Yalancının mumu..
Şükran Soner: “Çilemiz ne zaman bitecek!” sorgulamasının sessizliğine aldanmayın. Dipten gelen dalganın yukarıda ne zaman patlayacağı hiç belli olmuyor.
Günümüz medya güdüleme gücü, gerçekler tersyüz edilerek “Kitlelerin algılama kapasitelerinin çarpıtılması, hele de alt kimlikler, siyasal İslamcılık üzerinden çatışmacılık, provokasyonlar tuzaklarına saplanmaları.. ” düzeni tıkır tıkır böylesine kolay işletilirken.. Yalancının mumunun gerçekten yatsıya kadar yanması özdeyişi, insana gerçekliğini yitirmiş gibi geliyor..
En aykırı çevrelerden eninde sonunda yaşamları kaymış olan çok büyük, çok çaresiz çoğunluktan hep aynı moral bozukluğu, sabırsızlık, çaresizlik ağır basıyor olarak benzer yakınmaları duymak, sokaklardaki en yaygın isyan fısıldaşmasına dönüşmüş bulunuyor.. “Çilemiz ne zaman bitecek!” sorgulamasının sessizliğine aldanmayın. Dipten gelen dalganın yukarıda ne zaman patlayacağı hiç belli olmuyor.
Çatışmacılığın gündemi, konusu ne olursa olsun, dayatmacı erkin, gücün, taktikleri ne kadar başarılı yürüyor gibi görünsürse görünsün, ezen gücün öfkeli, sınır tanımazlık çıkışlarına, haksızlık, hukuksuzluk boyutlarına bakacaksınız..
Son haftalar içinde, Cumhuriyet gazetesinin en çok 12 Eylül tarihli birinci sayfasını sevdim.. 12 Eylül’ün 40. yılında Demirel-Ecevit ikilisinin eşleri ile birlikte Zincirbozan yolculuğu fotoğrafları çok etkileyici idi. “Ciddiyet’e davet ediyoruz” sayfamızın, okurlarımızın giderek zenginleşen, kalitesini yükselten duyurusundaki Murat Sayın’ın “bir ayağında postal, diğer ayağında takunya olan” karikatürü, sizce 12 Eylül dönemini mi, bugüne uzanan askeri-sivil darbeler süreçlerinin topunun birden yaşanan sıcak sorunlarını mı daha çarpıcı, ustalıklı özetleyivermiş..
Bir kez daha dünya ölçeğinde en yetkin mizahçıların, sanatın pek çok alanında olduğu üzere ülkemiz koşullarında yetişmiş olması gerçeğinin, ülkemiz topraklarının gerçeklerin ürünü olduğuna ilişkin inancım pekişti.. Osmanlı döneminde de Cumhuriyetin büyük kazanımları sonrası yaşamakta olduğumuz her askeri-sivil darbeler süreçlerinde çekilen acıların da en başarılı, çarpıcı anlatımlarının, günümüze uzanmasından daha doğalı ne olabilirdi ki..
***
“Cumhuriyet’ten Tanıklıklar” sayfalarında bir türlü 12 Mart sürecinden çıkamamış, sıcağı sıcağına paylaşırken, önce 1960’lı yılların Celal Bayar’ının, arkadaşlarının idamları sonrasını yaşamış, 9 Eylül üzerinden, eski İttihat Terakki kökeninden gelmiş olarak, Mustafa Kemal Atatürk’e duyduğu büyük hayranlığı anlatabilmesinin şakınlığını yaşamış, paylaşmaya çalışmıştım.. Demokrat Parti’nin katılığı ile ünlü Cumhurbaşkanı, Mustafa Kemal’i, dünyanın dâhi lideri olarak anlatabiliyor, çaresizlik içinde teslim olmuş halkın, ustalıklı satranççı dehası ile adım adım önce kurtuluş, sonra kuruluş yolunda yürüdüğü yolları nasıl aştıklarını, hayranlıkla paylaşmıştı..
1966’lar sonrası yakından izleyebildiğim Demirel ile Ecevit arasındaki uçurum, yol ayırımını anımsarken.. Demirel’in, “Amerikan emperyal projelerine en az Menderes kadar yatkın, sağdan, siyasal İslamcılığı da sonuna kadar kullanan, bir o kadar da kendi siyasal çizgisinde acımasız yürüyen bir lider olmasına tanıklık ettiğimin örnekleri, Cumhuriyet sayfalarından kanıtlı haberlerle de paylaştığım üzere çok yönlü, çok sert çizgilerdeydi..” sonucunu çıkarmamak olanaksız.
Ecevit, dönemin yaşanan toplumsal birikimine dönük darbeler, birikim, toplumsal sol açılımlı patlamaları geriye acımasızca çekmenin, savunma refleksi gibi, umut veren çıkışlarıyla liderliğe sıçrama yapabilmişti. Türkiye’nin, 27 Mayıs anayasal düzeni, özgürlük yasaları, örgütlenme hakları ile Cumhuriyetin laik kimliği, Atatürk devrimciliğinde edinilmiş kazanımların üzerine, yakaladığı çağdaş uygarlık, sosyal patlamasını geriye çekmede, 12 Mart operasyonunda nokta konulamayan idamlar, şiddet, işkenceler, katliamlarda çok daha acımasız sivil siyasal İslam ve askerin simgeleri takunya ile postal yine aynı ayakta gözlemleniyordu.
Günümüze kadar ne çok acılar, ne çok benzer dramlar, çelişkiler, çatışmalar, kavram karmaşaları yaşandı. Demirel ile Ecevit’in 12 Eylül’de Zincirbozan’da buluşturulmaları da tarihsel bir dönemeç taşı gibiydi. Zincirbozan sonrası demokrasi dersleri çıkarmış bir Demirel ile yüz yüze geldik. Ecevit, tersine oyunlar, tuzaklarla farklı gösterilmek istense de her koşulda kişisel tertemiz, emperyal çıkarlara karşı cephe ittifaklarına hep hazır, savaş karşıtı kimliği ile özel lider konumunu hiç yitirmedi.. 2002’deki Amerika’nın Irak işgaline, BOP’una karşı duruşu, tek başına özel saygıyı hak etmiyor mu?
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları