Ruhi Su’yu anma..
Şükran Soner: Bir gözünü gözlük kırılması ile kaybettiği, kaburgalarının kırıldığı, akciğerine zarın yapıştığı ağır işkencenin varlığı bilinirdi..
Pazar günü, aramızdan ayrılışının 32. yıldönümünde ana akım medyadan sesini duymak beklentimiz olamazdı.. Sesini, müziğini, devrimci kimliği ile onurlu duruşunu, yaşamöyküsünü bilenler, özleyenler için sosyal medyadan yapılmış etkinliklere bir göz gezdirdim.. Umduğumdan eksiği değil, fazlası var gibi geldi..
Hani uzmanları bilgiç bilgiç, bulaş, virüsün, dünya ölçeğinde insanlığı çarptığı ölçeklerle doğru orantılı olarak, insanlığa dönüş özlemleri, arayışları, yollarını bulmada da itici güç, rol oynayacağını öne sürüp duruyorlar ya.. Sanal ortamdaki Ruhi Su’yu gerçek kimliği, sanatçı gücü, insanlığa dönük katkıları, uğrunda ödenmiş bedelleri ile tanımış, yeni kuşaklarla paylaşmaya gönüllü öylesine çok renkli, duyarlı; Ruhi Su’yu kendi sanatçı duyarlılıkları ile özümsemiş insanların emek, katkılarıyla ortaya konmuş öylesine çok etkinliğin örnekleriyle yüzleştim ki.. Dostlar Korosu-Genco Erkal’ın ortak emekleri en başta, geçmişten bugünden bana göre en renkli birkaçını özlem giderme, duygularımı besleme adına paylaşmaya kalkışsam günlerce ekran karşısında kalmam gerektiğini kavradım..
Sanatın gücü ile, toplumsal sorumluluğun bileşkesinde, insanlığa dönük emek, bedellerin asla boşta kalmayacağı gerçeğine tanıklık.. Kulağımda, Ruhi Su’nun en zorlu koşullarda acıyı aşan gülüşünün sesini çınlatır gibiydi.. En son telefonda canlı canlı, artık kendisine yaramayacağını bile bile, onurlu bir duruş, inatla vazgeçmeyişinin başarısının yansıması olarak duymuştum.. Yıllarca vermedikleri pasaportu gelmişti.. En son Uğur Mumcu ve Mustafa Ekmekçi çok uğraşmışlardı. Kendisi için onur belgesi değerindeydi. O tarihlerde yurtiçinde yapılamayan kanser tedavisi için aslında çok geç olsa da pasaportu kimselere yalvarmadan, onur, hak belgesi olarak gelmişti.. “İnanamıyorum..” diyerek acılı, bir o kadar onurlu, sevinçli paylaşıyordu..
Berlin’den siyasetten dava arkadaşı, Berlin Nükleer Tıp Hastanesi’nin dönemin başhekimi Dr. Ali Savaşer’in sesi de kulaklarımda; “Bizdeki teknoloji yeri belirlenemeyen kanser hücrelerinin yakalanması, ameliyatla kurtarılması için yeterli..” deyişi de.. Çok geç kalınmıştı. Sağlığı toparlanmaya, yolculuğa izin vermedi.. Aramızdan ayrıldığı günlerde Kurtuluş Savaşı Destanı’nın uzunçaları çıkmıştı..
***
Behice Boran’ın öldüğü, cenazesinin çok büyük bir kalabalıkla, Şişli Camisi’nden kaldırılıp Zincirlikuyu’ya uzun saatler süren yürüyüşle kaldırıldığı günün akşamı, Mehmet Ali Aybar’ın sendikacı başkanlardan kuruculuk da yapmış arkadaşlarının hepsi bir arada, evinde verdiği yemekteydik.. Dışarıdan siyaseten sola bakışta ciddi ton farkları olsa da herkesin katıldığı cenaze töreni sonrası buluşmada, duygusal ortam Ruhi Su’nun yeni çıkan uzunçalarını “Kurtuluş Savaşı Destanı”nın dinlenmesini, paylaşılmasını getirmişti..
Yine de masada sert tartışma ve Aybar’a dönük sevgi odaklı, kızgın çıkışlar yapılıyordu. Çünkü kalp krizi geçirmiş, hastanede yataklı tedavi gören hasta idi. Boran’ın cenazesine katılmak için kaçmış, töreni baştan sona yürümüştü. En can dostları siyasi yol ayırımlarını da bahane ederek, canını tehdit altına atmasına kızıp duruyorlardı. İçlerinden bir sendika başkanı dayanamayıp, Boran’ın parti içi kavgada Aybar’a yaptıklarını kızgınlıkla hatırlatıyordu ki..
Masada yanımda oturan ev sahibi Aybar, en duygusal haliyle Ruhi Su’nun sesiyle, Destanı dinliyorken, öfke içinde ayağa fırladı. Güçlü yumruğu ile masaya vurunca, çorba tabağı, bıçaklar, kaşıklar fırladı.. “Deli misiniz, divane misiniz, aramızdaki siyasi kavgalar başka, Boran’ın benim en eski can dostlarımdan olması başka, nasıl kaçmam; cenazesine katılmam..” türünden cümlelerle söyleniyordu. Öbür yanında oturan dönemin DİSK Genel Başkanı Kemal Nebioğlu da benim gibi yerinden kıpırdayamamıştı..
***
Son aylar içinde, geçmişte hiç duymadığım yaşamının acılı, bir o kadar onurlu, zorlu günlerini daha öğrenmiştim.. Aslında Turhan Selçuk’un pek çok özel insanımız için geçerli olan ağır işkencelerin gerçeğini öğrenme derdindeydim. Günümüzde yaşayan yakın çevrelerden hiç kimse, 12 Mart döneminin ünlü pazar günü sokağa çıkma yasağında evinden alınıp ağır işkenceden geçtiği bilinen Turhan Selçuk’a soru soramamıştı. Dönemin raconunda özel anlatılmamışsa, işkencelerin boyutları saygı gereği sorgulanmazdı. Bir gözünü gözlük kırılması ile kaybettiği, kaburgalarının kırıldığı, akciğerine zarın yapıştığı ağır işkencenin varlığı bilinirdi..
Tanıklıklar sayfası için ayrıntı gerekince, Cumhuriyet okurları ile paylaştığım üzere, evinde sakladığı, kızı Aslı’nın, duyumumuzla bulup çıkardığı kendi özel arşivi ve ülke, dünya medyasında da yayımlanmış tanıklıklarına, el yazısı notlarına, dönem fotoğraflarına ulaşmıştık. İşkencelerin şiddet boyutları kadar, bilemediğim pek çok yeni tanıklıklar acı yeni sürprizler oldu.. Ruhi Su’nun 1951’li yıllarda, DP dönemindeki ünlü TKP avı, işkenceleri içinde Ruhi Su’nun eşi Sıdıka Su ile birlikte yaşadıklarının en azından genelini duymuştum. 12 Mart’ta Turhan Selçuk’un yanı başında bir kez daha çok ağır işkencelerden geçmiş olması, daha ağır bir sürpriz oldu.. Hele de 1951’in deneyimi ile Turhan Selçuk’un kulağına fısıldaması, “Ne yaptın, soruya cevap verdin, canın daha çok yanacak” demesi öyle yenilir yutulur bir şey değildi..
Bu güzel insanlar, sadece üstün sanat yetenekleriyle, ürünleri, devrimci duruşlarıyla değil, acılarıyla da yaşamın her alanına dönük insancıl dersleriyle de büyüyorlar..
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları