ATATÜRK'ün konuşmasının düşündürdükleri
Sinan Meydan; Mustafa Kemal Atatürk, 102 yıl önce, bir bağımsızlık savaşının ardından, üstelik savaş yorgunu, borçlu ve bağımlı bir din-tarım toplumunda, olanca gerçekçiliğiyle, akla ve bilime dayanarak tam bağımsız, laik ve çağdaş bir Cumhuriyet kurmuştu.
“102 yıl önce söyledikleri bugüne ışık tutuyor”
”Şahsi saltanatta her konuda taç sahiplerinin arzusu, iradesi ve isteği hâkimdir, söz konusu olan yalnız odur (onlardır). Milletin arzuları, istekleri, ihtiyaçları söz konusu değildir. Çünkü taç sahipleri kendilerini Allah’ın gönderdiğini farz ederlerdi.” Mustafa Kemal Atatürk, 1923
Mustafa Kemal Atatürk, 102 yıl önce, bir bağımsızlık savaşının ardından, üstelik savaş yorgunu, borçlu ve bağımlı bir din-tarım toplumunda, olanca gerçekçiliğiyle, akla ve bilime dayanarak tam bağımsız, laik ve çağdaş bir Cumhuriyet kurmuştu. Türkiye’nin nereden nereye getirildiğini gösterebilmek için bugün sizleri, 102 yıl önce İzmir’de toplanan Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi’nin açılışına götüreceğim. Daha doğrusu size, Başkomutan ve TBMM Başkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün İktisat Kongresi’ni açış konuşmasını hatırlatacağım.
İZMİR İKTİSAT KONGRESİ
Emperyalizmi İzmir’den denize döken muzaffer orduların Başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, İzmir’in ve Anadolu’nun kurtuluşundan yaklaşık 5 ay sonra, 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir’de, Türkiye’nin ilk İktisat Kongresi’ni düzenlediler. Savaş biter bitmez böyle bir kongre düzenlemeye karar vermişlerdi.
İzmir İktisat Kongresi; Osmanlı’yı borçlu ve bağımlı hale getiren emperyalizme, emperyalizmin ayrıcalıklı kapitalist şirketlerine ve Türkleri geri bırakan siyasi ve ekonomik anlayışa karşı akılcı, bilimsel, gerçekçi ve cesur bir meydan okumaydı. Kongrenin, yakılıp yıkılmış, işgalin acısını ve kurtuluşun gururunu yaşamış İzmir’de toplanması da anlamlıydı.
Kongreye çiftçi, tüccar, sanayici ve işçilerden oluşan 1135 delege katıldı. Kongre başkanlığına Kâzım Karabekir Paşa seçildi.
ATATÜRK’ÜN KONUŞMASI
17 Şubat 1923’te İzmir’de İktisat Kongresi toplanırken 4 Şubat 1923’te Lozan görüşmeleri kesilmiştir; ufukta savaş bulutları dolaşmaktadır; İstanbul hala işgal altındadır; saltanatın kaldırılmasından sonra Cumhuriyetin ilanından kuşkulanan muhafazakârlar halifenin etrafında toplanmaktadır; İstanbul basını halifeyi ve Meclis’teki muhalefeti desteklemektedir. Ayrıca savaştan çıkmış ülkenin bir an önce ekonomik kalkınmaya ihtiyacı vardır. Bu nedenle Atatürk, İktisat Kongresi’nde yapacağı konuşmada, bir taraftan Lozan’da kapitülasyonların kaldırılmasını istemeyen emperyalist Batı’ya “ekonomik bağımsızlık” mesajı verirken diğer taraftan içeride Cumhuriyeti ilan etmeden önce ulusal egemenliğin ve ekonomik kalkınmanın önemini dile getirecektir. Bunu yaparken tarih-bilimsel bir çözümleme yapacaktır.
KONGRENİN AMACI
Atatürk konuşmasına, kongrenin, “Aziz Türkiye’mizin iktisadi yükselmesi araçlarını aramak ve bulmak gibi vatani, hayati, milli ve mukaddes bir amaçla” toplandığını söyleyerek başlar. Doğrudan doğruya halk sınıflarının içinden gelen ve bu nedenle milleti çok iyi tanıyan delegelerin sözlerinin, önerilerinin, doğrudan doğruya halkın dilinden söyleneceği için çok isabetli olacağını belirtip “Zira halkın sesi Hakk’ın sesidir” der.
EN ÖNEMLİ NEDEN EKONOMİ
Atatürk konuşmasını, ekonominin tarihsel öneminden söz ederek sürdürür. Tarihin, milletlerin yükseliş ve düşüş sebeplerini sayarken siyasi, askeri, toplumsal birçok nedenler bulup saydığını, şüphesiz bütün bunların toplumsal olaylarda etkili olduğunu belirterek şöyle der: “Fakat bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselişiyle, düşüşüyle ilgili olan o milletin ekonomisidir… Gerçekten Türk tarihi incelenirse bütün yükseliş ve düşüş sebeplerinin bir iktisat (ekonomi) konusundan başka bir şey olmadığı derhal anlaşılır.” Bu nedenle “Yeni Türkiye’mizi layık olduğu düzeye çıkarabilmek için mutlaka ekonomiye birinci derecede önem vermek mecburiyetindeyiz” der. “Çünkü zamanımız tamamen bir ekonomi devresinden başka bir şey değildir” diye de ekler.
MİLLİ BİR DEVİR YAŞAMADIK
Atatürk, ekonomi konusundaki genel değerlendirmelerinden sonra sözü Osmanlı tarihine getirir. Bizim geçmişte ekonomimize gerektiği kadar önem vermediğimizi, bunun nedenini tarihimizde aramak gerektiğini belirtir. Ne yazık ki şimdiye kadar gerçek ve bilimsel anlamda “Milli bir devir yaşamadık. Dolayısıyla milli bir tarihe sahip olmadık” sonucuna varır. Ne demek istediğini daha iyi anlatabilmek için de Osmanlı tarihinin klasik çağından üç padişahı; Fatih, Yavuz ve Kanuni’yi örnek gösterir. Bu kudretli padişahların izledikleri dış siyasette “kendi emelleri, hırsları ve arzularına dayandıklarını”, iç siyasetlerini de bu dış siyasete göre düzenlediklerini, oysa dış siyasetin, iç teşkilat ve iç siyasete dayandırılması gerektiğini söyler. Hayali dış siyasetler peşinde koşanların dayanak noktalarını kaybedeceklerini belirtir. Padişahların milletin asli unsurunu (Türkleri), fetih peşinde diyar diyar dolaştırarak hem onların kendi yurtlarını düşünmelerini engellediklerini hem de fethedilen yerlerden gelen halkı (azınlıkları) ve yabancıları memnun edebilmek için asli unsurun hukukundan, ekonomik kaynaklarından birçok şeyleri “lütuf olarak, ihsan olarak, hediye olarak” onlara bahşettiklerini belirterek Fatih ve Kanuni zamanlarında Cenevizlilere, Patrik’e, Venediklilere verilen kapitülasyonların böyle ortaya çıktığını anlatır. Bu ayrıcalıkların, devletin en güçlü zamanlarında, üstelik daha zayıf devletlere, yalnız padişahların “müsaadesi, ihsanı” olarak verildiğini de söyler.
KILIÇ-SABAN METAFORU
Atatürk, Osmanlı’da Türk milletinin hayati araçlardan yasaklı olarak diyar diyar dolaştırılıp “kılıçla fetihler yaparken” buralarda yaşayan halkın birçok ayrıcalıklara sahip olarak “sabana yapışıp toprak üzerinde çalıştığını” belirterek şöyle der: “Arkadaşlar kılıç ile fetihler yapanlar, sabanla fetihler yapanlara yenilmeye ve sonuçta yerlerini terk etmeye mecburdurlar. Nitekim Osmanlı saltanatı da böyle olmuştur.” Osmanlı’da Bulgarlar, Sırplar, Macarlar ve Rumların sabanlarına yapışarak varlıklarını koruduklarını; buna karşın bizim milletimizin fatihlerin peşinde dolaşıp kendi anayurdunda çalışmamasından dolayı onlara yenildiğini belirtir. Bu kuralın dünyanın her yerinde geçerli olduğunu; örneğin, Fransızlar Kanada’da kılıç sallarken oraya giren İngiliz çiftçisinin Kanada’ya sahip olduğunu; saban kılıç mücadelesinde sonuçta sabanının kazandığını söyler. “Efendiler, kılıç kullanan kol yorulur, nihayet kılıcı kınına koyar… fakat saban kullanan kol gittikçe daha fazla güçlenir ve daha çok toprağa sahip olur” der.
SORUMLU ŞAHSİ İDARE
Atatürk, Osmanlı’da “milletin içine düştüğü bu hazin halin, bu sefaletin” sorumlusunun “şahsi saltanata” dayanan devlet anlayışı olduğunu belirtir. ”Şahsi saltanatta her konuda taç sahiplerinin arzusu, iradesi ve isteği hâkimdir, söz konusu olan yalnız odur. Milletin arzuları, istekleri, ihtiyaçları söz konusu değildir. Çünkü taç sahipleri kendilerini Allah’ın gönderdiğini farz ederlerdi” diyerek, böyle irade ve hâkimiyetinden yoksun kalmayı kabul eden bir milletin sonunun “elbette felaket elbette musibet” olacağını söyler.
OSMANLI BAĞIMSIZLIĞINI KAYBETMİŞTİ
Atatürk, daha sonra Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığını kaybettiğini anlatır. “Gerçekten bir devlet ki kendi tebaasına koyduğu bir vergiyi yabancılara koyamaz; gümrük uygulamalarını, vergilerini memleketin ihtiyaçlarına göre düzenlemesi yasaktır ve bir devlet ki fazla olarak yabancılar üzerinde yargı hakkını uygulamaktan mahrumdur, böyle bir devlete tabi ki bağımsız denilemez” der. Devletin, demiryolu, fabrika, her şeyi yapmak için özgür olmadığını belirtir. “Devlet, bağımsızlığını çoktan kaybetmişti. Osmanlı ülkesi yabancıların serbest bir sömürgesinden başka bir şey değildi. Osmanlı halkı içindeki Türk milleti de tamamen esir bir duruma getirilmişti” diyerek bu durumun, “milletin kendi iradesine, hâkimiyetine sahip olmamasından ve irade ve hâkimiyetinin şunun bunun elinde kullanılmış olmasından ileri geldiğini” söyler.
SARAYIN İHANETİ VE TÜRK MİLLETİ
Atatürk daha sonra, Osmanlı döneminde “milli bir devir yaşanmadığımızı, milli bir tarihe sahip olmadığımızı”; Osmanlı tarihinin baştan sona padişahların, şahısların ve zümrelerin hal ve hareketlerini kaydeden bir destandan başka bir şey olmadığını belirtir. Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’nda dağılıp parçalandığını, Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra Anadolu’nun, Trakya’nın ve İstanbul’un işgal edildiğini anlatır. Bu sırada sarayın ihanetinden; padişahın ihanet fetvalarından, Hilafet Ordusundan söz eder. Türk milletinin “hayatını, şerefini, namusunu kurtarmak için büyük bir azimle başını kaldırıp, birlik ve dayanışma içinde ortaya atıldığını” haykırır. Milletimizin kurtuluşa ulaşmak için iki ilkeye dayanmanın gerekli olduğunu anladığını belirterek o iki ilkenin, Misakı Milli’deki “tam bağımsızlık” ve Teşkilatı Esasiye Kanunu’ndaki “kayıtsız şartsız milli egemenlik” olduğunu belirtir.
TAM BAĞIMSIZLIĞIN TEMELİ EKONOMİ
Atatürk, çok önemli askeri zaferler kazandıklarını, ancak tam bağımsızlık için ekonomik bağımsızlığa ihtiyaç olduğunu şöyle ifade eder: “Askeri, siyasi zaferler, ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler başarılı olamaz, az zamanda söner… Bu nedenle ekonomik bağımsızlığımızın sağlanıp genişletilmesi gerekir.” Atatürk, şimdi başlayan milli devrin, halk devri olduğunu, bunun da “iktisat devri” kavramıyla ifade edileceğini belirtir. “Öyle bir iktisat devri ki, onda ülkemiz bayındır olsun, milletimiz müreffeh ve zengin olsun” der. Bu noktada “Bir felsefeyi hatırlatayım” diyerek “El kanaatü kenzi layüfna” (Kanaat tükenmez hazinedir) felsefesine iktisat devrinde artık son verilmesi gerektiğini söyler. Bu felsefenin sahiplerinin bu kıymetli vatanı zindan ve cehennem yaptıklarını, oysa bu vatanın evlat ve torunlarımız için cennet yapılmaya layık olduğunu belirtir. (Böylece ekonomide “naslarla” değil, akılcı ve bilimsel kurallarla hareket etmek gerektiğini vurgular.)
Atatürk, sözünü ettiği “iktisat devri”ni de şöyle açıklar: “Öyle bir iktisat devri lazımdır ki, artık milletimiz insanca yaşamasını bilsin, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu anlasın… Hepimizin arzusu şudur ki, bu memleketin fertleri, ellerinde örnekleriyle tarımın, ticaretin, sanatın, emeğin, hayatın bir temsilcisi olsun. Ve artık bu memleket fakir, bu millet hakir değil, belki memleketimize zengin memleketi, zenginler memleketi, bu yeni Türkiye’nin adına da çalışkanlar diyarı denilsin.”
BURASINI ESİR ÜLKESİ YAPTIRMAYIZ
Atatürk daha sonra sözü yabancı sermayeye getirir. Yabancı sermayeye karşı olmadıklarını söyler. Ülkemizin geniş olduğunu, Çok çalışmaya ve sermayeye ihtiyaç olduğunu belirterek, “kanunlarımıza uymaları şartıyla yabancı sermayeye gereken güvenceyi vermeye her zaman hazırız” der. Osmanlı’da özellikle Tanzimat döneminden sonra, yabancı sermayenin devlette ayrıcalıklı bir yere sahip olduğunu ve devletin yabancı sermayenin jandarmalığını yaptığını hatırlatarak “artık her medeni devlet gibi, millet gibi yeni Türkiye de buna razı olamaz; burasını esir ülkesi yaptıramaz” der.
LOZAN GÖRÜŞMELERİ
Atatürk, buradan sözü Lozan Görüşmelerine getirerek şunları söyler: “Lozan’da muhataplarımız bizimle üç senelik, dört senelik bir hesabı görmüyorlar; üç yüz, dört yüz senelik hesapları görmeye başlamışlardır. Ve muhataplarımız hala eski Osmanlı Devleti’nin tarihe karıştığını ve bugün yeni bir Türkiye Devleti’nin mevcut olduğunu ve bu Türkiye Devletini kuran Türk milletinin çok azimli ve kahraman bir millet olduğunu ve bu milletin artık tam bağımsızlığından ve milli hâkimiyetinden zerre kadar fedakârlık yapmayacağını anlayamamışlardır.” Atatürk, daha sonra, “Bütün millet, bütün cihan bilsin ki, en nihayet, bu millet tam bağımsızlığının sağlandığını görmedikçe yürümeye başladığı yolda bir an durmayacaktır” diyerek Lozan’da kapitülasyonların kaldırılmasına yanaşmayan Batı emperyalizmine adeta meydan okur.
ÜRETİM ODAKLI EĞİTİM
Atatürk daha sonra ekonominin her şey demek olduğunu; tarım, ticaret, çalışmak demek olduğunu, çağdaş yöntemlerle ülkemizi demir yolları ile kara yolları ile donatmak zorunda olduğumuzu, tarım, ticaret ve sanayimizi geliştirmemiz gerektiğini, bunun için ülkenin ve milletin ihtiyacına uygun esaslı bir program üzerinde bütün milletin beraber ve uyumlu biçimde çalışması gerektiğini söyleyerek “Yeni devletimizin, yeni hükümetimizin bütün esasları, bütün programları ekonomi programından çıkmalıdır” der. Üretim odaklı bir eğitimöğretim sistemi kurulmasını isteyerek şunları söyler: “Evlatlarımızı o şekilde eğitmeliyiz, onlara o şekilde ilim ve irfan vermeliyiz ki, ticaret, tarım ve sanat dünyasında ve bütün bunların faaliyet alanlarında verimli olsunlar. Dolayısıyla eğitim programımız gerek ilk eğitimde, gerek orta eğitimde verilecek bütün bilgiler bu görüşe göre olmalıdır.”
BİRLİKTE ÇALIŞMA
Atatürk, son olarak, bizim halkımızın çıkarları birbirinden ayrı sınıflar halinde olmadığını; tam tersine birbirine ihtiyaç duyan sınıflardan oluştuğunu; çiftçinin sanatkâra, sanatkârın çiftçiye, çiftçinin tüccara ve bunları hepsinin birbirine muhtaç olduğunu belirtir. Fabrikalarımızda kendi işçilerimizin çalışmasını, “SAY (EMEK) MISAKİ MİLLİSİ” adlı bir program hazırlanmasını, milletin azim ve imanla, birlik ve dayanışma içinde olmasıyla başarıya ulaşılacağını belirtir.
İKTİSAT KONGRESİNİN ÖNEMİ
Atatürk sözlerini, Türkiye İktisat Kongresi’nin öneminden söz ederek şöyle bitirir: “Türkiye İktisat Kongresi, çok önemlidir, çok tarihidir. Nasıl ki Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi, felaket noktasına gelmiş olan bu milleti kurtarmak konusunda Misakı Milli’nin ve Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun ilk temel taşlarını atma konusunda ekili olmuş ise bu kongre de milletin ve memleketin kurtuluşunu sağlayacak ilkenin temel taşlarını ortaya koymak suretiyle tarihte geçecektir…”
***
Mustafa Kemal Atatürk’ün İzmir İktisat Kongresi’nin açış konuşması çok dikkat çekicidir. Her şeyden önce konuşmada, yaklaşık 8 ay sonra kurulacak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesinin ipuçları vardır. Konuşmanın odağında “tam bağımsızlık” ve “ulusal egemenlik” ile bunların bütünleyicisi “ekonomik bağımsızlık” vurgusu yer alır. Atatürk, “Yeni Türkiye”de, Osmanlı’nın fetih siyasetinin yerini üretim odaklı ekonomik kalkınma siyasetinin alacağını belirtmiştir. Atatürk’ün konuşmasında “Halkın Sesi Hakk’ın Sesi”,“Milli Devir”, “Halk Devri”, “İktisat Devri”, “Zenginler Memleketi”, “Çalışanlar Diyarı”, “Emek Misakı Millisi” “Sabanla Fetih Yapmak” gibi kavramları dile getirmesi dikkat çekicidir. Atatürk, hayalci, duygusal, hamasi, bir nutuk atmak yerine, akılcı, bilimsel ve gerçekçi bir yaklaşımla geçmişten dersler çıkarmıştır. Konuşma bütünüyle, o günü anlamayı ve geleceği inşa etmeyi amaçlayan diyalektik bir metindir. Atatürk’ün Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi açış konuşması, aradan geçen 102 yıla rağmen güncelliğini korumakta ve bugün bile ilham verip yol göstermektedir.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları