Hiroşima’dan Çernobil’e nükleer silahlar, santrallar
Şükran Soner; Sakın hiç unutmayın, safları çevreye duyarlı olarak tüm konular için birden birleştirin. Yaşam savaşımının tek yolu bu.
Reyan-Ali Savaşeri kardeşlerle 3. Levent Karanfil Sokak’ta, kimimiz ilkokul, kimimiz ortaokul öğrencilik yıllarımızda, biz üç kardeşin yollarımız çakışmıştı. Eğitim alabilen ancak varsıl olamayan kardeşler, ailelerimizden gelen ortak kimliklerimizle, yaklaşık bir dört yıl süreç içinde öylesine kopmaz bağlar kurabilmişiz ki... Bugünlerimize kadar uzanabildi. Çok görüşemesek de gönül, duygu bağlarımız, ortak gelecek umutlarımız, değerlerimizle kuşaktan kuşağa geçiş yapılabilecek gibi de geliyor.
Sözü hiç uzatmadan hemen başlıkta yer vermeye çalıştığım çok güncel gündem buluşmalarına geçiş yapmam gerek. İki ailenin de büyük erkek kardeşlerinin kaplarına sığmayan enerjileri karşılığında tabii ki ortak paylaşılan odalarımıza uzanan telsizden, sabahlara kadar süren “Kova Galatasaray”, “Kova Fenerbahçe” kızdırmacalarını yıllar içinde güçlenen paylaşımlarla kurulu güçlü bağlar, yıllar içinde kaşla göz arasında Hiroşima’dan Çernobil’e kadar uzanabildi. Ali lise yıllarında Almancayı yutmuş, Aybar’ın yanında TİP’in kurucu kadrolarına uzanırken tıp okumuş doktor olmuştu.
Kendini DİSK’in çok değerli Lastik-İş Başkanı Rıza Kuas’ın refakatçi doktoru olarak Berlin’de buluverdi. Arkası Berlin Üniversitesi’nde görevlendirme, Nükleer Tıp Hastanesi Başhekimliği, Çernobil kazası sonrası ise Çernobil komitesi resmi üyeliği geldi. Elbette tıp yemininin de kaçınılmaz sonucu sıkı bir nükleer karşıtıydı. İstanbul’a gelip gitmelerinde beni de Cumhuriyet gazetesi habercisi olarak nükleer karşıtı dünya çapında yürütülen çalışmaların içine, söyleşilere bulaştırıvermişti. Öğrendikçe ilgim de kabarmış olarak bunca yıl sonra Japonya’ya yaşatılan Hiroşima felaketinin acılarının, yaralarının kapanamadığını bilimsel verileri ile kavramış oluyordum.
Yıkımın günümüzde müzelik etkisi çarpıcı görüntüleri sadece ayrıntı. Gerçeğinde bunca yıl sonra bölgede kansere yakalanma oranlarının, dünya genel ortalamasının üstünde görüldüğü gerçeği ile yüzleşmiştim. Nükleer santrallar mı daha ürkütücü ya da nükleer silahların, ürünlerin en hafiflerinin bile kullanılıyor olmaları hallerinde bile ölümcül olmaları gerçeği mi, insan canı, tüm canlılar, çevre üzerinden daha acıtıcı, ağır yıkımları getiriyor tartışmalarının elbette bir anlamı olabilemez.
Bilim insanlarının, söz konusu vahşi teknolojilerin dünya çapında yaşamı karabasana çeviren etkilerine karşı, en çok canı yananlarının çeperinde oluşan dalgalarla, tüm insan hakları, doğa, çevre, elbette odağında yaşam hakkı olmak üzere verdikleri savaşımlar kuşkusuz hiç dinmeden, acılar katlandıkça, yükseldikçe yükselip güçleniyorlar. Ancak geldiğmiz noktalar bakarsak çoğunluğun caydırıcı güç direnişlerinin etkileri yadsınamasa da hoyratça kirli çıkarların, en acımasız siyasal erkler adına yapılan kötülüklerin dozu hâlâ yükselişte.
Hangi olaylar, hangi sonuçlar üzerinden yola çıkıp, yaşananlara ayna tutulmaya kalkıldığında, çıkan vahşetin durdurulabilmesini unutun, şiddetinin aşağılara çekilebilmesi yolunda bile elde edilen başarılarda alınan yol arpa boyunu geçemezken yeni saldırılar, acı gerçeklerle yüz yüze kalınıyor. Önümüze hâlâ ikili seçenek çıkıveriyor. Yorulup susup kaçacak mıyız? Yoksa her toplumsal direnişin, kimi püskürtmeleri sağladığı gerçeğini de sayısız kez tatmış olarak, yaşamak için yeniden bir daha bir daha savaşım vermek üzere safları birleştirecek miyiz? Çernobil kırımında, elbette kasıtlı olmasa da patlama sonrası Avrasya ağırlıklı insanlığın yaşadığı travma çok yakın tarihten canlı belleğimizde. Edirne’den sarkan bir küçük radyasyonlu bulut Avrupa kaynaklı bilindiğinden yok sayılamamış, Trakya’da kimi basit çevre önlemleriyle örneğin hayvanlar tarlalara gönderilmeyerek bile zararı en aza indirgenebilmişti. Özal’ın paragöz kültürü başka ülkelerden görülmeyen, Doğu Karadeniz’e kaçan, dağların tepelerine takılıp yağmurlarla birlikte biraz fındığımızı, birazcık daha yoğun çayımızı inen radyasyonlu Çernobil bulutunun haberinin çıkmasını yasaklatmıştı. Yetmemiş, mayıs sürgünündeki yüksek radyasyonlu çay bilinmeden kaliteli diye Almanya’ya gönderilip yüksek çıktıktan sonrasında dahi, ülkemizde bilimsel ölçüm, çalışma yapılması yasaklanmıştı. Sevgili Ali’nin yardımıyla gecikmeli, istenen örneklerle Berlin’e gitmiş, sonuçları ile suçüstü yapmıştık.
Sorumlu Özal ile Bakan Cahit Aral’ın “Az radyasyonlu çay, yararlı, cinsel gücü artırır” polemik çıkışlarını, aylarla Cumhuriyet’in manşetlerine yansıyan haber dizilerini anımsayın. Sonrasında sayılarla ölçülemeyen ancak toplam ortalama artışları ile bölgesine göre artan kanser ölümlerini... Sakın hiç unutmayın, safları çevreye duyarlı olarak tüm konular için birden birleştirin. Yaşam savaşımının tek yolu bu...
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları