Hangi Halifelik (2)
Sinan Meydan; Atatürk’ün şu sözüyle bitirelim: “Efendiler, açık ve kesin söylemeliyim ki, Müslümanları hâlâ bir halife korkuluğu ile uğraştırıp aldatmak gayretinde bulunanlar, yalnız ve ancak Müslümanların ve özellikle Türkiye’nin düşmanlarıdır."
“Hilafet milletimize baş belasıdır. (...) Hilafet hiçbir şey kazandırmamıştır. Birçok musibetler getirmiştir.”
(Mustafa Kemal Atatürk, 16-17 Ocak 1923, İzmit)
Halifeliğin kaldırılmasının 100. yılında, Filistin mitingleri bahanesiyle “Halifelik çığırtkanlığı” devam ediyor. Yüzyıllarca İslam dünyasını bölmek, kanlı liderlik kavgalarına neden olmak, kendilerini “Allah’ın gölgesi” diye tanıtan sultana/padişaha “dinsel dokunulmazlık” kazandırmak ve “baskı aracı” olmak dışında hiçbir işe yaramayan Halifelik, yüz yıl önce, 1924’te kaldırıldı.
OSMANLI DAĞILIRKEN HALİFELİK
18. ve 19. yüzyıllarda bir taraftan Batı emperyalizmi Osmanlı’nın Arap vilayetlerini işgal ederken diğer taraftan Araplar arasında bağımsızlık hareketleri başladı. Fransa’nın 1798-1801 ve İngiltere’nin 1807’de Mısır’ı işgal için saldırmaları, İngiltere’nin Umman sahilini ele geçirip (1820), arkasından Aden’i işgali (1839) ve Cezayir’in Fransız emperyalizminin eline geçmesi (1830), Osmanlı halifeliğinin bir işe yaramadığını gösterdi.
Osmanlı halifesini tanımayan Mısır’daki Memluk kuvvetleri, Fransa’nın Mısır’a saldırmasından önce, Filistinli mahalli lider Zahir el-Ömer’in daveti üzerine Bilad-ı Şam’a doğru harekete geçerek 1770’te Dımaşk’ı işgal ettiler. Ayrıca Necit’ten (Arap Yarımadası’ndan) dışa doğru (Irak, Bilad-ı Şam, Hicaz ve Arap Körfezi’nin sahil kesimi) yayılan ve selefi bir dini hareket olarak ortaya çıkan Vahhabilik, Osmanlı hilafetini tanımayarak gelişti. Vahhabiler, Hicaz’ı ellerinde bulundurduğu dönemde hutbelerde Osmanlı sultanının/halifesinin adını okutmadılar. (1)
ARAPLAR OSMANLI HİLAFETİNİ TANIMADI
Osmanlı sultanlarının II. Abdülaziz döneminden (1861-1876) itibaren kendilerini “halife” olarak sunmaya başlamaları, “Halifeliğin Kureyş’in hakkı olduğu ve Osmanlı sultanlarının bu hakkı kullanmalarının uygun olmadığı” tartışmasını alevlendirdi. Bu konu, Abdurrahman el-Kevakibi’nin “İslam halifeliğinin tekrar Araplaştırılması” tezini gündeme taşımasıyla ön plana çıktı. 19. yüzyılda Arap dünyasında Osmanlı halifeliğini reddedip “Arap halifeliği” kurma girişimleri arttı. (2)
1876-1881 arasında II. Abdülhamit döneminde Londra’da, Beyrut’ta ve Suriye’de yayımlanan Arapça gazetelerde, Osmanlılar, hilafeti Araplardan çalmakla suçlanıyor ve hilafetin asıl sahiplerine, Araplara iade edilmesi isteniyordu. (3)
İNGİLİZLERİN ARAP HALİFE PLANI
19. yüzyılda İngiltere, Almanya kontrolündeki Osmanlı halifeliğine karşı kendi kontrolünde bir Arap halifeliği kurmak istedi. Şerif Hüseyin’in, 1877’de “Mekke Şerifi” tayin edilmesiyle birlikte İngiltere hemen onu Osmanlıların hilafet iddialarına karşı kullanmaya girişti. (4)
I. Dünya Savaşı’nda bu plan açıkça ifade edildi. 31 Ekim 1914’te Kahire’deki İngiliz temsilci Lord Kitchener, 30 Ağustos 1915’te de Sir H. Mc. Mahon, Mekke Şerifi Hüseyin’e gönderdikleri iki ayrı mektupla “Gerçek Arap soyundan birisinin Mekke veya Medine’de halifeliği üzerine almasını” istediler. (5)
I. Dünya Savaşı’nın başında Osmanlı Halifesi Mehmet Reşat’ın “cihat fetvası”nın, Araplar ve diğer Müslümanlar üzerinde hiçbir etkisi olmadı. Öyle ki İngiliz desteğini arkasına alan Mekke Şerifi Hüseyin, 1 Haziran 1916’da Osmanlı’ya karşı ayaklandı. Mekke’de bağımsızlığını ilan eden Şerif Hüseyin, Arap dünyasında “halife” sayılmaya başlandı. Ancak İngiltere, Şerif Hüseyin’in halifeliğini hemen tanımayıp savaş sonunu beklemeye karar verdi. İngiltere’nin, halifeliği kullanabileceğini gören Fransa ve İtalya da harekete geçtiler. İngilizler, Şerif Hüseyin’i halife ilan ederlerse Fransa Fas sultanını, İtalya ise Şeyh Ahmet Senusi’yi halife ilan edecekti. Sovyetler Birliği’nin bile bir halife adayı vardı. Onlar da Afganistan Emiri Amanullah Han’ı halife yapmayı düşünüyordu. (6)
Emperyalizmin “kukla halife hayallerine” 1924’te Atatürk son verecekti.
HALİFELİĞİN KALDIRILMA SÜRECİ
1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasından sonra “Halife Vahdettin”, Kurtuluş Savaşı sırasındaki ihanetinin hesabını veremeyeceği için İngilizlere sığınıp ülkeden kaçtı. Bunun üzerine TBMM, Osmanlı soyundan Abdülmecit Efendi’yi 148 oyla halife seçti.
İstanbul basını; Tanin, Tevhid-i Efkâr ve Vatan gazeteleri, bunların başyazarları Hüseyin Cahit Yalçın, Velid Ebüzziya ve Ahmet Emin Yalman halifeliğe sahip çıktılar. Örneğin Tanin gazetesinde Lütfi Fikri Düşünsel, “Halifeye Açık Mektup” yazarak “halifenin görevinden ayrılmaması” gerektiğini belirtti. (7)
Bu arada Hint Müslümanlarının önderlerinden Ağa Han ve Emir Ali de halifeliğin kaldırılmaması için Başbakan İsmet İnönü’ye bir mektup yazdılar, ama bu mektup, İnönü’nün eline geçmeden Tanin, İkdam ve Tevhid-i Efkâr’da yayımlandı. (5-6 Aralık 1923)
Fakat her iki Hintli de İngiliz etkisindeki şaibeli isimlerdi. Öyle ki Şevket Süreyya Aydemir, Ağa Han’ı “kumarbaz, ayyaş bir İngiliz uşağı” diye adlandırıyor. (8)
Bu gelişmelerden sonra Cumhuriyete karşı hilafet propagandası yapan bazı gazeteciler, İstanbul’a gönderilen bir İstiklal Mahkemesi’nde yargılanıp beraat ettiler. Daha sonra Atatürk, İstanbul gazetelerinin başyazarlarıyla İzmir’de görüşüp onları kazanmak istedi.
Bu sırada Atatürk’ün silah arkadaşlarından Rauf Orbay, Kazım Karabekir ve Refet Bele İstanbul’da halifeyi ziyaret ettiler, hatta halifeye hediyeler verdiler. Halifeyi ziyaret edip İstanbul basınına bazı demeçler veren Rauf Orbay, CHP Grubu’nda sorguya çekildi. İşte o ortamda Halife Abdülmecit Efendi’nin ikinci bir devlet başkanı gibi davranmaya başlaması; bütçeden kendisine ayrılan payı yetersiz bulup zam istemesi, yabancı ülke temsilcileriyle ilişki kurması, görkemli Cuma selamlıklarına çıkması, Atatürk’e beklediği fırsatı verdi.
Atatürk, 1924 başında Harp Oyunları nedeniyle İzmir’deydi. Orada Başbakan İsmet İnönü, Meclis Başkanı Kazım Özalp ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ile yaptığı toplantıda halifeliğin kaldırılmasının zamanı geldiğine karar verildi.
Atatürk, 1 Mart 1924’te yaptığı Meclis’i açış konuşmasında “İslam dinini siyaset aracı olmaktan çıkarmak” gerektiğini söyledi. Bunun üzerine Urfa Milletvekili Şeyh Saffet Efendi ve arkadaşları, “Halifeliğin Kaldırılması ile Osmanoğulları’nın Soyundan Olanların Türkiye Dışına Çıkarılması” hakkında, 53 milletvekili tarafından imzalanan bir yasa önerisi hazırladılar. Yasanın gerekçesi, Türkiye’yi “iki başlılıktan” ve “hilafet elbisesi” altında “hanedan tehdidinden” kurtarmak olarak açıklandı. Halifeliğin kaldırılması önerisi, 3 Mart 1924’te TBMM’de görüşülüp 157 oyla kabul edildi. Böylece Halifelik kaldırıldı. Halifeliğin kaldırılmasıyla Cumhuriyet karşıtlarının en büyük dayanaklarından biri yıkıldı. Türkiye Cumhuriyeti’nin laikleşmesi yolunda çok önemli bir adım atıldı.
HALİFELİĞİN KALDIRILMA YÖNTEMİ
Cumhuriyetin ilanından sonra İstanbul basını ve bazı din adamları halifeye ve halifeliğe sahip çıktılar. O günlerde İskilipli Atıf Hoca “İslam Yolu”, Afyon milletvekili Hoca Şükrü Efendi de “Hilafet-i İslamiye ve Büyük Millet Meclisi” adlı kitaplar yazdılar. İskilipli Atıf, “İslam Yolu”nda halifenin, “peygamberin vekili ve halkın padişahı” olduğunu yazarken Hoca Şükrü Efendi ise kitabında “Halife Meclis’in, Meclis halifenindir” tezini işliyordu. Kısacası her iki hoca da “halifeyi” hâlâ devlet başkanı olarak görüyordu. Atatürk, 14 Ocak 1923’te halkın nabzını tutmak için bir yurt gezisine çıktı. Eskişehir, İzmit, Bursa, İzmir ve Balıkesir’de halka konuştu. Halifelikle ilgili sorulara da çok açık ve net yanıtlar verdi: “Milletçe kurulan yeni devletin kaderine ve bağımsızlığına -sanı ne olursa olsun- hiç kimsenin karışmasına izin verilmeyeceğini” söyledi. İzmit’te şöyle dedi: “Hilafet milletimize baş belasıdır. (...) Hilafet hiçbir şey kazandırmamıştır. Birçok musibetler getirmiştir.” (9)
Bu arada birtakım kişiler, Atatürk’ün halife olmasını istediler. Atatürk, Nutuk’ta, “Bu gibilere derhal ret cevabı vermiştim” diyor. (10)
TBMM, 3 Mart 1924’te, 13 maddelik, 431 numaralı yasayla halifeliği kaldırdı. Yasanın 1. maddesi aynen şöyledir:
“Madde 1: Halife haledilmiştir. (görevden alınmıştır). Hilafet, hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan hilafet makamı mülgadır (kaldırılmıştır).” (11)
Görüldüğü gibi halifelik gerçekten de çok akıllı bir yaklaşımla son derece ustaca kaldırıldı. Halifeliği kaldıranlar şu formülü kullandı: "Halife ‘hükümet’ demektir. Şimdi TBMM’de milletin kurduğu bir hükümet ve Cumhuriyet olduğuna göre ayrıca bir halifeye ihtiyaç yoktur." Halifeliğin kaldırılması için Meclis’e verilen önerinin gerekçelerinden biri böyleydi.
Bugün, kimi siyasal İslamcıların, “Halifeliğin kaldırılmadığı, Meclis’in manevi şahsında saklı olduğu!” iddiası doğru değildir. 3 Mart 1924’te yapılan Meclis görüşmelerinde Şeyh Saffet Efendi, Dadaylı Halit Bey ve Tunalı Hilmi Bey, halifeliğin kaldırılmasına yönelik tepkilerden çekinerek yasada böyle bir ifade kullanılmasını tartışmışlardı. Ancak yasada böyle bir ifade kullanılmadı. Yasanın 1. maddesinin sonunda açıkça “Hilafet makamı mülgadır (kaldırılmıştır)” denilerek halifelik tamamen kaldırıldı.
Aynı yasayla Osmanoğulları Türk vatandaşlığından çıkarılıp ülke dışına sürgün edildi. Hanedanın taşınır, taşınmazları (malları, sarayları, kasırları) millete geçti.
İNGİLİZ EMPERYALİZMİNİN HALİFELİK OYUNLARI
TBMM, 1 Kasım 1922’de saltanatla halifeliği birbirinden ayırıp saltanatı kaldırınca Halife Vahdettin, 17 Kasım 1922’de, “halifelik” sıfatıyla İngilizlere sığınıp ülkeden kaçtı. İngiltere, Vahdettin’in “halifelik” sıfatından yararlanarak özellikle Hint Müslümanlarını kontrol etmeyi düşünüyordu. Kaçak halife Vahdettin, İngiltere’nin bilgisi dahilinde, Hicaz Kralı Hüseyin’in davetini kabul ederek 15 Ocak 1924’te Hicaz’a gitti. Ancak Arapların Vahdettin’i değil, Hicaz Kralı Hüseyin’i “halife” olarak tanıdıkları görüldü. Hint Müslümanları da Milli Mücadele’deki ihaneti nedeniyle Vahdettin’in halifeliğini kabul etmiyordu. Bunun üzerine İngilizler, “halife” olarak hiçbir gücü olmadığını anladıkları Vahdettin’i “istenmeyen adam” ilan ettiler. 1924 başlarında İngiliz basını, Hicaz Kralı Hüseyin’in halife ilan edileceğini yazmaya başladı.
İngiltere, halifeliğin kaldırılmasını istemiyordu; Halifeyi kontrol ederek Müslüman sömürgelerini kontrol edebileceğini düşünüyordu. Bu nedenle İngiltere, Türkiye’yi paramparça eden Sevr Antlaşması’nda halifenin –antlaşmaya uyması kaydıyla İstanbul’da oturmasını istemişti. Türkiye 1923’te Lozan’da, “laik devlet” olacağını belirterek ve 3 Mart 1924’te halifeliği kaldırarak İngilizlerin halifelik oyununu bozdu.
Türkiye’nin halifeliği kaldırmasına İngiliz basını şiddetli bir tepki gösterdi. Örneğin, Daily Telgraf gazetesi, halifeliği kaldıran Türkiye’ye 4 Mart 1924’te şöyle saldırdı: “Türkler halifeliği kaldırmakla Batılılaşacağını, uygarlaşacağını sanıyorlarsa yanılıyorlar... 6 milyon nüfuslu Türkiye halifelik sayesinde büyük devletler arasında sayılıyordu. Bundan sonra bu devlet artık üçüncü sınıf bir Tatar devletçiği derecesine düşecektir!” İngiliz basını bir hafta boyunca halifeliği kaldıran Türkiye’ye ateş püskürdü. (12) İngiltere, Türkiye Cumhuriyeti’ni uzun süre tanımak istemedi. Öyle ki İngiltere, halifeliğin kaldırılmasından ancak altı yıl sonra, 1930’da Ankara’da büyükelçilik açtı. İngiltere uzun yıllar Türkiye’ye kredi de vermedi.
TBMM, 3 Mart 1924’te halifeliği kaldırdıktan iki gün sonra 5 Mart 1924’te Hicaz Kralı Hüseyin 101 pare top atışıyla halifeliğini ilan etti. Ancak özellikle Mısır ve Hint Müslümanları Şerif Hüseyin’in halifeliğini tanımadı. Şerif Hüseyin, halifelik ilanından yedi ay sonra bir Vahhabi saldırısıyla (Abdülaziz Bin Suud tarafından) Hicaz’dan sürüldü. Bu sırada önce İsviçre’de bulunan devrik halife Abdülmecit Efendi sonra da Mısır uleması, İslam konferansı çağrısı yaptılar. 1926’da Kahire Kongresi ve Mekke Konferansı düzenlendi. Ancak bu toplantılardan hiçbir sonuç alınamadı. (13)
Atatürk’ün şu sözüyle bitirelim: “Efendiler, açık ve kesin söylemeliyim ki, Müslümanları hâlâ bir halife korkuluğu ile uğraştırıp aldatmak gayretinde bulunanlar, yalnız ve ancak Müslümanların ve özellikle Türkiye’nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyuna kalkıp hayal kurmak da ancak cahillik ve gaflet eseri olabilir.” (14)
Dipnotlar:
1. Abdurrauf Sinno, Osmanlı’nın Sancılı Yıllarında Araplar, Kürtler, Arnavutlar, Çev. Ahsen Batur, İstanbul, 2011, s. 38-39.
2. Sinno, s. 47.
3. Sinno, s. 48-49.
4. Sinno, s. 108-109.
5. Bilal Şimşir, Doğunun Kahramanı Atatürk, Ankara, 2015, s. 107-108.
6. Şimşir, s. 108-113.
7. Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 3. Kitap, Birinci Bölüm, Ankara, 2005, s. 29, 36.
8. Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C.3, 22. bas. s. 160.
9. Arı İnan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir İzmit Konuşmaları, Ankara, 1982, s. 71.
10. Gazi Mustafa Kemal, Nutuk/ Söylev, C.II, TTK Basımevi, Ankara, 1989, s. 1132.
11. TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 2, C.7, s. 34-67.
12. Şimşir, s. 136-141.
13. Arnold J. Toynbee, 1920’lerde Türkiye, Hilafetin İlgası, İstanbul, 1998, s. 81, 84-87, 106-116.
14. Nutuk/Söylev, C.II, s. 1132.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları