loading
close
SON DAKİKALAR

Atatürk'ün İzmit basın toplantısı

Sinan Meydan
Tarih: 15.01.2025
Kaynak: Sinan Meydan - Cumhuriyet

Sinan Meydan; Mustafa Kemal Atatürk’ün 102 yıl önce yaptığı bu açıklamalar, 102 yıl sonra bugün Türkiye’nin en temel sorunlarına ışık tutacak, hatta çözüm olacak kadar güçlüdür. İşte Atatürk’ü “ölümsüz” yapan da onun bu tür çağını aşan “zamansız” düşünceleridir.

“102 Yıl Önceki Açıklamaları Bugüne Işık Tutuyor”

Başkomutan ve TBMM Başkanı Mustafa Kemal (Atatürk), Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan ve Anadolu düşmandan temizlendikten sadece 5 ay sonra, Ocak 1923’te, Batı Anadolu’yu kapsayan bir yurt gezisine çıktı. 15 Ocak 1923’ten 20 Şubat 1923’e kadar tam 35 gün süren gezide Eskişehir, Arifiye, İzmit, Bursa, Alaşehir, Salihli, Turgutlu, Manisa, Akhisar, Balıkesir ve İzmir’de yöneticilerle, komutanlarla, halkla ve gazetecilerle bir araya gelerek hem görüş alışverişinde bulundu hem de çok çeşitli konularda soruları yanıtlayıp önemli açıklamalar yaptı.  

Mustafa Kemal Atatürk’ün bu gezisinin en önemli durağı 16-17 Ocak 1923’te İzmit’teki tarihi basın toplantısıydı. Lozan Konferansı devam ederken, Cumhuriyetin ilanından, Ankara’nın başkent yapılmasından ve halifeliğin kaldırılmasından önce yapılan İzmit Basın Toplantısı zamanlaması açısından da çok önemlidir.

İşte bugün, 102. yılında İzmit Basın Toplantısı’nı ve o basın toplantısında, Mustafa Kemal Atatürk’ün, önemli devrimler ve önemli sorunlar hakkında yaptığı -bugüne ışık tutan- açıklamalarını hatırlatacağım. 

İZMİT BASIN TOPLANTISI

15 Ocak 1923’te, Eskişehir’de mutasarrıf, orman, maarif, baytar müdürleri ve Eskişehir mebusu ile bir araya gelen Mustafa Kemal Paşa (Atatürk), 16/17 Ocak 1923’te İzmit’te, İstanbul gazetecileriyle bir basın toplantısı yaptı. 

16 Ocak 1923 Salı günü, İzmit Kasrı’nın alt katındaki büyük salonda uzun bir masa hazırlanmıştı. Masanın etrafında İstanbul’dan gelen başyazarlar, muhabirler ile İstanbul Milletvekili Dr. Adnan (Adıvar) ve eşi Halide Edip (Adıvar) ve işgal yıllarında Ankara Hükümeti’nin İstanbul’daki temsilcisi Hilaliahmer (Kızılay) Başkanı Hamit Bey hazır bulunuyordu. Ayrıca Atatürk’ün konuşmalarını kaydetmek için Meclis’in dört kâtibi de oradaydı.

Saat tam 21.30’da Atatürk salona girdi. Hazır bulunanların ayrı ayrı ellerini sıkıp hatırlarını sorduktan sonra masadaki yerini aldı. “Hangi noktaları öğrenmek istiyorsunuz?” diye sordu. Gazetecilerin Atatürk’e sorduğu sorulardan bazıları şunlardı:

Suphi Nuri Bey, “barış meselesini, seçim meselesini” sordu. 

İsmail Müştak Bey, “İstanbul meselesini” sordu. 

Yakup Kadri Bey, “Halk Fırkası hakkındaki değerlendirmesini, TBMM’deki gurupları, irticanın Meclis’te ne kadar kuvvetli olduğunu” sordu.

Suphi Nuri Bey, “Merkezi hükümet neresi olacak? Mudanya Mütarekesi yapılmasa da ordular harekâta devam etseydi daha iyi olmaz mıydı” diye sordu.

Atatürk ise gazetecilerin bütün bu sorularını not etti. Ancak daha önemli sorular beklediğini göstermek için gazetecilere, “İstanbul’da hilafet ve saltanat meselesi söz konusu oluyor mu?” diye sordu. 

İzmit Basın Toplantısı, 17 Ocak sabahının erken saatlerine kadar devam etti. Atatürk, ertesi gün, 18 Ocak'ta, İzmit'te ikinci bir basın toplantısı daha yaptı.

ATATÜRK’ÜN TARİHİ AÇIKLAMALARI

Atatürk’ün kendisine sorulan sorulara verdiği yanıtlardan bazıları özetle şöyle:

Misakı Milli’nin bir maddesini sağlamak için yapılacak bir askeri harekât diğer başarılarımızı, özellikle ordunun güvenliğini tehlikeye atardı. Bundan başka ordularla elde edeceğimiz sonuç Mudanya Mütarekesi ile elde edilmiştir.

Dünya Savaşı’na girdikten sonra çok hatalar yapıldı. Bir milletin asıl kuvvetleri kendi hayatını ve varlığını savunmak içindir. Fakat kendi varlığını unutup da kuvvetini herhangi bir yabancı amaç için kullanmak kesinlikle doğru değildir. Savaşı yönetenler, kendi varlığımızı unutarak tamamen Almanların esiri olmuştur. Memleketin savunmasına yetmeyen kuvvetlerimizi Galiçya’ya, Makedonya’ya, İran ovalarına göndererek “serserilik” etmişlerdir. Bu hataların tek sorumlusu Enver Paşa’dır. (…)

Milli Mücadele’nin amacı, milletin tam bağımsızlığını ve kayıtsız şartsız hâkimiyetini sağlamaktır. (…)

Misakı Milli’deki hedeflerimize Kurtuluş Savaşı’nı kazanarak ulaştık. (…) Lozan’da delegelerimizin elindeki dayanak Misakı Milli’dir. Lozan Konferansı’nda anlaşmazlıklar devam ediyor. Sevr’den sonra burada da bizi yok etmek istiyorlar. (…)

Musul bizim için çok kıymetlidir. (…) Musul, bizim için petrol değil, memleket meselesidir. (…) Birincisi, civarında zengin petrol kaynakları vardır. İkincisi, bunun kadar önemli Kürtlük meselesidir. İngilizler orada bir Kürt hükümeti kurarsa bu düşünce bizim sınırımızdaki Kürtlere de geçer. Bu fikre engel olmak için sınırı güneyden geçirmek gerekir. Ancak Musul için savaşa devam etmek doğru bir karar mıdır? (…)

Bizim görüşümüze göre Boğazlar, İstanbul’un ve Marmara’nın güvenliği şartıyla serbesttir. (…)

Azınlıklar konusunda mübadele kabul edilmiştir. İstanbul Rumlarını ve Patrikhane’yi çıkartamadık. Ancak Patrikhane’nin siyasi işlerle ilgilenmemesini şart koştuk. (…)

Lozan’da bizi en çok üzdükleri nokta adli kapitülasyonlardır. (…) Mali kapitülasyonları esas olarak reddettik. (…) Kapitülasyonlar konusunda ilerleme var. 

Ruslarla resmi ilişkilerimiz iyidir, dostanedir. Fakat bu dostluğu samimiyetten uzaklaştıran çok şeyler vardır. (…)

Kürt meselesi; bizim yani Türklerin menfaatine olarak da kesinlikle söz konusu olamaz. Çünkü bildiğiniz gibi bizim milli sınırlarımız içinde bulunan Kürt unsurlar öyle yerleşmiştir ki pek sınırlı yerlerde yoğunluğa sahiptir. Fakat yoğunluklarını kaybede ede ve Türk unsurlarının içine gire gire öyle bir sınır söz konusu olmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek lazımdır. Örneğin, Erzurum’a kadar giden, Erzincan’a, Sivas’a kadar giden, Harput’a kadar giden bir sınır aramak lazımdır. Ve hatta Konya çöllerindeki Kürt aşiretlerini de göz ardı etmemek gerekir. Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük düşünmektense bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür mahalli muhtariyetler kurulacaktır. O halde hangi ilin halkı Kürt ise onlar kendi kendilerini “muhtar” olarak idare edeceklerdir.  (Atatürk’ün burada “bir tür mahalli muhtariyetler”le kastettiği, -hep iddia edildiği gibi- siyasi özerklik değil, 1921 Anayasası’nın 11. maddesiyle illere tanınan belli işlerdeki serbestliktir. Üstelik 1921 Anayasası’nda Meclis kontrolü altındaki bu “mahalli muhtariyet” 1924 Anayasası’nda tamamen kaldırılacaktır.) Bundan başka Türkiye’nin halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade etmek lazımdır. İfade olunmadıkları zaman kendilerine ait mesele çıkarmaları daima mümkündür. Şimdi TBMM, hem Kürtlerin hem Türklerin yetkili vekillerinden meydana gelmiştir ve bu iki unsur bütün menfaatlerini ve mukadderatlarını birleştirmiştir. Yani onlar bilirler ki bu müşterek bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olmaz. 

Pontus meselesi halledilmiş, ülkede asayiş sağlanmıştır.

Çiftçilere gerekli yardım yapılıyor, yapılacaktır. Alet, edevat, tohum, özellikle hayvan verildi.

Gelirlerimiz bizi idare diyor. Savaş sona erince bütçemizin önemli bir bölümünü eğitime ve ekonomiye ayıracağız.

Hükümet merkezi, güvenlikli olduğu için Ankara olacaktır.

Aydınlarımız ülkenin her yanına, özellikle de Ziya Gökalp gibi Doğu’ya; Diyarbakır’a, Van’a, Erzincan’a, Bitlis’e gitmeli, halkı aydınlatmalıdır.

Bütün Anadolu halkı 8 milyonu geçmez. Osmanlı’nın fetih siyaseti sonunda nüfusumuz azaldı. Yemen’e gidip ölen Anadolu çocuklarının miktarı, zannedersem 1.5 milyondur. Suriye’yi, Irak’ı, Afrika’yı korumak için öldürdüğümüz Türklerin adedini düşünürsek, toplamda milyonlara ulaşır. Nüfusu artırmak için sıhhi ve içtimai önlemler alacağız. Batı Trakya’daki Türkleri Anadolu’ya nakledeceğiz.

Bu halkı yegâne öldüren cehalettir. (…)

Sadece Ermeniler değil, Keldaniler, Asuriler de yurt istiyorlar. Bunların hepsine yurt vermek gerekirse bize yurt kalmaz.

Meclis’in kendisi gibi yetkisi de büyük olsun istedim.

Meclis’te muhalifler İkinci Grup adlı bir grup kurdular.

Eğer hilafet demek, bütün İslam alemini kapsayan bir idare ise tarihte bu hiçbir zaman olmamıştır. İslam tarihinde tüm İslam dünyasını bir noktadan idare eden bir halifelik makamı olmamıştır.(...) Hilafet, milletimize bir baş belasıdır. Osmanlı padişahlığı halifeliği almadan önce Osmanlı en parlak dönemini yaşamıştır. Hilafeti kaldıracağız.

Hiç kimse hükümetin düşündüğü gibi düşünmek zorunda değildir.

Mili irade devredilemez. İnsanın, hâkimiyetini vermesi için milli iradesinin felç olmasını kabul etmesi gerekir. Bu, ölmeyi kabul etmek demektir. Bundan dolayı bir millet, hâkimiyetini veremez. (Hâkimiyet) yalnız alınır ve zorla alınır. Millet hâkimiyetini elinde tutuyor ve ancak hâkimiyetinin icabı kadarını uygulamak üzere Millet Meclisi’nin genel kurulunu görevlendiriyor. Fakat bir tek adama bu yetki verilemez.

Taassup (bağnazlık) cehalete dayanır. Taassubu olan cahildir. İlim mutlaka cehaleti yener. O halde halkı aydınlatmak lazımdır.

Hükümet dinsizdir demek, halka, hükümete hücum edin demektir. “Maddi” demeli, “cismani” demeli ve bu kelimeler varken “ladini” (dinsiz) dememeli.

Millet hâkimiyetini Meclis vasıtasıyla uygulamaktan daha iyi bir çare yoktur. Kanun Meclis’ten çıkar. İki Meclis olmaz. Millet en doğru, bir Meclis’le temsil edilir.

Gayrimüslimler asker de mebus da olabilirler.

Misakı Milli’den sonra “Emek Misakı” yapmak ve bütün milleti hep beraber onu takibe sevk etmek gerekir. (…) 

Halk Fırkası adıyla bir parti kuracağım. Partinin programı, belli sınıfların değil, bütün milletin refah ve saadetini sağlamaya yönelik olacaktır.

Kendimi düşünseydim, Milli Mücadele’den sonra hoşuma giden bir yerde otururdum.

Biz gerçek bir devrim (inkılap) yaptık ve devrimimizi devam ettiriyoruz. Fransız Devrimi, 100 sene devam etmiştir. 3 senede esaslı bir devrimin son bulacağını zannetmek hata olur. Belki zaman zaman şöyle veya böyle bir şeyler olacaktır. Kanaatimizi sabit tutar, başarma ümidimizi korursak galibiyet bizimdir. Herkesi memnun etmeye çalışarak amacımıza ulaşamayız. İdareyi maslahatçılar esaslı devrim yapamaz.

Devrim kanunu mevcut kanunların üstündedir. Bizi öldürmedikçe ve kafalarımızdaki cereyanı boğmadıkça başladığımız yenilikçi devrim bir an bile durmayacaktır. Bizden sonraki devirlerde de hep böyle olacaktır.

Meclis’i yenileyeceğiz.

Kadınlara seçme seçilme hakkı verilmesine itiraz edenler var. Fakat eninde sonunda olacaktır. 

Kuvvetli dış politika, kuvvetli iç politikaya dayanır. Biz yalnız kendi varlığımıza dayanarak yürümek istiyoruz. (Basın toplantısının tamamı için bkz. Atatürk’ün Bütün Eserleri, C.14, s. 263-306)

ÖLÜMSÜZ DÜŞÜNCELER

Mustafa Kemal Atatürk’ün, 102 yıl önce, İzmit Basın Toplantısı’nda, ülke gündeminin en önemli konuları hakkında sorulan sorulara verdiği yanıtlar, her şeyden önce onun gerçekçiliğini, açık yürekliliğini, akılcı, bilimsel ve stratejik hareket tarzını, halkçılığını, tam bağımsızlığa ve ulusal egemenliğe verdiği önemi, aydınlanmacı ve devrimci kimliğini gözler önüne sermektedir. 

Atatürk’ün, 102 yıl önceki şu açıklamalarının, 102 yıl sonra da geçerliliğini koruması çok dikkat çekicidir:

“Bir milletin asıl kuvvetleri kendi hayatını ve varlığını savunmak içindir. Fakat kendi varlığını unutup da kuvvetini herhangi bir yabancı amaç için kullanmak kesinlikle doğru değildir.”

“Kürt meselesi; bizim yani Türklerin menfaatine olarak da kesinlikle söz konusu olamaz. (…) Kürtlük adına bir sınır çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek lazımdır. Bundan başka Türkiye’nin halkı söz konusu olurken onları da (Kürtleri de) beraber ifade etmek lazımdır…”

Çiftçilere gerekli yardım yapılıyor, yapılacaktır. Alet, edevat, tohum, özellikle hayvan verildi.

“Bütçemizin önemli bir bölümünü eğitime ve ekonomiye ayıracağız.”

“Bu halkı yegâne öldüren cehalettir.”

“Eğer hilafet demek, bütün İslam alemini kapsayan bir idare ise tarihte bu hiçbir zaman olmamıştır.”

“Hiç kimse hükümetin düşündüğü gibi düşünmek zorunda değildir.”

“Mili irade devredilemez. İnsanın, hâkimiyetini vermesi için milli iradesinin felç olmasını kabul etmesi gerekir. Bu, ölmeyi kabul etmek demektir. Bir tek adama bu yetki verilemez.”

“Taassup (bağnazlık) cehalete dayanır. Taassubu olan cahildir. İlim mutlaka cehaleti yener. O halde halkı aydınlatmak lazımdır.”

“Millet hâkimiyetini Meclis vasıtasıyla uygulamaktan daha iyi bir çare yoktur. Kanun Meclis’ten çıkar. İki Meclis olmaz. Millet en doğru, bir Meclis’le temsil edilir.”

“Biz gerçek bir devrim (inkılap) yaptık ve devrimimizi devam ettiriyoruz. Fransız Devrimi, 100 sene devam etmiştir. 3 senede esaslı bir devrimin son bulacağını zannetmek hata olur.”

“Kuvvetli dış politika, kuvvetli iç politikaya dayanır.”

Mustafa Kemal Atatürk’ün 102 yıl önce yaptığı bu açıklamalar, 102 yıl sonra bugün Türkiye’nin en temel sorunlarına ışık tutacak, hatta çözüm olacak kadar güçlüdür. İşte Atatürk’ü “ölümsüz” yapan da onun bu tür çağını aşan “zamansız” düşünceleridir.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları