loading
close
SON DAKİKALAR

Ulus olabilmek

Sinan Meydan
Tarih: 02.10.2024
Kaynak: Sinan Meydan - Cumhuriyet

Sinan Meydan; Atatürk, milleti tanımlarken “etnik ayrımcılığa” da karşı çıkıyor. Atatürk’ün ulus tanımı laiktir. Atatürk, “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında “Vicdan Hürriyeti” başlığı altında laikliği...

“Çağdaş yaşayabilmek için önce ulus olabilmek gerekiyor. Uluslaşma aşamasını geride bırakmamış hiçbir toplum çağdaşlaşamamıştır, demokratikleşememiştir…”

Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı

Önce Irak, sonra Suriye, şimdi de Filistin ve Lübnan... Ortadoğu’da kan ve gözyaşı durmak bilmiyor. Ortadoğu’da ölüm kol geziyor. İsrail, şimdi de Lübnan’a saldırdı.  

ARAPLAR NEYİ YANLIŞ YAPTI?

20. yüzyılın başında, Birinci Paylaşım Savaşı sırasında, Batı emperyalizminin sınırlarını adeta cetvelle belirlediği yapay Arap-İslam devletleri ve onların ortasına özenle yerleştirilen Yahudi İsrail devleti arasındaki sürekli çatışma ortamı, Ortadoğu’da kalıcı barışın kurulmasını ve istikrarı engelledi, engelliyor. Arap İslam devletleri, içlerinde petrol zengini ülkeler olmasına karşın, gizli açık emperyalist saldırılara ve İsrail’e karşı direnmekte zorlanıyor. Peki ama neden? Çünkü sınırları cetvelle belirlenen o devletler hiçbir zaman gerçekten tam bağımsız olamadılar ve kendi ayakları üstünde duramadılar. Önce İngiliz ve Fransız mandası, sonra ABD güdümü derken hiçbir zaman din, mezhep, cemaat, aşiret, kabile aşamasından kurtulup uluslaşamadılar; hep ayrıştılar, bölündüler, hiçbir zaman ulusal birlik ve bütünlüğü sağlayamadılar. Uluslaşamadıkları için de hiçbir zaman ulusal egemenliği gerçekleştirip demokratikleşemediler; ulusların kendi kaderlerini kendilerinin belirledikleri bir çağda, Arap halkı hiçbir zaman kendi kaderini kendi eline alamadı, hep bir adamın ağzına baktı. En önemlisi de Araplar, aklın zincirlerini kırıp, bilime dayanıp, laik bir devlet kurup gerçekten çağdaşlaşamadı. Kısacası yüzyılın başında Türklerin, Atatürk’ün önderliğinde başardığı dönüşümü, Araplar başaramadı. Ortadoğu’da Arap-İslam dünyasında Atatürk rolüne soyunan liderlerin hiçbiri kendi halkının Atatürk’ü olamadı.

ORTADOĞU’NUN GÖRMESİ GEREKEN GERÇEK

Ortadoğu’nun artık şu gerçeği görmesi gerekir: Din ve mezhep bağı, aşiret, kabile aidiyeti, cemaat kültürü, dinsel temelli çeşitli örgütler, akıl ve bilim dışılık “kurtuluşu” sağlamadı, sağlamayacak; “din kardeşliği”, ümmet olmak yetmedi, yetmeyecek; uluslaşma, ulusal egemenlik, demokratikleşme, laiklik ve çağdaşlaşma olmadan, uluslararası saygınlığa ve caydırıcılığa sahip bağımsız ve güçlü devlet kurmak asla mümkün olmadı, olmayacak. Petrol ve maddi zenginlik; kalkınma, barış, refah ve kurtuluş için yetmedi, yetmeyecek. Atatürk, Kurtuluş Savaşı sonrasında “Biz barış istiyoruz dediğimiz zaman tam bağımsızlık istediğimizin bilinmesi gerekir” demişti. Tam bağımsızlık derken de siyasi, ekonomik, hukuki, kültürel... Her alanda bağımsız olmayı kastettiğini söylemişti. Türkiye, Kurtuluş Savaşı sonrasında Lozan ile bunu başardı. Türkiye Cumhuriyeti’nin, şimdilik 100 yılı aşan barış ikilimi, “tam bağımsızlık” temelli bu kuruluş felsefesinin eserdir. Emperyalist işgale ve sömürüye başkaldırmadan tam bağımsız olunamaz, uluslaşmadan da demokratik ve çağdaş bir devlet kurulamaz, kalıcı barış sağlanamaz. Gerçek şu ki, Ortadaoğu’nun asıl talihsizliği, Atatürk’ün yaklaşık 100 yıl önce gördüğü bu evrensel gerçeği 100 yıl sonra bile görebilen bir lider çıkaramamış olmasıdır. 

Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı şöyle diyor: “Çağdaş yaşayabilmek için önce ulus olabilmek gerekiyor. Uluslaşma aşamasını geride bırakmamış hiçbir toplum çağdaşlaşamamıştır, demokratikleşememiştir. Ne demek uluslaşmak? Aynı topraklar üzerinde benzer koşulları paylaşan insanlar arasında bir biz duygusunun, bir dayanışma duygusunun uyanmış olması demek. Başka bir deyişle kabile düzeninin, aşiret düzeninin geride kalmış olması demek. Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın öncülüğünü yapmaya başladığı zaman 1920’ler Anadolu’sunda 24 etnik kökenden gelen insan vardı, ama bir ulus yoktu. Ve ulus olmadan da çağdaşlaşılamayacağının bilinci Atatürk’te çok belirgin olarak vardı. Burada önemli olan şu: Nasıl bir ulus kavramından hareket ediyorsunuz? Eğer ulusu siz ırka dayandırırsanız, dine dayandırırsanız başka bir ulusçuluğa varırsınız. Ulusçuluğu Atatürk’ün anladığı gibi bir kültür birliğine dayandırırsanız başka bir ulusçuluk anlayışına varırsınız.  Atatürk’ün ulusçuluk anlayışı ortak geçmiş, ortak dil, ortak kültür üzerine kurulu bir ulusçuluk anlayışı idi.”

Atatürk’ün, Türkiye’deki kurtarıcı etkisinin odağında dağılmış ve yıkılmış çok uluslu bir din-tarım imparatorluğunun küllerinden tam bağımsız, laik ve çağdaş bir ulus devlet kurmuş olması vardır. 

TÜRKİYE’DE ULUSLAŞMA

Fransız Devrimi sonrası milliyetçiliğin etkisiyle tüm dünyada uluslaşma süreci hızlandı. Bu süreçte çok uluslu Osmanlı İmparatorluğu da çözülüp dağılmaya başladı. Uluslaşma, biraz geç olmakla birlikte, Osmanlı’daki Türkleri de etkiledi. Özellikle 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) ve 1912-1913 Balkan Savaşları sırasında ve sonrasındaki Türk düşmanlığı, Türklerin katledilmesi ve göçe zorlanması, bu sırada Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu ve Ziya Gökalp gibi Türk aydınlarının bilinçli çabası ve İttihat Terakki’nin ulusçu politikalarıyla “Türkçülük” adı altında Türk ulusçuluğu gelişmeye başladı. I. Dünya Savaşı’nda Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu’da emperyalist işgale karşı gerçekleştirilen Türk direnişi, Türklerin uluslaşma sürecinin ete kemiğe bürünmesini sağladı. Bu süreçte Türk Bağımsızlık Savaşı’nın önderi, Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal (Atatürk)’ün bilinçli çabaları çok etkili oldu. Ankara’da açılan meclise “Osmanlı Mebusan Meclisi” değil, “(Türkiye) Büyük Millet Meclisi”, yeni kurulan devlete “Türkiye” adının verilmesi, ulusun adının “Türk Milleti” diye adlandırılması, cumhuriyetin ilanından sonra adıyla sanıyla, diliyle, tarihiyle, kültürüyle laik bir ulus devletin kurulması Atatürk’ün bilinçli çabasının eseridir. Bu öylesine bilinçli bir çabaydı ki, Başkomutan Mustafa Kemal (Atatürk), İzmir’in kurtuluşunun ardından, 12 Eylül 1922’de İzmir’den yayımladığı millete beyannamesine “Büyük, asil Türk Milleti” diye başlıyordu. 

Türkiye’yi paramparça eden Sevr Antlaşması’nda, “soy, dil ve din azınlıkları” kavramına yer verilmişti. Böylece Türkiye etnik köken, din, hatta mezhep ayrımı ile parçalanmak istenmişti. İngiltere bu konuyu Lozan’da da gündeme getirdi. Hatta bir de “Müslüman azınlık” kavramı ileri sürdü. Türkiye Lozan’da “soy, dil ve Müslüman azınlık” tanımlamalarını reddetti. Sadece Müslüman olmayanları azınlık olarak kabul etti. Ayrıca Türkiye Lozan’da, “dinlere göre hukuk”, yani çok hukuklu sistem dayatmasını da reddetti. Aşamalı biçimde Türkiye’de herkesin laik, çağdaş tek bir hukuka bağlı olacağını bildirdi. Lozan sonrasında yapılan hukuk devrimi ile Türkiye’de hukuk birliği sağlandı ve yabancıların ayrıcalıklarına, Patrikhane’nin hukuki yetkilerine son verildi. Böylece tam bağımsız ve çağdaş ulus devletin temeli atıldı. 

Lozan Antlaşması’nın 39. maddesinde “Türkiye’nin tüm halkı, din ayırt edilmeksizin yasa önünde eşittir. Din, inanç ya da mezhep farkı hiçbir Türk yurttaşının medeni ve siyasi haklardan yararlanmasına (...) engel sayılmayacaktır” denildi. Bu doğrultuda Cumhuriyetin kurucu anayasası durumundaki 1924 Anayasası’nın 88. maddesinde Türk milleti, “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur” diye tanımlandı.  

Cumhuriyeti kuranlar, “Türk” derken bir ırkı, bir etnik kökeni veya bir dini ve mezhebi değil, “anayasal vatandaşlığı” kastetmiştir. 

ATATÜRK’ÜN MİLLET TANIMI

Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk, 1930 yılından itibaren liselerde okutulan “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” adlı kitabında milleti, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” diye tanımlıyor. Daha sonra uzun uzun Türk milletini anlatıyor: “Türk milleti halk idaresi olan cumhuriyetle idare edilir... Türk devleti laiktir. Her reşit dinini seçmekte serbesttir. Türk milletinin dili Türkçedir... Ahlakın, millet oluşumundaki yeri çok büyüktür, mühimdir...” diye devam ediyor.

Atatürk, milleti oluşturan unsurları sıralarken “din birliğine” yer vermiyor. Şöyle diyor: “Din birliğinin de bir millet oluşumunda etkili olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz.” 

Atatürk, tarihsel ve sosyolojik olarak Türk milletinin özelliklerini şöyle sıralıyor: “Türk milletinin oluşumunda etkili olan doğal ve tarihsel olgular şunlardır: Siyasal varlıkta birlik, dil birliği, yurt birliği, ırk ve köken birliği, tarihi yakınlık, ahlaki yakınlık…”

Sonra da şöyle devam ediyor: 

A) Zengin bir hatıra mirasına sahip olan,

B) Beraber yaşamak konusunda ortak arzu ve istekte samimi olan, 

C) Ve sahip olunan mirasın korunmasında beraber devam etmek konusunda iradeleri ortak olan insanların birleşmesinden meydana gelen topluma millet denir. Bu tanım incelenecek olursa, bir milleti oluşturan insanların bağlarındaki kıymet, kuvvet ve vicdan hürriyetiyle insani duyguya gösterilen saygı, kendiliğinden hemen anlaşılır.” 

Atatürk, milleti tanımlarken “etnik ayrımcılığa” da karşı çıkıyor. Atatürk’ün ulus tanımı laiktir. Atatürk, “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler”  kitabında “Vicdan Hürriyeti” başlığı altında  laikliği şöyle anlatıyor:

“Türkiye Cumhuriyeti’nde herkes Allah’a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dini fikirlerinden dolayı bir şey yapılmaz. Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dini yoktur… Devlet idaresindeki bütün kanunlar, kurallar, ilmin çağdaş uygarlığa sağladığı esas ve şekillere, dünya ihtiyaçlarına göre yapılır ve uygulanır. Din anlayışı vicdani olduğundan, Cumhuriyet din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı milletimizin çağdaş ilerlemesinde başlıca başarı etkeni görür.” (M. Kemal Atatürk, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 2010, s. 40-47, 86-87; Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 23, s. 17-24, 58-59) 

Türkiye Cumhuriyeti’nin belki de en önemli özelliği, Atatürk’ün bu devleti, laik bir ulus devlet olarak kurmuş olmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin hâlâ en büyük gücü, her şeye rağmen toplumu bir arada tutan ulusal birlik ve bütünlük ve çağdaş gelişimin önünü açan laik cumhuriyettir. Laik ulus devletin zayıflatılması, Türkiye Cumhuriyeti’ni sıradan bir Arap devleti durumuna düşürecektir.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları