loading
close
SON DAKİKALAR

Şeyh Sait İsyanı’nın anatomisi (2)

Sinan Meydan
Tarih: 27.12.2023
Kaynak: Sinan Meydan - Cumhuriyet

Sinan Meydan; Şeyh Sait’in, 98 yıl sonra bugün kimilerince “kahraman” ilan edilmesi, maalesef Şeyh Sait “gericiliğinin” ve “bölücülüğün” hâlâ devam ettiğini gösteriyor.

“Güya dini ve şeri ve fakat her halde bağımız bir Kürdistan hükümeti oluşturmak amacıyla Cumhuriyet hükümetine karşı fiilen ve silahlı olarak ayaklandıklarından idamlarına…” karar verilmiştir. (Şark İstiklal Mahkemesi’nin, 28 Haziran 1925 tarihli, 69 Numaralı Şeyh Sait Davası kararından)

Sıkça tekrarlandığı gibi Şeyh Sait İsyanı, sadece dinsel amaçlarla gerçekleştirilmiş bir isyan değildir; Şark İstiklal Mahkemesi’nin 28 Haziran 1925 tarihli kararına göre Şeyh Sait İsyanı, din ve şeriat araç yapılarak gerçekte bağımsız bir Kürdistan kurma amacına yöneliktir.  

VATANA İHANET SUÇU 

Şeyh Sait, halkın isyana katılmasını sağlamak için “Ey Müslüman Kürtler, bu isyanımız şeriata göre vacip ve bu hareketimize güzellikle uymayanlar Allah katında günahkârdır. Dinin şartlarının uygulanması için bu cihadımızda ölenimiz şehittir” diyordu.  

Şeyh Sait, isyanın ilerlediği günlerde de şöyle diyordu: “Kürtlerin bulundukları yerleri Türklerin elinden alacağız… Bugünkü Türk hükümeti İslamiyetten ayrılıyor. İstanbul’da Beyoğlu’nda bazı İslam kızları şapka ile geziyorlar...” (Mumcu, s. 71-72)

Gerçek şu ki Şeyh Sait İsyanı’nda “din”, Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter bütünlüğüne ve laik yapısına karşı bir silah olarak kullanıldı. 

25 Şubat 1925’te Şeyh Sait İsyanı TBMM’de görüşüldü. Başbakan Fethi Bey (Okyar), Şeyh Sait İsyanı’nda dinin politik araç olarak kullanılıp bölge halkının istismar edildiğini, isyanın hilafeti geri getirmek ve Abdülhamit’in oğullarından birinin saltanatını sağlamak amacıyla “Kürtçülük” yapmaktan kaynaklandığını söyledi. Daha sonra muhalefet adına söz alan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Başkanı Kazım Karabekir Paşa da şöyle dedi: “Efendiler, dini araç yaparak milli varlığı tehlikeye koyanlar lanetle anılmalıdır. Bu hareket vatana ihanettir.” 

25 Şubat 1925’te Doğu Anadolu illerini kapsayacak şekilde kısmi seferberlik ilan edildi. Aynı gün Muş, Ergani, Dersim, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van, Hakkâri ve Malatya illeri ile Kiğı ve Hınıs ilçelerinde bir ay süreyle sıkıyönetim ilan edildi. Sonra da Mahmut Esat (Bozkurt) Bey’in “Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na bir madde eklenmesi” için yaptığı kanun teklifi ele alındı. Teklife göre “Hıyanet-i Vataniye Kanunu”na şu madde eklendi 

(1. Madde):

Dini veya dinin kutsal kavramlarını siyasi amaçlara esas ya da alet etmek için dernekler kurulması yasaktır. Bu tür dernekleri kuranlar ya da bu derneklere girenler vatan haini sayılırlar. Dini ya da dinin kutsal kavramlarını alet ederek devletin şeklini değiştirmek ve başkalaştırmak ya da devletin güvenini bozmak veya dini ya da dinin kutsal kavramlarını alet ederek her ne surette olursa olsun halk arasına bozgunculuk ve ayrımcılık sokmak için gerek tek başına gerek toplu olarak sözle ya da yazı ile ya da fiilen ya da nutuk söyleyerek ya da yayın yaparak harekette bulunanlar da ‘vatan haini’ sayılırlar.” Bu kanun teklifi, 25 Şubat 1925’te TBMM’de oylanıp 556 sayılı kanun olarak kabul edildi. (TBMM Zabıt Ceridesi, Devre II, C.14, 25 Şubat 1925, s. 306- 311.)

2 Mart 1925’te Başbakan Fethi Bey (Okyar), görevinden istifa etti. İsmet Paşa’nın kurduğu yeni hükümet 3 Mart’ta güvenoyu aldı. 4 Mart’ta da Meclis, Takrir-i Sükûn Kanunu’nu kabul etti. Kanunla, basına geniş çaplı bir sansür uygulandı, Ankara ve Diyarbakır’da birer İstiklâl Mahkemesi kuruldu. Şeyh Sait İsyanı, devrimci bir tepkiyle karşılandı. Cumhuriyeti kuranlar, Cumhuriyeti koruma kaygısıyla birtakım sert önlemler aldılar. 

İTİRAFLAR VE GERÇEKLER

Şeyh Sait, mahkemedeki sorgusunda, ısrarla “dini nedenlerle” isyan ettiğini belirtti. İsyanın önceden planlanmadığını, “Kürtlük” davası gütmediğini söyledi. Ancak mahkemedeki deliller Şeyh Sait’i yalanlıyordu. Örneğin Şeyh Sait, isyan öncesinde, 17 Ocak 1925 tarihli Şeyh Şerif’e yazdığı bir mektupta, ertesi gün oraya geleceğini, o gelinceye kadar hiçbir şey yapılmamasını ve “emanetler” dediği silah ve cephanenin teslim alınmasını istemişti. 16 Şubat 1925’te “Elaziz Kumandanı Şeyh Şerif Efendi’ye” diye başlayan başka bir mektubunda da çeşitli kimselerin görevlerini belirterek hareket planını bildirmişti. Bu ve benzeri mektuplar, Şeyh Sait’in önceden planlanan isyanı bizzat organize ettiğini gösteriyordu. Ayrıca 3. Ordu Komutanlığı’nın eline geçen Şeyh Sait’e ait bir belgenin üzerinde “Kürdistan Harbiye Nezareti”, “Kürdistan Reisi ve Hükümeti” başlıklarının olması da Şeyh Sait’i yalanlıyordu. (TBMM Arşivi, T-12, Dosya 69; T-14, Dosya 6/55 3. Kolordu Komutanlığı’nın savcılığa gönderdiği belge, Aybars, s. 246)

Şeyh Sait İsyanı’na katılan ve Seyit Abdülkadir’le birlikte yargılanıp suçlu bulunarak idam edilen Kör Sadi ve Kemal Fevzi, idama giderlerken “Yaşasın Kürtlük mefkûresi, yaşasın Kürt hükümeti!” diye bağırmış, “Hacı Ahdi” namıyla tanınan Mehmet Tevfik de bu isyanın “Kürtlük ve Kürt hükümeti davası olduğunu” açıkça söylemişti. Kasım Bey de sorgusunda, ayaklanmanın esas amacının “bağımsız Kürdistan kurulması” olduğunu, dinin bu amaç için araç olarak kullanıldığını ileri sürmüştü. Ayrıca Kürt bağımsızlığına çalışanların, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası iktidara geçerse Kürtlere özerklik vereceğine inandıklarını belirtmişti. Bu açıklamayı dinleyen diğer sanıklar Kasım Bey’i yalanlamamıştı. Şeyh Sait’in, “Din için kıyam farz oldu. Bir Türk öldürmek, yetmiş gâvur öldürmekten evladır!” dediğini de Şeyh Sait yalanlamamıştı. (TBMM Arşivi, T-12, Dosya 69; Aybars, s. 246-248) Bu arada Fakih Hasan’ın, isyan günlerinde Şeyh Sait’e yazdığı bir mektupta Müslümanı Müslümana kırdırmanın şeriata uygun olmadığını söylediği, bunun üzerine Şeyh Sait’in, Fakih Hasan’a, “Şaşarım aklına! Biz Kürtlüğü muhafaza edeceğiz!” diye cevap verdiği de ortaya çıkmıştı. (Doğan, s. 129-130) Bu delillere ve itiraflara karşın Şeyh Sait, mahkemede hâlâ “Kürtlük” davası için isyan etmediğini iddia ediyordu. 

Oysa Şeyh Sait, Varto Sorgu Hâkimliği’nde 16 Nisan 1925’te alınan ilk ifadesinde, isyanın amacının “dini hükümleri layık olduğu gibi uygulamak fikriyle özerklik talep ve temin etmek ve hükümet buna razı olmadığı takdirde Diyarbakır’ı zapt eder etmez, gerekirse İngiliz hükümetine müracaat ederek Türk hükümetini, maksatlarını temin etmek zorunda bırakmaktan ibaret olduğunu” söylemişti. Görüldüğü gibi Şeyh Sait, bu ilk ifadesinde hem “özerklikten” hem de “İngiliz yardımından” söz ediyor, isyanın gerçek nedenini itiraf ediyordu. Fakat daha sonra İstiklal Mahkemesi’ndeki sorgusunda bunlardan hiç söz etmeyecek, bu konudaki iddiaları reddedecekti. Ancak Şeyh İsmail, Şeyh Abdüllatif ve Liceli Tahir de sorgularında, Şeyh Sait’in Diyarbakır’ı aldıktan sonra İngilizlerden yardım alacağını doğrulamıştır. İtirafçı durumundaki Binbaşı Kasım Bey de Şeyh Sait’in de üye olduğu gizli Kürt Azadi Cemiyeti’nin Bağdat komitesinin İngilizlerle görüştüğünü söylemiş ve “Esas maksatları bağımsızlık elde etmekti” demiştir. Ayrıca Şeyh Said, sorgusunda “Ben bu işin ne önündeyim ne arkasındayım, herkes gibi içindeyim” demişti. (Detaylar için bkz. Doğan, s.71, 121-133)  

MAHKEMENİN KARARI 

Savcı Süreyya Bey, davanın açıklamasında Şeyh Sait’ten şöyle söz ediyordu: “Şeyh Sait Efendi, yüzlerce, binlerce askerin, halkın, ibadın (ibadet edenlerin) malını, hayatını yok eden hareketi fiilen idare etmiş hepsine emretmiş, mürted, muannit (inatçı) vatan hainidir.” Dikkat edilirse, bizzat davanın savcısı, Şeyh Sait’in “vatan hanini” olduğunu açıkça ifade etmiştir.  

Mahkeme, 28 Haziran 1925’te kararını açıkladı. Kararda, “Hınıs kasabasında oturan ve dolaylı olarak ticaretle meşgul olan Palulu, 61 yaşındaki Nakşibendi Şeyhi Şeyh Mahmutoğlu Şeyh Sait” ve adamlarının “güya dini ve şeri ve fakat her halde bağımız bir Kürdistan hükümeti oluşturmak amacıyla Cumhuriyet hükümetine karşı fiilen ve silahlı olarak ayaklandıkları…” belirtiliyordu.

Kararda, Şeyh Sait İsyanı’nın çıkış ve yayılma nedenleri ayrıntılı olarak belirtiliyor; din ve şerit araç yapılarak “gerçekte bağımsız bir Kürdistan kurma” amacına yönelik olan Şeyh Sait İsyanı’nın devam ettiği sürede birçok şehir, kasaba ve köyü, devletin polis ve asker kuvvetleri ile kanlı bir çatışma ve çarpışma yapmak suretiyle işgal ederek ve hatta Diyarbakır’ı kuşatarak birçok suçsuz asker, subay ve vatandaşı öldüren ve yaralayan, yağma, hırsızlık yapan ve yaptıran 81 sanıktan 47’si idama mahkûm edildi deniliyordu. 

Kararın gerekçesinde, idam cezası alan Şeyh Sait dahil 47 sanığın, “müstakil (bağımsız) bir Kürdistan kurmak” ve “bu gaye ile isyan etmek”, “ihtilal emelini yerine getirmek için silahı olarak isyana katılmak” nedeniyle “… yüce devletin mülklerinin bir kısmını hükümet idaresinden çıkarmaya çalışanlar idam olunur” diyen İhaneti Vataniye Kanunu’nun 45. maddesine dayanarak “vatana ihanetle” idamlarına karar verildiği belirtiliyordu. (TBMM Arşivi, Dosya No: 130-74-87-83-82-81-72-59-61-54-68-71; İlam No: 69-D.9/1 (1-6. zarflarda

Ayrıca kararda, Doğu İstiklal Mahkemesi’nin yargı bölgesi içindeki bütün tekke ve zaviyeler ile Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası şubelerinin kapatılmasına karar verdiği belirtiliyordu. 

BU VATANA İHANET ETTİK

Şeyh Sait İsyanı’nın elebaşlarından Kör Sadi, kendilerine yöneltilen suçlamaları kabul ederek şöyle demişti: “Son sözüm şudur: Memleketin selameti namına muhterem hâkimler heyetinin hakkımızda verdiği kararı minnet ve şükranla karşılıyorum, kabul ediyorum. Hepimiz idam cezasına müstahakız. Çünkü bu vatana ihanet ettik. Allah Türk milletinin, Türk memleketinin saadetini sağlasın ve ebedi etsin. Söyleyeceklerim bu kadardır.” (Toker, s.149

Şeyh Sait’in damadı Şeyh Abdullah’ın son sözleri de çok anlamlıydı: “Biz hainlere uyduk. Başkası uymasın!” (Toker, s.167)

Karar açıklandıktan sonra Ali Saip Bey, Şeyh Sait’e “Bu kadar Türk kanının dökülmesine, ocakların sönmesine sebep oldun, cezanı çekeceksin!” dedi. Şeyh Sait de Ali Saip Bey’e “Seni severim. Ama mahşer günü seninle muhakeme olacağız!” diye karşılık verince, Vali Mithat Bey söze karıştı: “Mahşer gününde adil yargıçlarımızla değil, öldürdüğün masum çocuklar, ocaklarını söndürdüğün biçarelerle muhakeme edileceksin” dedi. General Mürsel Paşa da Şeyh Sait’e, “‘Din kalktı!’ diyorsun. Namazını kılmıyor muydun? Camilerde ezan okunmuyor muydu” diye sordu. Şeyh Sait bu soruya, “Evet, ibadetime kimse karışmıyor, her isteyen namazını kılabiliyor ve camilerde ezan okunuyor... Fena yaptık! Bundan sonra iyi olur inşallah!” diye yanıt verdi. (Aybars, s. 256)

Şeyh Sait İsyanı sonrasında Siirt milletvekili Mahmut Bey, Hâkimiyet-i Milliye’de yazdığı başyazıda Şeyh Sait İsyanı’nın bastırıldığını, ancak Şeyh Sait düşüncesi yok edilmedikçe memlekette huzur ve refah kurulamayacağını belirtmişti. (Hâkimiyet-i Milliye, 30 Haziran 1925)

Şeyh Sait’in, 98 yıl sonra bugün kimilerince “kahraman” ilan edilmesi, maalesef Şeyh Sait “gericiliğinin” ve “bölücülüğün” hâlâ devam ettiğini gösteriyor.


Kaynaklar: Savcının iddianamesi, savunmalar ve karar konusunda bkz. TBMM Arşivi, Dosya 69, Karar no 69 ve IV-12, b-1; Şark İstiklal Mahkemesi Karar Defteri, S.15, D. 4/32; Hâkimiyet-i Milliye, 28 Haziran 1925; Behcet Cemal, Şeyh Sait İsyanı, İstanbul, 1955; Metin Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, Ankara, 1994; Ergun Aybars, İstiklal Mahkemeleri, Ankara, 2009; Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, İstanbul, 1994; Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri, İstanbul, 2007. İddianame, savunmalar ve kararın günümüz Türkçesine çevrilmiş tam metni için bkz. Ümit Doğan, Şeyh Sait İsyanı ve Gerçekler, Ankara, 2023.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları