Herkes seçimini yeniden yapacak
Şükran Soner; Açık kapı atağımızın AB ülkelerinin ikiyüzlü politikalarının, göçmenlere uygulanan haksız-hukuksuz- vahşi şiddetin kanıtlanması babında stratejik işlev yaptığını yadsıyan pek yoktu.
Barış Terkoğlu’nun dünkü gazetemizin manşetinde yer alan mektubunda, Silivri’den Türkiye’ye seslenişinde “İstanbul’da deniz kenarında bir yalıda toplanmış Fethullah artıklarının arasında olmaktansa hapishanede yalnız kalmak ahlaki tercihdir..” demiş. Avukatı Serkan Günel’in 2. sayfamızda yayımlanan makalesinde ise Kırmızı Pazartesi gibi herkesin ne olacağını bildiğinin altı çizilirken, tutuklama kararında gerekçe olarak yazılan CMK 100. maddesinde sayılı “tutuklama sebebi kabul edilen katalog suçlar” içinde, MİT Kanunu’nun 27. maddesinin bulunmadığının altını çiziyor.
“Zamanın ruhu solu mu çağırıyor?” başlıklı Mustafa Balbay’ın koordinasyonundaki yazı dizisinde, küreselleşmenin cehaleti ve yolsuzluğu artırdığının altı çiziliyor. Dünya fesefecimiz Prof. İoanna Kuçuradi, şiddetin arttığı, sömürünün azalmadığı düzenlere karşı “hayır” demenin şart olduğunu söylerken, yerine daha beter şeylerin konmaması için de bilinçli, bilgili insan haklarının öne konmasını istiyor. Mertcan İpek, İspanya’dan, pusuda bekleyen radikal sağın yükselişini anlatıyor.
İpek Özbey’in söyleşisinde ise, 2011’de Harp Akademileri kurmay başkanıyken “Balyoz davası” kapsamında tutuklanan, İdlib’de bugün gelinen noktayı aylar öncesinden yazan Ahmet Yavuz’un “Artık zikzak yapmayalım” çağrısına yer veriyor. Türkiye’nin Suriye politikalarını temelden değiştirmeden, Suriye’nin toprak bütünlüğü, siyasal birliği ve egemenliğini içten bir şekilde benimsemeden sığınmacıları döndüremeyeceğinin, kendine huzur sağlayamayacağının altını çiziyor.
Birinci sayfamızın ortasında, Taksim’de 8 Mart gününü kutlamak isteyen kadınlarımıza uygulanan sert şiddetin belgesi çarpıcı fotoğraf var. Valiliğin Taksim’i gün boyu kadınlara kapatabilme adına Taksim metro istasyonunu kapatması işgüzarlığı cabası.. Ülkemizin bildiğiniz durum ve hallerinin birbirinden çarpıcı örnekleri haberleri saymayı sürdürmeyeceğim elbette..
***
Ama dün sabaha gözümüzü açtığımızda Başkan Erdoğan’ın Brüksel’de AB Konsey Başkanı ile yaptığı görüşme, elbette ince pazarlıklar bağlantılı, mülteci, göç sorunlarının tartışmalarının sıcak gündemde tutulması kaçınılmazdı.. Canlı yayın sorgulamalarında gündemi yakından izleyen, uzmanlık alanlarından yararlanılan bilim insanlarımıza yöneltilen soru başlıkları daha da düşündürücüydü..
Açık kapı atağımızın AB ülkelerinin ikiyüzlü politikalarının, göçmenlere uygulanan haksız-hukuksuz- vahşi şiddetin kanıtlanması babında stratejik işlev yaptığını yadsıyan pek yoktu. Ancak olup bitenlerin bütünlüğü, sonrasına yönelik gelişmelerin sayılmasının ardından gelen “Açık kapı düzensiz göçü özendirdi mi?” türünden soruları getirmesi bir o kadar da düşündürücüydü.
Yıllardır bilinen dünya, AB ülkelerinin yaklaşımları, gerçeklerinin karşısında, kendi ayıplı durumlarını kamuoyları gündemlerine taşımayacakları biline biline.. Yine inatla direnilen taleplerimizle ne kadar sonuç alınabileceği sorgulandığında, kaçınılmaz “kitlesel göçe, küresel çözüm” arayışlarının gerektiği gerçeği ortaya konuyor. ABD, AB, doğrusu Rusya da içinde, çok kutuplu dünya odaklarınca, biraz da kendi yanlışlarıyla, bal gibi de göç yükünün altında kalması projelendirilmiş Türkiye gerçeğinin, altından kalkılamaz yükünden söz ediliyor. Daha akılcı, zikzaksız siyasetlerle, çok daha akılcı çözüm, çıkış yollarına gereksinimimizin altı çiziliyor.
Yunanistan’ın vahşeti, Avrupa’nın duyarsızlığı, Amerika’nın umursamazlığı üzerinden gözümüze sokulan, kuşkusuz çok haklı insanlık suçları, ayıpları üzerinden pişmiş aşa benim de bir katkım olsun..
Niye yeni duyuyor, tanık oluyormuş gibi davrandığımıza, balık hafızamızı yoklamadığımıza da ben şaşırıyorum.. Avrupa toprakları içinde Balkan halklarını ırk soslu, ağırlıklı dinler, mezhepler üzerinden birbirlerine en kanlısından kırdırdıklarında.. Küçük küçük gettolar olarak oluşmuş can pazarı, çaresizlik ayrıca da en çok yoksulluk yoksunlukla patlayan göçlerde yapılanları ne çabuk unuttuk? Arnavutluk’tan AB’nin neresine olursa olsun can pazarında kaçmak isteyenlerin açık denizde gömülmelerinin insanlık suçlarının en ağır vahşetlerinin örneklerini ne kadar da kolay yoka yazmışız değil mi? Bosna’da yaşanan katilamları sadece siyaseten, katliam yıldönümlerinde kullanmak üzere mi anımsayacağız? Amerika’nın güneyden ekonomik göçe uyguladığı vahşetin hesabı ne zaman soruldu ki?..
Evet, ülkemizde nefes alabilmek adına, ülkemiz, geleceğimiz, çocuklarımız için yapılacaklara ilişkin herkes seçimini yeni baştan yapacak. Baksanıza Ali Babacan’ın kuracağı, “DEVA” partisi adına ilk açıklamada da, basın özgürlüğü, bağımsız parlamenter düzen, güçlü Meclis’le kapı açılıyor..
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları