkiye’de oturan herkes, din ayrımı yapılmaksızın kanun önünde eşittir. 

5. Devletin resmi dili Türkçe olmasına rağmen Türkçeden başka dil kullanan Türk uyruklarına mahkemelerde kendi dillerini “sözlü olarak” kullanmalarına hiçbir kısıtlama getirilmeyecektir.

6. Müslüman olmayan azınlık Türk uyrukları, giderlerini kendileri karşılamak ve kanunlara uymak koşuluyla her türlü hayır kurumu, dinsel veya sosyal kurum, okullar ve her türlü öğretim kurumları kurmak, bunları yönetip denetlemek ve buralarda kendi dillerini kullanmak ve dinlerinin gereklerini yerine getirmek bakımından “eşit haklara” sahip olacaklar.

7. Müslüman olmayan Türk uyrukları dinlerinin gereklerine aykırı bir davranışa zorlanmayacaklar.

8. Bu azınlık hakları Milletler Cemiyeti’nin garantisinde olacaktır.

9. Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıklara tanıdığı bu haklar, Balkan devletleri ile Türkiye’nin komşusu olan devletlerdeki bütün Müslüman azınlıklara da tanınmıştır. 

Sonuçta Lozan Barış Antlaşması’nın 38. maddesinde, “Türkiye Hükümeti doğum, milliyet, dil, soy veya din ayırmaksızın Türkiye halkının tümünün yaşam ve özgürlüklerini tam olarak korumayı yükümlenir,” denerek Türkiye’de herkesin, kanun ve genel ahlaka aykırı olmamak üzere, mezheplerinin ve inançlarının gereklerini özgürce yerine getirebilecekleri ve azınlıkların özgürce seyahat edebilecekleri belirtilmiştir.

Lozan Barış Antlaşması’nın 39. maddesine göre “Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyruklar, Müslümanlarla özdeş medeni ve siyasi haklardan yararlanacaktır. Bütün Türk halkı din farkı gözetilmeksizin yasalar önünde eşit olacaktır”. Ayrıca din, inanç ve mezhep farkı, Türk vatandaşlarının yurttaşlık ve siyasi haklardan yararlanmasına engel oluşturmayacaktır. Herhangi bir Türk uyruklu kişi, herhangi bir dili özgürce kullanabilecektir. 

Çok açıkça görüldüğü gibi Türkiye Lozan’da yurttaşların soy, dil ve din temelli olarak bölünmesini kabul etmedi. Sadece Müslüman olmayanları azınlık kabul etti. Azınlıkların eski ayrıcalıklarını reddetti. Uluslararası hukuk ve karşılıklılık ilkesi (Yunanistan’daki Müslümanların-Türklerin de aynı haklardan yararlanmaları koşuluyla) çerçevesinde Türkiye’deki azınlıkların temel haklarını kabul etti. Tüm yurttaşların eşitliğini esas aldı.   

Türkiye Lozan’da dinlere göre hukuk (çok hukuklu sistem) dayatmasını da reddetti. Türkiye’deki herkesin laik, çağdaş tek bir hukuka bağlı olacağını belirtti. Böylece Türkiye’de aşamalı olarak hukuk birliği sağlandı, yabancıların ayrıcalıklarına son verildi. 

CUMHURİYETİN KURULUŞ FELSEFESİNDE YURTTAŞLIK

Lozan Antlaşması’nda Türkiye, “Din, inanç ve mezhep farkı gözetilmeden tüm Türk yurttaşlarının yasa önünde eşit olduğu” belirterek bir anlamda laik ulus devletin temelini attı.

Lozan Antlaşması sonrasında, daha Cumhuriyet ilan edilmeden önce, TBMM’de, milliyetin nasıl olacağı tartışıldı.   

22 Eylül 1923 tarihli Meclis gizli oturumunda Samih Rıfat Bey, milliyet bağının kandan ibaret olmadığını söyleyerek kültüre ve dine vurgu yaptı. 

Fahrettin Fikri Bey de Samih Rıfat Bey’e katılarak ortak maziye sahip bütün vatan evlatlarının “Türk milliyetperverliğine dahil olduğunu ve bunların Türkten başka bir şey olmadıklarını” söyledi. Ayrıca Fransız milliyetçiliğinin anlamını “beraber yaşama duygusu” olarak kabul eden Ernest Renan’a gönderme yaptı. Fahrettin Fikri Bey, “ülkemizde çeşitli ırklara mensup olanlara karşın tek bir milliyetin olduğunu, onun da Türk milliyeti olduğunu” ifade etti. (TBMM Gizli Celse Zabıtları, C. IV, s. 270

Milliyetin nasıl tanımlanacağı 1924 anayasa görüşmelerinde Meclis’te yeniden gündeme geldi. 1924 Anayasası’nda milliyeti tanımlayan 88. madde görüşmelerinde kavramsal düzeyde tartışmalar oldu.

Ahmet Hamdi Bey, “Türk ahalisinden olup Türkiye harsını (kültürünü) kabul edenlere Türk ıtlak olunur” denmesini önerdi. 

Celal Nuri Bey, Lozan Antlaşması’nın 39. maddesi nedeniyle böyle bir tanım yapılamayacağını söyledi.

Hamdullah Suphi Bey ise sınırlarımız içinde yaşayan herkese “Türk” demek istediklerini ancak mübadele ile gayrimüslim azınlıkların ülkeden çıkarıldıklarını, bu süreçte gayrimüslimlere de “Türk” demenin sorun yaratacağını söyledi. 

Celal Nuri Bey tekrar söz aldı. Türkiye Cumhuriyeti’nde Rum, Ermeni ve Yahudi azınlığın olduğunu belirterek “Bunlara eğer Türk sıfatını vermeyeceksek ne diyeceğiz?” diye sordu. Salondan “Türkiyeli!” sesleri yükseldi. Bunun üzerine Celal Nuri Bey, “İstirham ederim! Türkiyeli hiçbir manaya gelmemektedir. Ayrıca Lozan Antlaşması’nın 39. maddesi gereği hiçbir fark olmayacaktır” dedi. 

Bu sırada Ahmet Hamdi Bey, “isimce değil hukukça” diye seslendi. 

Bunun üzerine Mazhar Müfit Bey söz alıp “Buraya, yalnız ‘din ve ırk farkı olmaksızın tabiiyet bakımından’ desek nasıl olur?” diye sordu. Bu “tabiiyet” fikri bir süre tartışıldıktan sonra reddedildi. 

Hamdullah Suphi Bey, 88. maddenin “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla Türk ıtlak olunur” şeklinde düzeltilmesini istedi. Böylece 1924 Anayasası’nın 88. maddesi bu şekliyle onaylanıp kabul edildi. 

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu lideri Atatürk de 1930’da Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabında, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” tanımını yaptı. 

Görüldüğü gibi Cumhuriyeti kuranlar, “Türk” derken bir ırkı, bir etnik kökeni veya bir dini ve mezhebi değil, bunların üstünde, bunları ayrım yapmadan kapsayan “anayasal vatandaşlığı”“ulusal kimliği” kastetmiştir. Cumhuriyetin kuruluş felsefesinde yurttaşlar arasında ayrım yapılmamıştır; eşitlik esas alınmıştır.  

Evet! Daha sonra uygulamada eksikler, yanlışlar da olmuştur. Ancak sorun, Cumhuriyetin kuruluş felsefesinde değildir. Uygulamada yaşanan sorunları çözmek ise karar vericilerin, Türkiye’yi yönetme kararlılığında olan siyasi kadroların işidir. 

***

100 yaşını dolduran Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli başarılarından biri tebaadan yurttaşa, ümmetten ulusa dönüşü sağlamış olmasıdır. Cumhuriyet yurttaşları, laik-çağdaş kanunların önünde, her bakımdan eşittir. Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm yurttaşları, etnik ve dinsel ayrım gözetilmeksizin Türk ulusunun özgür ve eşit bireyleridir.  

Cumhuriyetin kuruluşundan 100 yıl sonra bugün, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarını etnik kökenlerine, dinsel aidiyetlerine göre ayrıştırmak, “eşitlik” diyerek etnik kimlikleri ulusal kimlikle eşitlemeye kalmak, Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter bütünlüğünü, ulus devlet yapısını bozar; Türkiye’yi, 100 yıl sonra yeniden Sevr travmasıyla karşı karşıya bırakır.  

Not: 10 yıldan fazla bir süredir üzerinde çalıştığım LOZAN, “Onurlu Barış” adlı kitabım yakında çıkıyor. Takdir, siz değerli okurlarımındır.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları