loading
close
SON DAKİKALAR

Emperyalizmin 'kukla halife' projesi

Sinan Meydan
Tarih: 05.03.2025
Kaynak: Sinan Meydan - Cumhuriyet

Sinan Meydan; 101 yıl önce, 3 Mart 1924’te, TBMM Halifeliği kaldırdı. Böylece laik cumhuriyetin, ulus devletin; ulusal egemenliğin ve ulusal birlik bütünlüğün önündeki en büyük engel ortadan kaldırıldı.

26 Kasım 1919’da, İngiliz Yüksek Komiseri A. Ryan, İngiltere Dışişleri Bakanlığı’ndan Forbes Adam’a gönderdiği mektupta şöyle diyordu: “Halifenin dünyevi gücünün İngiltere’den başka herhangi bir devletin denetimine geçmesine izin vermemek İngiltere’nin başlıca politikası olmalıdır.” 

101 yıl önce, 3 Mart 1924’te, TBMM Halifeliği kaldırdı. Böylece laik cumhuriyetin, ulus devletin; ulusal egemenliğin ve ulusal birlik bütünlüğün önündeki en büyük engel ortadan kaldırıldı. 

Peki, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarının iddia ettiği gibi Halifeliğin kaldırılmasını İngiltere mi istedi?

KUKLA HALİFE

I. Dünya Savaşı ve sonrasına ait İngiliz ve Amerikan belgelerine bakıldığında, emperyalist ülkelerin Türkiye’de saltanatın ve halifeliğin kaldırılması gibi bir düşüncesinin olmadığı görülüyor.

Örneğin, “ABD’nin Dış İlişkilerine İlişkin Belgeler”in 1919 yılı Paris Barış Konferansı tutanaklarına göre, 14 Mayıs 1919 Çarşamba günü, saat 16.00’da, ABD Başkanı Woodrov Wilson’un evinde İngiltere Başbakanı Lloyd George ve Fransa Başbakanı M. Clemenceau arasında yapılan bir toplantıda, Türkiye’nin parçalanması ve yönetimi konusu ele alındı. 

O toplantıda ABD Başkanı Wilson, “Anadolu’yu ikiye bölelim; Türkler güneyde yaşasınlar,” önerisinde bulununca, İngiltere Başbakanı, “Sultanın Konstantinopolis’te gözetim altında kalması gerektiğini” söyledi. ABD Başkanı, “Güney Anadolu’nun -Türkler için- ayrı bir birim olarak oluşturulması gerekir,” deyince, Fransa Başbakanı, “Türklerin başına kimin yönetici atanacağını” sordu. Bu soruya İngiltere Başbakanı, “Sultan olsun!” diye yanıt verdi. ABD Başkanı ise “Türklerin bir yönetici seçip seçemeyeceklerini” sordu. Bunun üzerine İngiltere Başbakanı, “Bunun (seçimin), onu (Türkiye’yi) cumhuriyet yapacağını” söyledi. ABD Başkanı, “Buna itirazı olmadığını!” belirtince, İngiltere Başbakanı, “Bu durumda Halife ile ilgili zorlukların ortaya çıkacağını” belirtti. Bunun üzerine Fransa Başbakanı, cumhuriyete geçilmesi ve seçim yapılması durumunda bir Fransız ve bir İtalyan’ın aday olmasının her zaman sürtüşme ve sorunlara neden olacağını belirterek, “Padişahın ailesinden bir şehzade çıkarılmasını ve Anadolu’da hüküm sürmek üzere atanmasını” önderdi. ABD Başkanı ise “Sultanın ailesinden bir üyeyi İtalyanların seçmelerini” önerdi. Fransız Başbakanı da “Güney Anadolu’nun daha sonra İtalyan mandasında bağımsız bir devlet olacağını” söyledi. Sonunda ABD Başkanı Wilson’un önerisi üzerine, Anadolu’nun siyasi olarak ikiye ayrılması ve ayrılma yönteminin ileride değerlendirilmesi prensipte kabul edildi.(1)

Anadolu’da Türklerin yaşayacakları bölgede kendi yöneticilerini kendilerinin seçmeleri, yani cumhuriyet yönetimine geçilmesi ise kabul edilmedi. Çünkü İngiltere ve Fransa, Türkiye’de cumhuriyet olursa ve Türkler kendi yöneticilerini seçerse, Türkleri kontrol edemeyeceklerini düşünüyorlardı. Bu nedenle Fransa Başbakanı M. Clemenceau, kolayca kontrol edebilecekleri bir şehzade atayıp Türkleri onunla kontrol etmeyi önerirken, İngiltere Başbakanı Lloyd George ise Türkiye’yi, İstanbul’da kontrol altında tutulacak sultanın-halifenin yönetmesini istemişti. Sevr Antlaşması öncesinde, emperyalizmin “kukla halife” planı buydu.(2)

LORD CURZON’UN “VATİKAN FORMÜLÜ”

1919-1920 yıllarında İtilaf Devletleri, bir ara Türkleri İstanbul’dan atmayı düşündüler. Bu proje kapsamında halife-sultanın durumunun ne olacağını da tartıştılar. Örneğin, Londra’da yapılan İngiliz-Fransız görüşmelerinde, Türkleri İstanbul’dan atmak gerektiğini ileri süren Lord Curzon, “Vatikan Formülü” diye bir formül geliştirerek Türkiye’nin siyasi başkentini Anadolu’ya kaydırmayı, dini başkentini ise İstanbul’da bırakmayı önerdi. Nasıl ki Papa Vatikan’da oturuyorsa Halife de İstanbul’da oturacaktı. Böylece İstanbul Vatikanlaştırılmış olacaktı. Bu İngiliz projesinin basına sızması üzerine 11 Ocak 1920’de Mustafa Kemal Paşa, 8-21 Ocak 1920’de de Anadolu’dan 117 kişi, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliği’ne protesto telgrafları çekerek bu projeye karşı çıktı.(3)

Görüldüğü gibi İngiltere, halifeliğin kaldırılmasını değil, İstanbul’u “Müslümanların Vatikanı” yapıp halifenin orada oturmasını istiyordu. 

İNGİLTERE HALİFEYİ KORUYUP KOLLADI

26 Kasım 1919’da, İngiliz Yüksek Komiserliği’nden Ryan, İngiltere Dışişleri Bakanlığı’ndan Forbes Adam’a gönderdiği mektupta, “Halifenin dünyevi gücünün İngiltere’den başka herhangi bir devletin denetimine geçmesine izin vermemek İngiltere’nin başlıca politikası olmalıdır” diyordu.(4)

Çünkü İngiliz emperyalizmi, bir meclisi değil, bir adamı (sultan-halifeyi) kontrol edip kullanmanın daha kolay olduğunu çok iyi biliyordu. Bu nedenledir ki, 16 Mart 1920’de İstanbul’u işgal ettiklerinde –teslimiyetçi ve işbirlikçi- o tek adama, sultan-halifeye dokunmadılar, hatta onu korumaya aldılar.(5)

Buna karşın Osmanlı Mebusan Meclisi’ni bastılar, bazı milletvekillerini tutuklayıp Malta’ya sürdüler. Padişahın, meclisi kapatıp “milli iradeye” son vermesine zemin hazırladılar. İngilizler, daha sonra da 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan TBMM’yi, dolayısıyla yine “milli iradeyi” etkisiz hale getirmek için işbirlikçi Saray Hükümeti eliyle bir iç savaş çıkardılar ve Yunan ordularını Anadolu içlerine sevk ettiler. 

SEVR’İN KUKLA SULTAN-HALİFESİ

10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması’na göre İtilaf Devletleri, Osmanlı Saray Hükümetinin ve padişahın İstanbul’daki haklarına ve sıfatlarına dokunulmayacaktı. “Majeste Padişah” İstanbul’da oturmak ve İstanbul’u başkent tutmak özgürlüğüne sahipti. Fakat Osmanlı yönetimi bu antlaşmaya uymazsa ve özellikle “soy, din ve dil azınlıklarının haklarına saygı göstermezse” Müttefikler bu hükmü değiştirme hakkına sahipti. Türkiye, Müttefiklerin İstanbul konusunda verecekleri kararı kabul etmek zorundaydı. (Sevr Antlaşması, madde 36). Böylece İstanbul’da oturmasına izin verilen halife-sultan, emperyalizmin kuklası haline getiriliyordu. Ayrıca Sevr Antlaşması’nın 139. maddesinde, “Türkiye’nin, başka ülkelerdeki Müslümanlar üzerinde her çeşit egemenlik ve yargı hakkından vazgeçeceği” belirtilerek, “kukla” halife-sultanın, olası Panislamist politikasının da önüne geçilmek isteniyordu. Cahit Kayra’nın dediği gibi, İstanbul’da oturan halife, “Müttefik Devletlerin, özellikle İngilizlerin hizmetinde bir halife olarak İslam dünyasının Batılılar tarafından yönetilmesine yardımcı olacaktı.” (6)    

İNGİLTERE HALİFEYE BARINAK ARIYOR

Halife-Sultan Vahdettin, İngilizlerle “Halifelik pazarlığı” da yapmış; 25 Mart 1922’de Sadrazam Tevfik Paşa eliyle İngilizlere sunduğu bir gizli projede, Boğazlar bölgesini İngiltere’ye bırakmayı, buna karşı İngiltere’nin, “Hilafetin koruyucusu ve ortağı olduğunu” İslam dünyasına açıklamasını istemişti.(7)

Kurtuluş Savaşı kazanıldı. Emperyalizm ve yerli işbirlikçisi durumundaki Saray Hükümeti ve Sultan-Halife Vahdetin de yenildi. 

TBMM, Atatürk’ün isteği ile 1 Kasım 1922’de saltanatla halifeliği birbirinden ayırıp saltanatı kaldırdı. 

İngiltere, o günlerde halifeye bir “barınak” ayarlayarak onu kullanmayı düşünüyordu. Örneğin, İngiltere Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden Ronald Lindsay, 6 Kasım 1922 tarihli bir raporda şöyle diyordu: “Fırsattan yararlanarak padişaha Kıbrıs’ta siyasi barınak önermek veya ona görevinden istifa etmemesini telkin ederek İslam ülkelerinin gözünde saygınlığımızı yükseltme olanağını incelemekte yarar olabilir. Halifenin, İngiltere tarafından Türkiye’deki ulusçulara ve cumhuriyetçilere karşı korunması Hindistan ve öteki İslam ülkelerinde pek etkili olabilir.” İngiltere Dış İşleri Bakanlığı Müsteşarı Crowe, bu öneriyi şöyle yorumluyordu: “Padişaha siyasi barınak verme önerisi dikkatle incelenmelidir. Ona barınak olarak Hindistan’ı önerebiliriz; ama bu denli bir öneri Hindistan’da halifeye karşı bir soğukluk yaratabilir.” Bu konuya kafa yoran Lord Curzon da “Padişaha siyasi barınak veririm; ana bu nerede verilebilir? Lütfen bu konuyu tartışınız,” diyordu.8

Görüldüğü gibi İngiliz yetkililer, halifeliğin kaldırılmasını değil, halifeye siyasi barınak vererek onu kontrol edip kullanmayı düşünüyordu.

HALİFE İNGİLİZLERE SIĞINDI

 Halife Vahdettin, 17 Kasım 1922 İngiliz Malaya zırhlısına binip ülkeden kaçtı. İngiltere yukarıdaki düşüncelerle Halife Vahdettin’e yardım etti. Ertesi gün TBMM, Vahdettin’in halifelik sıfatını kaldırıp onun yerine Osmanlı ailesinden Abdülmecit Efendi’yi yeni halife seçti. 

Ancak İngilizlere sığınıp ülkeden kaçan Vahdettin, hâlâ “halife” sıfatını kullanıyordu. Vahdettin, Hicaz Kralı Hüseyin’in davetini kabul ederek 15 Ocak 1924’te Hicaz’a gitti. Fakat Hicaz’da Araplar kendisini halife olarak tanımadılar. İngiltere, artık hiçbir işe yaramayacağını gördüğü Vahdettin’i “istenmeyen adam” ilan etti. Vahdettin’in, İtalya’nın San Remo kentinde oturmasına izin verildi. İngiltere, halife olmak isteyen Hicaz Kralı Şerif Hüseyin’le ilgilenmeye başladı.

İngiltere’nin halifelik entrikalarını yakından takip eden Mustafa Kemal (Atatürk), sorunu kökten çözmek için halifeliği tamamen kaldırma zamanının geldiğine karar verdi. O günlerde İngilizler ise Mustafa Kemal’in halifeliği kaldıracağını değil, “Halifeliği Vatikanlaştıracağını” düşünüyordu.(9) Ancak 3 Mart 1924’te TBMM, halifeliği tamamen kaldırdı. Halifeliğin kaldırılması İngiltere’de bazı çevrelerde şaşkınlık ve kızgınlık yarattı. Örneğin, İngiliz gazetesi Daily Telegraph, halifeliği kaldıran Türkiye’ye ateş püskürdü.(10) 

Bu arada Türkiye’nin Lozan’da İngilizlerle bir gizli antlaşma yaptığı ve Halifeliği bu nedenle kaldırdığı iddiası tamamen uydurmadır. (11)

ATATÜRK EMPERYALİST PLANI BOZDU

Emperyalist ülkelerin çıkarları, Türkiye’nin bağımsızlığını, çağdaşlaşmasını ve demokratikleşmesini değil, daha bağımlı olmasını gerektiriyordu. Bunun için de Türkiye’de dinsel hukukun ve kontrol altında bir sultan-halifenin varlığı, emperyalizmin zararına değil, yararınaydı. Çünkü bu sayede Türkiye’de çok hukuklu sistem ve adli kapitülasyonlar devam edecek, böylece İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar… Türkiye’deki eski ayrıcalıklarını koruyup yeni ayrıcalıklar elde edecekti. Ayrıca “kukla halife” sayesinde Türkiye’deki ve sömürgelerindeki Müslümanları kontrol etmeyi deneyeceklerdi. İşte Mustafa Kemal (Atatürk) ve arkadaşları (Kemalistler), önce Kurtuluş Savaşı’nı kazanarak, sonra Lozan’da tam bağımsızlık elde ederek, sonra da üzerine sultan-halife gölgesi düşmeyen çağdaş, laik bir cumhuriyet kurarak bu emperyalist planı bozdular.     

KAYNAKLAR-DİPNOTLAR

1.Papers Relating to the Foreign Relations of the United States, The Paris Peace Conference, 1919, Volume V, Document 66, https://history.state.gov/historicaldocuments/frus1919Parisv05/d66 , (Son erişim, 2 Mart 2025)

2. Sinan Meydan, Lozan: Onurlu Barış, İstanbul, 2024, s. 339-340. 

3. Bilal N. Şimşir, Atatürk ve Cumhuriyet, İstanbul, 2006, s.62, 66-70

4. Salahi R. Sonyel, Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, Ankara, 2007, s. 79.

5. Sonyel,  s. 61; Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, C.1, 2.bas, İstanbul, 1992, s. 414, 157.

6. Cahit Kayra, Sevr Dosyası, Nasıl Yapıldı Nasıl Yırtıldı?, İstanbul, 2004, s.86.

7. Bilal N. Şimşir, İngiliz Belgeleri İle Sakarya’dan İzmir’e, İstanbul, 1972, s. 388-390. 

8. FO. 371/7910/E, 12293; Sonyel, Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Milli Mücadele, s.198.

9. Bilal N. Şimşir, Doğunun Kahramanı Atatürk, Ankara, 1999, s.115-125.

10. Şimşir, s. 136-137.

11. Meydan, s. 338-339.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları