HANGİ CUMHURİYET? ‘Yaşasın laik Cumhuriyet’
Sinan Meydan; Laik Cumhuriyet Atatürk’ün eseridir. “Şeriat isteriz” diye bağıranların karşı oldukları Cumhuriyet de işte Atatürk’ün kurduğu bu laik Cumhuriyettir. Yaşasın laik Cumhuriyet.
“Memnuniyetle tekrar görüyorum ki laik Cumhuriyet esasında beraberiz. Zaten benim siyasi hayatta bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur.” (Atatürk, Hâkimiyeti Milliye, 12 Ağustos 1930)
Geçenlerde adliyede “şeriat” sloganları atıldıktan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Kimsenin cumhuriyetle ilgili tereddüdü yoktur!” dedi. Peki, gerçekten öyle mi?
Örneğin, adliyede “şeriat” sloganları atanların da Cumhuriyetle ilgili bir tereddüdü yok mudur? Eğer öyleyse, onların anladığı Cumhuriyet nasıl bir cumhuriyettir? Şeriatçıların cumhuriyeti hangi Cumhuriyettir?
SULTANSIZ/HALİFESİZ MECLİS VE ANAYASA
Atatürk, Kurtuluş Savaşı sırasında adım adım ülkeyi Cumhuriyete taşıdı. 1919’da Samsun’a çıktıktan sonra attığı her adımda “milli iradeye” (ulusal egemenliğe) vurgu yaptı. Örneğin 1919’daki Amasya Genelgesi’nde “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” dedi.
Atatürk’ün 23 Nisan 1920’de Ankara’da açtığı TBMM’nin aldığı ilk kararlarından biri “Meclis’in üstünde hiçbir güç ve kuvvet yoktur” şeklindeydi. Milleti, artık bu Meclis’in temsil edeceği belirtiliyordu. Bu Meclis’e bir “padişah vekili atanması” da kabul edilmemişti. Ayrıca sultan/halifenin geleceğini, ileride bu Meclis’in belirlemesine karar verilmişti. Böylece tarihimizde ilk kez, halkın temsilcilerinden oluşan bir meclis, dolayısıyla halk, saraydan; sultandan/halifeden bağımsız olarak fiilen kendi kaderini kendi eline alıyordu.
20 Ocak 1921 Anayasası’nın (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun) ilk maddesinde de “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” deniliyordu. Anayasada sultandan/halifeden ise hiç söz edilmiyordu.
Üzerine sultan/halife gölgesi düşmeyen ilk meclisimizin kabul ettiği sultansız/halifesiz ilk anayasamız, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyerek aslında -adını koymadan- devletin rejiminin cumhuriyet olacağını açıklamış ve ulusal egemenliğin önündeki kayıt ve şartları (saltanatı ve halifeliği) tanımadığını ilan etmişti. Atatürk, zamanı geldiğinde ulusal egemenliğin önündeki bu “kayıt ve şartları” da ortadan kaldırıp ülkeyi cumhuriyete taşıyacaktı.
TBMM, 1 Kasım 1922’de halifelikle saltanatı birbirinden ayırıp saltanatı kaldırdı. Halife Vahdettin’in İngilizlere sığınıp ülkeden kaçması üzerine TBMM, Osmanlı hanedanından Abdülmecit Efendi’yi halife seçti. Atatürk, zamanı gelince, ulusal egemenliğin önündeki kayıt ve şartlardan biri durumundaki halifeliği de -Uğur Mumcu’nun deyişiyle- “çürük bir diş gibi söküp atacaktı.”
ANAYASA VE CUMHURİYETİN LAİK OLMADIĞI ZAMANLAR
TBMM, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyeti ilan etti. Ancak 29 Ekim 1923’te cumhuriyet ilan edilirken yürürlükte olan 20 Ocak 1921 Anayasası henüz “laik” değildi. Anayasanın 7. maddesinde, “Şeriat hükümlerinin uygulanması Büyük Millet Meclisi’nin görevidir” deniliyordu. 29 Ekim 1923’te anayasada yapılan değişiklikle “Türkiye Devleti’nin hükümet şeklinin cumhuriyet” olduğu (madde 1) belirtilirken anayasanın 2. maddesine, “Türkiye Devleti’nin resmi dini, İslam dinidir” cümlesi eklendi. Bunun yanında halifelik de henüz yerli yerinde duruyordu. Dolayısıyla 1923’te ilan edilen cumhuriyet henüz laik bir Cumhuriyet değildi. Ayrıca anayasaya göre henüz kadınların medeni ve siyasi hakları da yoktu. 1921 Anayasası’nda “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” denilirken o sırada milletin yarıdan fazlasını oluşturan kadınlar henüz egemenliklerine sahip değildi. Dolayısıyla Cumhuriyet, bu haliyle tamamlanmış değildi.
Atatürk, ilk fırsatta halifeliği kaldırıp, anayasayı laikleştirip, kadınlara, medeni ve siyasi haklar vererek cumhuriyeti tamamlamayı planlıyordu: Cumhuriyet tamamlandığında “laik” olacaktı.
ATATÜRK’ÜN LAİK ANAYASA VE LAİK CUMHURİYET ISRARI
Atatürk, aslında anayasanın laik olmasını istemiş, bunun için çaba harcamış, ancak 1921 koşullarında bunu başarmak mümkün olmamıştı. Atatürk, Nutuk’ta bu konuyu detaylı olarak anlatıyor. 1921 Anayasası’nın 7. maddesiyle 1924 Anayasası’nın 26. maddesinin TBMM’nin görevlerini saptadığını belirten Atatürk, “maddenin başında ‘şeri hükümlerin uygulanması’ vardır” diyerek TBMM’nin görevlerinin çok geniş ve açık bir şekilde tanımlandığı söz konusu maddeye, ayrıca “şeri hükümlerin uygulanması” diye bir cümlenin eklenmesinin “gereksiz” olduğunu belirtiyor. Atatürk bunu da şöyle açıklıyor: “Çünkü ‘şeri’ demek kanun demektir. ‘Şeri hükümlerin uygulanması’ demek ‘kanun hükümleri’ demekten başka bir şey değildir ve olamaz. Başka türlüsü çağdaş hukuk anlayışıyla bağdaşmaz. Bu böyle olunca, ‘şeri hükümler’ tabiriyle anlatılan anlam ve kavramın büsbütün başka bir şey olması gerekir”. (Nutuk/Söylev, TTK, Ankara, 1989, C.II, s. 952-953)
Atatürk, ilk anayasayı hazırlayan komisyona kendisinin başkanlık ettiğini; yaptıkları yasayla “şeri hükümler” tabirinin bir ilgisi olmadığını anlatmaya çok çalıştıklarını, fakat bu tabirden, kendilerince bambaşka bir anlam çıkaranları ikna etmenin mümkün olmadığını belirtiyor. (Nutuk/Söylev, C.II, s. 952-953)
Atatürk, aynı şekilde, anayasanın 2. maddesinin başındaki “Türkiye Devleti’nin dini, İslam dinidir” ifadesinin de aslında anayasada olmaması gerektiğini söylüyor. Atatürk, Nutuk’ta, bu maddenin anayasaya nasıl girdiğini şöyle anlatıyor: “Cumhuriyetin kuruluşundan sonra da yeni anayasa yapılırken, ‘laik hükümet’ tabirinden ‘dinsizlik’ anlamı çıkarmaya eğilimli olanlara ve bundan yararlanmak isteyenlere fırsat vermemek amacıyla, kanunun ikinci maddesini anlamsız kılan bir tabirin (anayasaya) konulmasına göz yumulmuştur. Anayasanın 2. ve 26. maddelerinde gereksiz görünen, yeni Türkiye Devleti ile cumhuriyet yönetiminin çağdaş karakteriyle bağdaşmayan tabirler, inkılap ve Cumhuriyetin o zaman için sakınca görmediği tavizlerdir. Millet, anayasamızdan, bu fazlalıkları ilk uygun zamanda kaldırmalıdır.” (Nutuk/Söylev, C.II, s. 954-957) Görüldüğü gibi Atatürk, 1927 yılında Nutuk’ta, çok açıkça, anayasanın 2. ve 26 maddelerindeki “Devletin dini İslamdır” ve “Meclis’in, şeri hükümleri uygulaması” ifadelerinin “laik hükümet” tabirinden “dinsizlik” anlamı çıkarmak isteyenlere engel olmak için anayasaya koyulan “fazlalıklar” olduğunu ve “bu fazlalıkların” ilk uygun zamanda anayasadan çıkarılması gerektiğini belirtiyor. Gerçekten de ilk fırsatta “bu fazlalıklar” anayasadan çıkarılarak anayasa laikleştirildi.
ANAYASANIN VE CUMHURİYETİN LAİKLEŞTİRİLMESİ
Atatürk, 1921’de kabul edilen Teşkilatı Esasiye Kanunu’nu (anayasayı) ve 1923’te ilan edilen cumhuriyeti adım adım laikleştirdi.
Bunun için; 1924’te halifelik kaldırıldı. Hanedan sürgün edildi. Şeriat Bakanlığı ve Şeriat Mahkemeleri kapatıldı. Eğitim öğretim birleştirildi. Medreseler kapatıldı. Akılcı ve bilimsel eğitime geçildi. 1925’te tekke, zaviye, türbe ve tarikatlar kapatıldı. Kılık kıyafet devrimi yapıldı. Çağdaş hukukçular yetiştirmek için Ankara Hukuk Mektebi kuruldu. 1926’da Türk Medeni Kanunu kabul edildi. Kadınlar medeni haklarına kavuştu. Çağdaş Ceza Kanunu kabul edildi. 1927’de medeni nikâh zorunluluğu getirildi. 1928’de “Devletin dini İslam’dır” ve “Meclis, şeri hükümleri uygular” maddeleri anayasadan çıkarıldı. Ayrıca dinsel yemin yerine “şeref-namus” üstüne yemin kabul edildi. Arap Harfleri kaldırıldı, Yeni Türk Harfleri kabul edildi. Uluslararası rakamlar kabul edildi. 1929’da okullardan Arapça ve Farsça dersleri kaldırıldı. 1931’de “laiklik” CHP Parti Tüzüğü’ne girdi. 1931 ve 1932’de Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu kuruldu. 1932’de din dili Türkçeleştirildi. 1933’te üniversite reformu yapıldı. 1934’te Soyadı Kanunu kabul edildi. Ayasofya müzeye dönüştürüldü. 1930-1934 arasında kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi. 1935’te hafta tatili cumadan pazara alındı. Din adamlarının ibadethaneler dışında dini kıyafet giymeleri yasaklandı. 1937’de laiklik -diğer Atatürk ilkeleriyle birlikte- anayasaya girdi. 1924-1937 arasındaki bütün bu devrimlerle anayasa ve Cumhuriyet laikleştirildi.
Gerçek şu ki Atatürk, sıradan bir Cumhuriyet kurmadı, o laik bir Cumhuriyet kurdu. Onun siyasetteki kırmızı çizgisi laik Cumhuriyetti. Bu nedenledir ki Atatürk, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kuran Fethi Okyar’a, 10 Ağustos 1930’da gönderdiği mektupta, “Memnuniyetle tekrar görüyorum ki laik Cumhuriyet esasında beraberiz. Zaten benim siyasi hayatta bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur” demişti. (Hâkimiyeti Milliye, 12 Ağustos 1930)
Bugün Türkiye’nin farkı laik Cumhuriyettir. Türkiye’de ulusal egemenliğin, kadın haklarının, bilimin, sanatın, uygar yaşamın garantisi işte bu laik Cumhuriyettir. Laik niteliğini yitirmiş bir Cumhuriyetin demokratikleşmesi, kadın özgürlüklerinin ve diğer özgürlüklerin, akla ve bilime dayalı çağdaş bir düzenin güvencesi olması olanaksızdır.
Laik Cumhuriyet Atatürk’ün eseridir. “Şeriat isteriz” diye bağıranların karşı oldukları Cumhuriyet de işte Atatürk’ün kurduğu bu laik Cumhuriyettir. Yaşasın laik Cumhuriyet.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları