Rahşan-Bülent Ecevit’ler.. (2)
Şükran Soner: Zincirbozan günleri sonrası Bülent Ecevit’le, Cumhuriyet Bürosu’nun yakınlarında bir sokakta, sivil kalabalıkların arasında sessiz, tek başına dolaşırken karşılaştık. Yaşanmışlıkları öylesine bilge bir bakışla, gülüşle karşılamıştı ki.. Saygı duymamak elde değildi..
19 Ocak 1976 Zeytinburnu operasyonu. Televizyon ve gazete manşetlerine, “Saatler süren çatışmalı hücre evi operasyonunun sonunda, biri ölü 4 anarşist yakalandı..” başlıklarıyla verilir. Şubatın ilk günlerinde baba Hasan Özkan gazeteye gelmişti. Bodrum katındaki evde kalan oğlu Atilla Özkan ölmüş, Ali Naki Özkan yaralanmıştı. Çocuklarının kaldığı bodrum katını incelemişti. Sokağa açılan camları boylarının çok üzerindeydi, değil çatışmak ateş açabilmeleri olanaksızdı. Kurşun izleri bu camlardan içeri doğruydu. Giriş kapısının üzerindekiler de. İçeriden atılmış tek kurşun, çatışma izi de yoktu.
Yanımıza noter alarak çatışma ve operasyonun yaşandığı ileri sürülen bodrum katındaki durumu tarihli saptadıktan sonra 10 Şubat 1976’da Cumhuriyet’te yayımlanmaya başlanan diziyi, tersine kanıtlarıyla sürdürdük. Silahlardan çıkmış mermi yivleri de, atılış yönleri de ortada bir çatışma olmadığını kanıtlar içerikteydi. Operasyonda görevli polis memurlarının silahlarıyla da mermilerin tam uyumu söz konusuydu. Silahlı çatışma olarak sunulan ölüm ve yaralama olan operasyonun sorumluları olarak yıllarla yargılandılar. Sonrasında aynı marka silahların sahipliliklerinin el değiştirmesi bilinmeyene dönüştürülmesi gibi bir operasyonla, polisin işlemiş olduğu suçlar sabit kalmış olarak, kişisel serbest kaldılar..
Bülent Ecevit, o güne kadar göze alınamamış büyük bir siyasi atakla, siyaseten TKP-ML, solcu olarak bilinen gençlerle en küçük bir bağ söz konusu olmadan, insan hakları adına yaptığı çok yürekli bir çıkışla, derin devlet adına teröre karşı savaş çıkışlarını hedef alan, masaya yatıran bir kampanya ile yola çıktı.. Devletin içine sızmış, hak-hukuk-adalete aykırı yapılanmaların temizlenmesi sözünü vererek halktan destek istedi..
***
Hızlı geçişle, Türkiye projesi için “24 Ocak kararları, liberal ekonomik proje yetmez, askeri darbe ile desteklenmeli..” hesaplamalarında 12 Eylül 1980, 12 Mart’takinden çok daha iyi hazırlanılmış uzun soluklu askeri darbe planları, dörtlü çete uygulamaları günlerine gelelim. Darbenin ilk uygulamalarında, işveren örgütlülüğünün başından, 12 Eylül proje uygulamalarının başına paraşütle geçirilen Özal’ın, sözcüsünün, bugünün oğul Pakdemirli’nin babası olması da rastlantı mıydı?
Gerçeğinde darbe öncesi açıklanan, darbeden gün sonrası ilan edilmiş tarihi ile basın toplantısında, işçi ve tüm emeği ile geçinenlerin haklarında çarpılmış piramidin düzeltilmesi planlarından söze girdi. Piramidin tepesinde bir avuç çok varsıl, gelir dağılımı aşağı doğru hızla geriye çekilecek, hizalandırılacaktı.
Askerler, konsey kararları ve de tahkim sistemindeki yargıçlar eliyle istenen düzeltmeler yetmemiş olmalı ki..12 Eylül Anayasası ve yasaları ile getirilen yasakların da hedeflenen hızlı düzeltmelere yetmeyeceği kaygıları da ağır basmış olmalı ki.. Demirel gibi liberal sağdan, sosyal demokrasiden Ecevit gibi özyönetimi de ağzından düşürmeyen soldan liderlerin de sivil geçişte diskalifiye edilmeleri planları yapılmıştı..
Zincirbozan’da konuk edilmelerinin tarihi neden 1 Haziran 1983’e sarkıtılmış olabilir ki..12 Eylül yasaklı anayasası, yasaklı yasaları ile, sendikal haklardan, düşünce özgürlükleri, örgütlenme haklarına uzanan geniş yasaklar üzerine, konsey denetimini koruyan anayasal hükümler yanında, sivil iktidar geçişinde, hesaptan olmayan bir eski asker kökenlisine parti kurdurma, Özal’ın partisini ise veto ettirme, elbette birçok siyasetçi adayı çiziktirme taktikleri çok da işe yaramadı mı? Özal, askeri cunta kadrolarına rağmen seçim kazanan parti başkanı havasında sivil görünümlü iktidarın başına geçmedi mi? Askeri cunta projelerindeki rollerinin üzerine sünger çekilmedi mi?..
***
Zincirbozan günleri sonrası Bülent Ecevit’le, Cumhuriyet Bürosu’nun yakınlarında bir sokakta, sivil kalabalıkların arasında sessiz, tek başına dolaşırken karşılaştık. Yaşanmışlıkları öylesine bilge bir bakışla, gülüşle karşılamıştı ki.. Saygı duymamak elde değildi.. Yalnız siyaset yürüyüşü karakteristiğinin değişmemiş olması koşulunu gözlemlemek dışında.. Sonraki yıllarda eski yol arkadaşlarıyla siyasette buluşmayı reddetmesini de açıklayan bir duygusal duruşu gözlemlemek de olanaklıydı..
Hani yakın çevresinde siyaset yapmışlar, en kızdıkları adımları adına suçu, topu en çok Rahşan Ecevit etkisine atarlar ya.. Hiç böyle düşünemedim. Doğrusu hangi noktalarda gerçekten ayrıştıkları ya da bütünleştiklerinin ayrımına siyaseten içlerinde olamadığımdan olacak hiç varamadım.. Saygım; “İçi kazındığında, her daim özünde evrensel felsefe, insan hakları, özgürlükler, adil olma ve sınırsız kişisel çıkarlardan arınmışlıktan.. sapmamalarına tanıklık etmekten olabilir mi?”
Hele son kilit noktada, 2002 sözde iş güvencesi yasası oylaması, özünde Erdoğan liderliğinde, Gülen cemaati iktidar ittifakı içinde, Amerika’nın Irak işgaline “evet” dememiş, Ecevit hükümetinin düşürülüp, “tezkereye evet” diyeceklerin getirilmesi oylamasında.. Gazetecilerin haklarını kurtarmak adına, çok hasta, sabaha karşı 04.00’lere kadar Meclis oturumlarında kalan Ecevit’e gazetecilik etiği, özgürlüğü başta, sendikal haklar, insan hakları, ülkemiz bütünlüğü adına borçlarımız olacak..
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları