loading
close
SON DAKİKALAR

'Alp Kadınlardan Kadın Teğmenlere' Mustafa Kemal'in Askeri Olmak

Sinan Meydan
Tarih: 04.09.2024
Kaynak: Sinan Meydan - Cumhuriyet

Sinan Meydan; Son yıllarda Atatürksüz yeni bir milliyetçilik (yerlilik, millilik) üretme projesi kapsamında “Türk milleti, Türk ordusu ve Mustafa Kemal Atatürk” arasındaki bağ koparılmak istendi.

Mustafa Kemal’in askeri olmak, tam bağımsız, üniter, laik, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin askeri olmak demektir.

30 Ağustos’tan beri genç teğmenlerimizi konuşuyoruz. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bu yıl Kara, Hava ve Deniz Harp Okulları’nın birincileri kadın teğmenler oldu. Kara Harp Okulu Birincisi Tğm. Ebru Eroğlu, Deniz Harp Okulu Birincisi Tğm. Şeyda Yıldırım ve Hava Harp Okulu Birincisi Tğm. İkra Kuyumcu okullarını birincilikle bitirdiler. 

Genç teğmenlerimizin mezuniyet törenlerinde kılıçlarını havaya kaldırarak ettikleri, vatana, millete, laik ve çağdaş Cumhuriyete bağlılık yemini ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarını çok rahatsız etti. Bu rahatsızlar, tıpkı FETÖ kumpası günlerinde olduğu gibi, Türk ordusunun şerefli teğmenlerini “darbe çığırtkanlığı yapmakla” suçlayıp teğmenlerimize sosyal medyadan ağza alınmayacak hakaretler ettiler. Türk ordusunun şerefli teğmenlerine saldıran isimlerin neredeyse tamamının, geçmişteki FETÖ övgülerinin ortaya çıkması ise fazla zaman almadı.  

Bugün, genç teğmenlerimiz bağlamında, iki temel soruya yanıt vermek istiyorum:

1- Kara, Deniz ve Hava Harp Okullarını birincilikle bitiren kadın teğmenlerimizin başarısının temelinde ne var?

2- Türk ordusunun genç teğmenlerinin mezuniyetlerinde, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye bağırması ne anlama geliyor?

TÜRK ALP KADINLAR

İslam öncesi Türk devletlerinde Türk kadını hayatın her alanında erkekle yan yana, omuz omuzaydı. Eski Türklerde savaşçı “Alp kadınlar” vardı. Müslüman Türklerde ise önceleri Alp kadın geleneği devam etti, ancak zamanla kadının toplumsal rolü “şeriata” göre yeniden belirlendi. 

İslami dönemde, kendilerini “Allah’ın gölgesi” ve dinin uygulayıcısı olarak gören erkek egemenler, dinsel gerekçeler ileri sürerek kadınları neredeyse her konuda baskıladılar; kadınların nasıl giyinip nasıl davranacağına kadar her şeyi “dinin temsilcisi olduğunu iddia eden erkekler; halifeler, şeyhülislamlar, din adamları” belirledi, kadınların annelik ve ev işleri dışında kamusal alanda görünecekleri işler yapmasını “günah” diyerek yasakladılar. Bu ortamda kız çocuklarının genelde okutulmayarak erken yaşta evlendirilmesi, kadınların meslek sahibi olmasını da olanaksızlaştırdı. Bu dönemde evde, sokakta, mahkemede, okulda, işte kadın erkek eşitliğinden söz edilemezdi.  

Türk tarihinde, uzun bir aradan sonra, 1877-78 Osmanlı- Rus Savaşı’nda Türk Alp kadınları yeniden sahne aldılar. Nene Hatun bu kadınların en bilinenidir. I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nda kadınlar, “Osmanlı Kadınları Çalıştırma Cemiyeti” ve “Birinci Kadın İşçi Taburu” ile savaşta bazı ihtiyaçları karşıladılar. Kurtuluş Savaşı’nda Nezahat Onbaşı, Kılavuz Hatice, Tayyar Rahmiye, Fatma Seher, Şerife Bacı, Emire Ayşe gibi Türk kadınları büyük kahramanlıklar gösterdiler. Kurtuluş Savaşı’nda cephede ve cephe gerisinde kahramanca mücadele eden Türk kadını, Atatürk’ün kurduğu laik Cumhuriyet sayesinde -aynı zamanda hepsi birer insan hakkı olan- en temel haklarına kavuşturuldu. 

ATATÜRK’ÜN KADIN DEVRİMİ

Atatürk, bu topraklarda her şeyden önce üç şeyi özgürleştirdi: Akıl, vicdan ve kadın. O, bunu laiklikle başardı. Laik Cumhuriyetin, yüzyıllarca “şeriat” (dinsel kurallar) gerekçe gösterilerek zincirlenen aklı, vicdanı ve kadını özgürleştirmesi, Türkiye’de aydınlanmanın ve toplumsal gelişmenin önünü açtı. Aklın ve vicdanın özgürlüğü kadın özgürlüğünün de garantisidir; aklı ve vicdanı özgür olmayan, “dinsel vesayet” altındaki toplumlarda kadın da özgür değildir. 

Şu sözler Atatürk’e aittir:

“İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Mümkün müdür ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?”

“Kızlarımızın vatan ve milletimizin yüksek menfaatlerini savunup koruyabileceği kabiliyette yetiştirilmesi milli eğitimde esas tutulmalıdır… Türk kadınları, memleketin kaderini millet namına idare eden siyasi zümreye dahil olmak arzusunu belirtmiştir. Dolayısıyla kadınlarımızı hiçbir vatandaşlık vazifesinden uzak tutamayız.”

“Kadınlarımız ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamaklarından geçeceklerdir. Kadınlar, toplum yaşamında erkeklerle birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır.”    

Atatürk, kurduğu laik Cumhuriyetle, yaptığı Aydınlanma Devrimleriyle bir anlamda Türk kadınına, -yüzyıllardır gasp edilmiş- haklarını geri verdi. 1926 Türk Medeni Kanunu ile Türk kadını evde, ailede, sokakta, mahkemede, okulda, işte en temel haklarına sahip oldu. Bu sayede Türk kadını okuyup doktor oldu, öğretmen oldu, hâkim oldu, savcı oldu, mimar oldu, mühendis oldu, bilim insanı oldu, sporcu oldu. 1930-1934’te seçme seçilme hakkı ile Türk kadını Meclis’e girdi, milletvekili oldu. Muhtar oldu. Belediye Başkanı oldu. 

TÜRK KADINININ HARP OKULLARINA GİRİŞİ

Türk kadını Kurtuluş Savaşı’nda cephede ve cephe gerisindeki olağanüstü mücadelesiyle aynı zamanda “Alp kadın” olduğunu bir kere daha göstermişti. Atatürk’ün, Türk kadınının her konuda olduğu gibi askerlikte de başarılı olacağına inancı tamdı. Ancak Kurtuluş Savaşı sonrasında kızların askeri okullara alınması için henüz bir yasal dayanak yoktu. Orduda asker olarak görevli kadın da bulunmuyordu. Atatürk, tüm devrimleri gibi kadın devriminde de adım adım ilerleme stratejisi izliyordu. Türk kadınlarına medeni ve siyasi haklarını verdikten sonra zamanla kadınların askeri okullara girmeleri de mümkün olacaktı.

Atatürk, bu konuda topluma örnek olmak için manevi kızlarından Sabiha Gökçen’i askeri havacılığa yönlendirdi. Gökçen, Ankara’da, Kırım’da, Moskova’da ve Eskişehir Askeri Tayyare Okulu’nda çeşitli eğitimler aldı. 1936’da ilk savaş pilotumuz olarak tarihe geçen Sabiha Gökçen’in havacı üniformalı fotoğrafları gazeteleri süsledi.    

İlk kez 1930’larda ortaokullarda ve liselerdeki askerliğe hazırlık derslerine ve eğitim kamplarına kız öğrenciler de alındı. 1930’ların sonunda gazetelerde, “Genç kızlarımız askerlik derslerini çok benimsediler” şeklinde haberlere rastlanıyordu. (Ulus, 28 Mart 1938)

Cumhuriyetin ilanından sonra Kara, Deniz ve Hava Harp Okulları yeniden yapılandırıldı. Harp Okullarına genelde askeri liselerden öğrenci alınırken Türk ordusunun subay ihtiyacı da Harp Okullarından karşılanıyordu. 1930’larda kız öğrencilerin askeri okullara alınması konusu gündeme gelmiş, ancak Sabiha Gökçen’in anlattığına göre Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak Paşa, “Bir milletin yaşaması, kadınlarının yaşamasıyla mümkündür” diyerek o zaman bu konuya sıcak bakmamıştı. Sabiha Gökçen, bu konuda Atatürk’ün düşüncesini sorunca Atatürk, Gökçen’e, Türk kadınlarının her alanda olduğu gibi askerlikte de başarılı olacaklarına inancının tam olduğunu söylemişti. Ancak Fevzi Çakmak’ın kararına da saygı göstermişti. 

Bu öncü çalışmalardan sonra 1955 yılından itibaren kadın öğrenciler Harp Okullarına da alınmaya başlandı. Böylece Türkiye dünyada, Harp Okuluna kadın öğrenci kabul eden ilk ülke oldu.

1955 yılında ilk olarak İnci Arcan Kara Harp Okulu’na girdi. 1955 yılında Kara Harp Okulu’na 3, Hava Harp Okulu’na 6, Deniz Harp Okulu’na 4 kadın öğrenci kaydedildi. Böylece Harp Okulu ilk kez İnci Arcan, ardından Muzafferiye Sever, Türkan Ustaoğlu, İlgi Yener Öztuncer, Leman Bozkurt Altınçekiç, Şenay Günay, Sema Aran, Gürışık Gürpınar gibi isimlere kapılarını açmış oldu. 30 Ağustos 1957 günü genç kadın subaylara Türk Silahlı Kuvvetleri’nde silah kuşanma hakkı verildi. Böylece dünyada henüz kadınların Harp Okullarına girme hakkının olmadığı bir dönemde Türk kadınının Harp Okullarına girmesi, Atatürk’ün kadın devriminin yarattığı etkinin doğal, öncü ve etkili bir sonucuydu.  

Ancak 1961’de, askeri yöneticilerin, kadınların fiziksel yetersizliği, annelik sorumlulukları, mesleki performansları ve kültürel uyumsuzluklarını gerekçe göstermeleriyle kadınlara Harp Okullarına girme yolu kapatıldı. Kadınlar, 1992’de ikinci kez Harp Okullarına girme hakkını elde ettiler. 

15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından Milli Savunma Bakanlığı bünyesinde kurulan Kara, Deniz ve Hava Harp Okullarına öğrenci alım şartları değişti. 2017 ÖSYM kılavuzunda kadın adayların sadece Kara Harp Okuluna başvurabilecekleri belirtildi. Bunun üzerine 21 yaşındaki Tuğba Cerav’ın başlattığı bir kampanya üzerine Harp Okullarında kadın yasağı kalktı. 

2024’te Cumhuriyetimizin 101. yılında, ilk kez Kara, Hava ve Deniz Harp Okullarının birincileri kadın teğmenler oldu. Bu başarı, hiç şüphesiz Atatürk’ün, laik Cumhuriyetin ve Türk kadınının başarısıdır. 

MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİ

Peki, Türk ordusunun geç teğmenlerinin mezuniyetlerinde, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye bağırması ne anlama geliyor?

Tarihsel açıdan bakınca “Mustafa Kemal’in askerleri” ifadesinin, Kurtuluş Savaşı yıllarından beri kullanılan bir ifade olduğu görülecektir. Dönemin kaynaklarında, Mustafa Kemal’in önderliğinde vatan savaşı veren Türk ordusunun bireyleri “Mustafa Kemal’in askerleri”, aynı amaçla mücadele eden Kuvayı Milliyeciler “Kemalci” veya “Kemalist” diye adlandırılmıştı.

Büyük Zaferi kazanıp İzmir’e giren Türk ordularındaki her Mehmetçik, çok doğal olarak Mustafa Kemal’in askeriydi. Çünkü o muzaffer ordunun başkomutanı Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa’dan başkası değildi. O günlerde tüm dünyada Büyük Zafer, “Kemalistlerin Zaferi” olarak adlandırılıyordu. 

Türk ordusu, Çanakkale’den Sakarya’ya, Büyük Taarruz’dan Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ne Mustafa Kemal Atatürk’le özdeşleşmiştir. Çünkü bu toprakların hâlâ Türk vatanı olarak kalmasını sağlayan Çanakkale’nin Anafartalar kahramanı, Milli Mücadele’nin örgüt lideri, ilk TBMM’nin başkanı ve Kurtuluş Savaşı’nda Türk ordusunun başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk’tü.

Mustafa Kemal Atatürk, sıradan bir başkomutan değildir, o bir ölüm kalım savaşını kazanan Türk ordusunun ebedi başkomutanıdır. 

Mustafa Kemal Atatürk, herhangi bir siyasetçi de değildir; o tam bağımsız, laik, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu önderidir. Osmanlı’nın küllerinden bir Türkiye Cumhuriyeti çıkaran Mustafa Kemal Atatürk’ten başkası değildir. 

Dolayısıyla Türk ordusu, Türk milleti ve Türk devleti Mustafa Kemal Atatürk’le özdeşleşmiştir. Bu nedenledir ki Türk ordusu mensuplarının “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” demesi çok doğaldır. Bu onların, Türkiye Cumhuriyeti’ne olan bağlılıklarının işaretidir. Bu bağlılıktan ancak gurur duyulur. 

Mustafa Kemal’in askeri olmak, tam bağımsız, üniter, laik, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin askeri olmak demektir.

Mustafa Kemal’in askeri olmak, herhangi bir tarikatın, cemaatin müridi olmamak demektir. 

Mustafa Kemal’in askerleri Türkiye Cumhuriyeti’ne tehdit değil güvencedir. 

Mustafa Kemal’in askerleri, Türkiye’ye ve Türk milletine düşman çevreleri hep rahatsız etmiştir ve rahatsız etmeye devam edecektir. 

Son yıllarda Atatürksüz yeni bir milliyetçilik (yerlilik, millilik) üretme projesi kapsamında “Türk milleti, Türk ordusu ve Mustafa Kemal Atatürk” arasındaki bağ koparılmak istendi. Ancak bu mümkün değildir. Hiçbir güç “Türk milleti ve Türk ordusu ile Mustafa Kemal Atatürk” arasındaki altın bağı koparamaz. Çünkü o bağ çok güçlüdür. 

Evet, hepimiz, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!”

KAYNAKÇA

Merve Yalımel- Özgür Türker, “Cumhuryetin Alp Kadınları ve Karşılaştıkları Zorluklar,” Türk Dünyasında Alp Kadın Uluslararası Sempozyumu, 8-10 Mart 2022. 

Serhat Hürkan, Türkiye’nin İlk Kadın Subayları, Sinemis Yayınları, Ankara, 2016.

Sabiha Gökçen, Atatürk’le Bir Ömür, Altın Kitaplar Yaayınevi, İstanbul, 1994. 

L. Durgun, Türk Silâhlı Kuvvetlerinde Kadın Subaylar, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Kara Harp Okulu, Savunma Bilimleri Enstitüsü, Ankara, 2004.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları