Deprem suçsuzu götürdü, suçluyu aklar mı?
Şükran Soner: Özünde o dönemde de Türk - İslam artı Kürt - İslam ittifakları içinde görülen koalisyonun, liberal demokrasi vurgulamaları çok öndedir.
17 Ağustos büyük depreminde yaşanan büyük felaketin sorumluluğu sorgulandığında, vicdanı olan hiç kimsenin, Bülent Ecevit’in adını da katmak aklının ucundan geçmez. İktidarda sorumluluk aldığı yılların sınırlılığı bir yana, Gölcük- Kocaeli- Adapazarı hattında, depremin şiddeti ile ilişkili olmayan, doğrudan sayısız yapılaşma suçu, yolsuzluğu, yağmasından sorumlu odaklarla uzaktan yakından bir ilişkisi kurulamaz.
Dünyanın sadece bina yıkımı değil, ölen insan sayısı, yaralıları ile en büyük felaketinin çaresizliği içinde, bölge halkı ile de sınırlı olmamak üzere, ülkemizin tüm yaşayanları için ortaya çıkan çok ağır bedellerin öfkesi.. İktidarı döneminde yaşandığı için hedef tahtasında kalmıştır. Sayısız hesaplaşmanın yaşanmadığı yapılaşma suçlarının yarattığı bu en büyük deprem yıkımı felaketinin ardından kaçınılmaz olan, öncelikle bölgeyi, bütünü ile ülkeyi toptan bir ekonomik yıkıma da deyim yerinde ise iflasa da çeken ekonomik felaketin altında ezilen, Ecevit yönetimindeki iktidar ortaklığı olmuştur.
***
Ne çarpıcı bir çelişkidir ki yine kapitalist - emperyalist sistem içinde krizden çıkmanın dayatılan acı reçetelerin gereklerinin yerine getirilmesi sorumluluğu da üstüne düşmüştür. Uluslararası parasal denetimin çarkları içinde dayatılan acı ilaçlarla ülkenin ekonomisi, çarklarının işletilmesi zorunluluk olunca, çarklar istenilen kıvamda döndürülme noktasına kadar halkın çektiği acıların karşılığı eklemlenen öfke birikimini de şöyle dürüstçe bir masaya yatıralım isterseniz..
Örneğin acı reçetelerin dayatılması adına gelmiş 12 Eylül darbesi sürecinde, Özal’ın sözcülüğünü yapan baba Pakdemirli ile bugünün Tekadam, Saray rejimi iktidarının uygulama çarklarında oğul Pakdemirli’nin de bulunduğunu anımsayabiliriz. Hızlı geçişle acı reçetelerin dayatmaları için, 24 Ocak kararlarının uygulanabilmesinde Demirel iktidarı yeterli bulunmayıp 12 Eylül darbe yönetiminin desteğine gerek görüldüğü gerçeği de anımsanırsa.. Piramidi yeniden yapmak, en yukarıda sivri uç, en kaymak tabaka, en aşağıda en kalabalık kitle ile en yoksullar, en çaresizlerin toplanması öngörülmüşken 12 Eylül yönetimine, işveren örgütü başkanlığından paraşütle danışman olarak gelmiş Özal’ın 12 Eylül sayesinde sağlanmış yasaklı anayasa kotarıldıktan sonra, ustalıkla dörtlü cuntanın desteklediği siyasi parti görünümünden sıyrılıp sabıkasız liberal lider olarak partisinin başına geçip seçildiği dönem de atlanmazsa..
***
2002’de Ecevit iktidarının zor günlerinde, iş güvencesi yasası görüşmelerinin yaşandığı Meclis gündemine atlanırsa.. 2002’de Milli Görüş hareketinden kopan AKP kurucularının, Fethullah Gülen Hoca ile yaptıkları dönemeç tarihine geçiş yapılmış olur. Yine hızlı geçişle, özünde Amerika’nın Türkiye toprakları üzerinden de Irak işgaline izin verilmesi karşılığı yaratılmış ittifakın, önemli kanıt sayılabilecek ilk yıllarındaki AB ile kurulan ilişkilerine de bakmak gerek. Özenle altı çizilerek o tarihlerde Amerika iktidarlarından çok daha demokratik bir çizgide ayrıştığı bilinen AB ülkelerinin demokrasi kriterlerine de uyum adına çok özenli çıkışlar sahnelenmiştir.
Özünde o dönemde de Türk - İslam artı Kürt - İslam ittifakları içinde görülen koalisyonun, liberal demokrasi vurgulamaları çok öndedir. Hele de koalisyonun iktidar olmasının hemen ardından, sözü verilmiş tezkerenin parti içi dengeler satrancında reddedilmesi noktasına gelinmesiyle. Hesabı bu dönemin kutsal ittifakından sorulmak yerine, askerden çıkarılmasını seçen Amerika’nın derin siyasi odakları Irak’ta görev yapan askerlerimizin başlarına çuval geçirmeyi daha akılcı bir strateji olarak seçmişlerdir.
Yine uzatmadan uzun süreçte Evangelizmin kardeşi sayılabilecek siyasal İslam hareketinin simgesi Gülen cemaati ile Erdoğan liderliğinin karşı karşıya gelmeleri günlerine gelinmiştir. Sonrası FETÖ’cü darbe girişiminin kuşkusuz Amerika projesi olarak sahnelenmesi gecesine geçiş gündeme gelmiştir. Ardından yaşanan siyasi gelişmeleri depremin gündemi dışında kaldıkları için anımsamak bu yazı için geçersiz. Çok can yakan deprem üzerinden yüz yüze kaldığımız gerçeklere dönersek..
Erdoğan’ın, iktidarın başında olduğu 18 yıllık süreç içinde, Özal’ın şanslı yılları gibi liberal ekonominin düzeni içinde toparlanmış ekonominin nimetlerinden yararlanan yılları, yükselişi var. Sonrasında 10 yıldan fazla işlemediği sabit liberal balayı yıllarının ardından, bedelini Ecevit’in ödediği deprem darbesinin sonrası yaşanan balayı bitmişken.. Deprem sayesinde yakalanmış rüzgârların ters dönmesi yıllarına geçiş yaşanmış. Üstelik, Ecevit döneminin ödediği bedellerle deprem için toplanmış paraların hesabı ortalarda yok! Nerelere nasıl harcandığı açıklanamıyor. İzmir depreminin trajik sonuçları ortada. Toplam 7- 8 büyük binanın yıkımı ile ortaya çıkan bedelleri yüzümüze yüzümüze çarpmakta..
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları