Güneşin ışığını kesen kara bulutlar
Şükran Soner; Toplumsal eylemlerimizde çok habercilik yapmış olarak ilk aklıma gelenlerden bir iki örnek: “Direne direne kazanacağız”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz”.
Haberler içinde sık aralıklarla ülkemizin tüm illeri, bölgelerine ilişkin birkaç günlük öngörüleriyle hava durumlarına ilişkin de bilgilere yer veriliyor. Yakın tarihlere dönük birkaç ilimizde sağanak yağışlar sürerken çoğunluk merkezler için verilen bilgilerden havaların gün gün dereceleri de yükseliyor olarak “güneşli” vurgusu var. Gelin görün ki İstanbul’da yaşayan bizler için de geçerli olduğu üzere, parlayan güneş ışıklarının görünebildiği anlar çok sınırlı.
Araya havanın giderek kirlenmekte olduğunun vurgusu, çöl tozları artışı uyarıları da içinde yer alıyor olarak güneşi görmemizi engelleyen kara bulutların var oluşundan kurtulamıyoruz. Gösterilen ısı dereceleriyle ısınmamıza da engel olan, rüzgârlı kara bulutların varlığı yüzünden sadece üşümekle kalmıyor zararlı sonuçları ile de yüzleşmiş oluyoruz. Ülkemizdeki tüm birbirinden çarpık gelişmelerin, içimizi acıtan, yaşamımızın her alanına dönük olumsuz sonuçları da birbirini kovalarcasına sıralandığında olumsuzlukların karabasanından sıyrılmak zorlaşıyor.
“Sağım solum sobe” dercesine, Saray odaklı, tek adam rejiminin, bir koldan hak hukuku katleden yargı kararları, diğer kollardan iğne ipliğe zam içeriğinde uygulamaların bombardımanı altındayız. Alay edilircesine, üzerimize üzerimize gelinen, sefahat, saltanat düzeninin pervasız yeni uygulamaları ile yüzleşiyoruz. Artık yandaş medyanın çok büyük ağırlıklı olmasının bile işlevi, eski olumsuz gücünün etkisi pek kalmadı. İğneden ipliğe gelen dudak uçuklatan zamların haberlerini yok sayabilecek halleri kalmadı.
Mikrofon uzatılan üretici, esnaf, başlarına gelenlerden yakınmanın ötesinde, yarına dönük nasıl yaşayıp ayakta kalabileceklerinin yollarını sorgualamanın ötesinde söylenebilecek söz bulamamanın derdindeler.
***
Seçimlerde, yaşamlarımızın karabasanında, dipten gelen dalganın sonuçlarının moral değerlerimizi yükselten boyutları ile başımızı kaldırıp bir nefes alabilmenin kısacık bayram günleri çok çabuk geçti. Güncel yaşamımızdaki karabasan acı reçetelerin üst üste bindirmesinde, yeniden zorlanılan bir yol ayrımındayız. Güneşimizin önünü kesen karabulutlara karşı hiç değilse kalın bir şeylerle örtünüp korunabilmek, kirli tozlardan kaçınabilmek yollarımız var.
Bir günde sayısız örnekleri ile yüzleşmekte olduğumuz, birbirinden daha ağır yumruk darbeleri, kötülüklere karşı, canlarımızı, yaşamlarımızı nasıl koruyacağız? Can havli, çığlıkla çıkardığımız sesler, yakınmaların olumlu sonuç getirebilecek işlevleri, olsa olsa bir pire ısırığı kadar etkili olabilir. Güçlü, caydırıcı duruşların, direnişlerin, hak aramaların yollarını, yanıla deneye bulmak, üretmek zorunluluğumuz, toplumsal sorumluluklarımız olmalı değil mi?
Yaşam deneyimlerimiz, geçmişten bugünlere ulaşmış, toplumsal duruşlarda dile getirilmiş, sloganlaşmış ne kadar da çok toplumsal söylemimiz var değil mi? Toplumsal eylemlerimizde çok habercilik yapmış olarak ilk aklıma gelenlerden bir iki örnek: “Direne direne kazanacağız”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz”.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları