AVM’lerin gezginleri Eminönü’nü taşırdılar
Şükran Soner: İleri teknolojiler sayesinde çekilebilecek film karelerine uyarlarsak, en çok dünyanın en yoksul, otantik ülkelerinde çekilmiş belgeselleri çağrıştıran filim karelerinin havasını, tadını veriyorlar.
İstanbul’a hafta sonu gelen bahar yalancı çıkarsa, iklimler karmaşasında keskin soğuklar yeniden bastırırsa İstanbul meyvesiz bir yıla daha gebe olabilir. Sıcak havanın ikinci gününde, İstanbul’un içinde geç açacak manolyaların keskin kokusu rüzgârla uzaklara kadar ulaşıyor, her renkten baharla donanmış ağaçlar İstanbulluları sokaklara döküyordu...
Kadın haftası etkinliklerinde verilmiş sözün geri dönüşü olamayacağına göre, bağrıma taş basıp Bostancı’daki DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası’nda İlerici Kadınlar Derneği’nin Emekçi Kadınlar Kurultayı’nda, günümüzün sendikalı olmayı unutun, kayıtsız, kölelik düzeninde ucuz emekçiler olarak çalıştırılan kadınlarının, kendileri için düş gibi gelse de, çocukları adına, vermekte oldukları örgütlü savaşım çabalarını, kararlılıklarını saygıyla dinledim...
Dönüş yolunda olsun sokaklara taşanları yakından görmeyi kafaya takmıştım ya... Pazar günü için tıklım tıklım metroyla Kadıköy, yine 10’ar dakika aralıklı karşılıklı kalkan, yine dolup taşan vapurla Eminönü’ne ulaştım. Bayram kalabalıklarından deneyli olmama karşın, birbirine yapışmış gibi yürümeye çalışan, kaybolma kaygısı içinde ele ele tutuşmuş kalabalıklarla yüzleştim...
***
İstanbul’un özel zamanlarda uzak varoşlarından Eminönü’ne koşturan yoksullarının bildik kalabalıklarına aykırı görüntüleri, meydanı, geçiş yollarını geçilmez kılan taşkın kalabalığı ile sınırlı değildi... Ne yapıp eder, Eminönü’ne gelmişken çocukları için olsun bir şeyler aldıkları torbaları ellerinde yoktu. AVM’lerde alışveriş yapamadan başıboş gezdikleri aylar öncesinde hiç değilse keselerine uygun bir hazır yiyecek yeri keşfeder, çocuklarıyla birlikte yemek yerlerdi.
Eminönü’de bu kez onu da yapamamış olmalılar ki, yanında ayran, peynir satışı da pek görülmeyen sayısız simitçi arabası kalabalığı katlanmıştı. Büyükler, çoluk çocuğun ellerinde en çok susam kokuları yayılan simit torbaları, itiş kakış yürünür otobüslerin kuyruklarına koşturulurken, acıkılmış, iştahla ağızlara gömülüyordu... Mısırların 4 liralık etiketlerine karşın, haşlanmış, pişmiş cazibesine kapılanlar için satış arabaları da az değildi. Kestaneciler çok daha az 3. sıralamada yer kapmışken, Eminönü’nün olmazsa olmazı, kokusu yanında pişmesiyle meydanı duman altı yapan balıkçıları Sirkeci sahil tarafında hiç görülmeden, Haliç tarafında birkaç kayık içinde sıralanmışlardı.
Önlerinde çoğunlukla, yine Haliç’in en içlerine kadar sahil kordonu boyunca bildik, alışık olduğumuz; Boğaz’a, Adalar’a tur yapan vapurların sayısı iyice seyrelmiş olarak, besbelli mevsimine uygun sayılardaki turistler ağırlıklı müşterileriyle dikkat çekiyorlardı, İstanbul’daki kent nüfusu patlaması ile çelişkili olarak, katlanmış yoksullaşmanın fotoğrafını çekmek istiyorsanız bir zahmet Eminönü Meydanı’na uzanıverin... Temiz havanın, güneşin kokusunu çekmiş insanlara kıyamadığım için kimselere tek soru soramadım. O sıkışıklıkta, itiş kakış, kaybolmamak için bağrışanlarla isteseniz de konuşamazsınız. Otobüs kuyruklarındaki uyanıkların yer kapma kavgalarının bağrış çığrışları cabası...
İleri teknolojiler sayesinde çekilebilecek film karelerine uyarlarsak, en çok dünyanın en yoksul, otantik ülkelerinde çekilmiş belgeselleri çağrıştıran filim karelerinin havasını, tadını veriyorlar. Yakın plan karmaşa, kaos sahnelerinde, en azı turist grupları, baskın Suriye, Irak, Afganistan, Afrikalı sığınmacıların nerede ise tek tip giysileri, renkleriyle, birlikte yürümeye çalışan kalabalık gruplarıyla iç içe, el ele tutuşmuş aile boyu bizimkiler, ancak sıraladığım seyar satış arabalarının geleneksel kimlikleriyle de, İstanbul’da, Emiönü’nde olduğumuzu anımsatıyorlar...
Ülkemizdeki yoksulluğun fotoğrafı başka nasıl çekilebilir ki?.. Yine de yüz yüze, teke tek soru sorabilsek, isim, fotoğraf vermelerini isteyebilsek, içlerindeki fırtınaları yansıtacak cümleler kurmayı göze alabilecekleri kuşkulu. Ama çocuklarını oturtabilme uğruna, yaşlıları kolaylıkla yerlere düşürebilen öfkeleriyle, sandıkta kullanacakları oyların renkleri beklenmedik sürprizlere gebe gibi geliyor. Hele de yoksulluğu yok sayan, tanzim satışlarını “zenginliğin kuyruğu” olarak açıklayan söylemler karşısında?..
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları